İçeriğe geç
Anasayfa » EVLERİMİZİ GENİŞLETELİM

EVLERİMİZİ GENİŞLETELİM

Sevgili Peygamberimizin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Üç şey Âdemoğlunun saadetindendir: Sâlih mesken, sâliha kadın, sâlih binek.”1

Hadîs-i şerîfin başındaki saadet kelimesi kısmet veya bereket olarak açıklanır. Saadeti yakalamış insan bu manası ile bahtlı, kısmetli insan demektir. İnsanın dünyalık temennîlerinin başında o vardır. Ahiret dualarında da. Hadîs-i şerîfe göre bunun yolu da mesken, binek ve evden geçmektedir. İnsanoğluna “saadet” kapılarının açılması için eşlerin, evlerin ve bineklerin sâlih olması gerekmektedir.

Fesâd’ın zıddı olan salah; doğru, sağlam, düzgün olmak gibi anlamlara gelmektedir. Buradan hareketle hadîsteki “sâlih” kelimesi de doğru olan, fâsid olmayan, görevlerini/işlevini lâyıkı ile yerine getiren anlamına gelmektedir.

Saadetin kaynaklarından olan ve sâlih sıfatı ile zikredilen üç madde; insanın en yakın çevresini oluşturan şeyleri ifade ettiği için ayrı bir önem taşır. Çünkü bunlardan herhangi birinin eksikliğinin hayatımızın idâmesini büyük ölçüde sekteye uğrattığı görülür. Söz gelimi binekleri -eski dönemlerde kullanılanları da dâhil- hayatımızdan çıkardığımızda nasıl bir eksiklikle karşı karşıya olduğumuzu bir düşünelim. Eşlerin, hem kadın hem de erkek için sâlih olmamasının ne demek olduğunu gözlemleyebilecek kadar çok örnekle karşı karşıyayız.

  1. Sâlih Ev

Eşlerle anlamlı hale gelen “ev”in hayatımızın tam ortasında durduğunu söylemeye gerek yoktur. İslâm’ın ilk daveti Hatice vâlidemizin evinde yapılmıştı, Peygamber (sav)’in ashâbı Mescid-i Haram’a giremezken “Erkâm’ın evi” onlara bir mescid ve medrese olmuştu. Firavun, Hz. Mûsâ’nın dinine yaşam hakkı tanımazken Allah (cc) çare olarak: “Evlerinizi kıble edinin.”2 buyurarak hâneleri işaret etmişti.

Bu listeyi uzatmak mümkündür. Her biri, evlerin önemini gösterir. Bizim ilk lokmamız evlerde kursaklarımıza girer. İlk nefeslerimizi evlerimizde alırız. Anne-baba ve akrabalarımızı orada görmeye başlarız. İlk diye başlayacak her cümlemizin varacağı yer muhakkak evlerimiz olacaktır.

İçinde yaşadığımız, aynı zamanda içimizde yaşayan (her bir aşamasıyla şahsiyetimizi oluşturan), hadîs-i şerîfteki üç unsurdan biri olan evlerimizin sâlih olması için; bize mesken, barınak ve sosyalleşme sağlaması yeterli midir?

Bunun çok yönlü bir soru olduğunun farkındayız. Bundan dolayı meselenin sadece bir boyutunu gündeme getirmek istiyoruz:

Hadîsi şerheden âlimler, sâlih meskenle ilgili temel vasıfların başında meskenin/evin geniş olmasını zikrederler. Yani bir meskenin sâlih olmasının şartlarından birisi de onlara göre geniş olmasıdır.

Ayrıca hadîs-i şerîfin diğer rivayetlerine bakıldığında sâlih mesken yerine doğrudan “geniş mesken” ifadesinin bulunduğu görülmektedir.

Şu durumda hem şerhlerde hem de hadîsin diğer tarîklerinde de geçtiğine göre “meskenin genişliği” fiilî tezâhürleri ile ele alınmalıdır.

Mimarî bir yapı olması açısından bir evde aranan temel özellik; fizîkî olarak içindekilerin huzurla yaşayacağı bir yapı olmasıdır. Bu konuda bir cedel merakı içinde değiliz. Ancak bu tavsiyenin sâhibi olan Peygamber Efendimiz (sav)’in ve mübarek eşlerinin evleri üzerinden bir genişlik muhâsebesi de gerekmektedir.

  1. Sâlih mesken; “Geniş Mesken”dir.

Sevgili Peygamberimizin “Diline hâkim ol, evini geniş tut, hatalarına ağla.”3 tavsiyesi ve “Ya Rabbi! Günahlarımı affet, evimi genişlet, rızkımı mübârek kıl.”4 duası, sâlih meskenin geniş mesken olduğunu ortaya koyar. İmâm Tirmizî’nin bu hadîsi “zühd” bölümünde zikretmesinden geniş evin “konfor”lu ev anlamına gelmediği, bol eşyalı bir saray olmadığı da anlaşılmaktadır.

Geniş evi; merkezî yerlere yakın olması, oda veya metrekare hesâbı üzerinden yaparsak ashâb-ı kirâm’ın en önünde olan peygamber hanımlarının hücre-i saadetlerinin ölçülerine tekrar bakmamız gerekir.

Peygamber Efendimizin torunlarında Hz. Hasan’dan bir hâtıra nakledilir. Söz konusu hâdise Hz. Osman (ra)’ın halîfeliği döneminde olmuştur. Hz. Hasan (ra) şöyle der: “Osman’ın hîlafeti zamanında, Peygamberin (sav) zevcelerinin evlerine girerdim de evlerinin tavanlarına elimle kavuşurdum…

(Başka bir rivayette de:) Ümmü Talak’ın evine vardım ve dedim ki, bu evin tavanları ne kadar alçak! Kadıncağız şöyle cevap verdi:

Yavrum! Müminlerin Emîri Ömer, binaları yüksek yapmayınız diye idarecilerine mektup yazdı; çünkü bu yüksek bina yapımı kötü günlerimizden olacaktır.”5

O zaman şöyle bir soruya cevap aramalıyız:

– Fizîkî olarak daracık ama içinde ruhumuzun genişledikçe genişlediği cennet gibi mekânlar mı?

– Kocaman saraylarda (sitelerde/dairelerde) cehennem hayatı mı?

Evlerin genişliği; dört kişilik çekirdek ailenin aynı ev içinde birbirine yabancılaşıp odalarına kapandığı sözgelimi 160 metrekare bir ev mi? Yoksa dedenin, ninenin, torunların sıcacık, daracık tek bir odadaki hayatı mı?

“İnsanlar meskenler inşa edip de onları kumaşa bezemedikçe kıyamet kopmayacaktır.”6 buyruğunu zihnimizin “geniş ev” tasavvurunun yanı başına koymamız gerekmez mi?

Yaşadığımız hayatın vâkıalarından biri olan evlerimizdeki “misâfir odaları”nı gözden geçirelim. Evlerin genişliği; hiç misafir uğramayan hattâ uğradığı zaman misafirin dahi zor sığdığı ancak adı “misafir odası” olan bir mekânın olduğu bir ev mi? Misafirin hiç sıkılmadan kapısını çalabileceği, eve girdiğinde kendisine “Aç mısınız?” diye bir soruya gerek olmadan evde ne varsa bunların ikram edildiği “misafir odası” olmayan ancak “misafiri” olan ev midir?

“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, misafirine bahşişini versin.” Ashâbdan biri dedi ki:

-Onun bahşişi nedir, Ey Allah’ın Rasûlü?

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular:

-Bir gün bir gecedir. Bu zaman içinde misafire, mevcutlardan âdet üzerine yedirilir. Konukluk ise üç gündür. Bundan öte olan ikrâm misafire sadakadır.”7

  1. Evlerimizi Genişletmeliyiz

Evler muhakkak genişletilmeli. İşte bazı hadîslerde, evleri genişletecek tavsiyeler:

Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Binalarınıza haram taş koymaktan sakının, zira bu, harap olmanın esasıdır.”

“İnsan evine girdiğinde Allah’ı ansın…”

“Müslüman evlerinin en hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir.”

“Evlerinizi kabre çevirmeyin. Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın ve onları kabre çevirmeyin.”

“Sizden biriniz, günlük yiyeceğini bulur ve vücûdu sıhhatte olduğu halde tehlikelerden emin olursa dünya kendisine verilmiş gibidir.”

“Rıfktan mahrûm olan bir ev halkı, her şeyden mahrûm olmuştur.”

“Kişinin evindeki namazı nûrdur. Öyleyse evlerinizi namazla nurlandırın.”

Yukarıdaki nebevî tavsiyeleri şöyle güncellemek mümkündür:

Evlerin anahtarlarının hangi yolla temin edildiğinin tekrar gözden geçirilmesi, eve giren rızkın muhâsebesinin tekrar yapılması, bütün genişliğine rağmen insanı boğmayan bir ev için elzemdir.

İçinde belki yetim bakılamayan ancak Müslümanların vakıflarından bir vakfın bakımını üstlendiği yetimlerden birinin en azından 80-90 lira bakımını üstlenmek; hadîsteki “en hayırlı evlerden” biri olmaya aday olmaktır. Bugün her eve bir gazete kampanyası yerine “her eve bir yetim” kampanyası evlerimizin duvarlarını üzerimize gelmekten kurtaracaktır.

Nâfile namazlarla evin nûrlanması; cemaatle namazı önemseyen insanların evlerine nâfile namazdan pay ayırmasına yönelik bir nasihattir. O zaman hâl-i hazırdaki durumu bir adım daha öteden başlatmak gerekir. Öncelikle, evlerin reislerinin önce camilerdeki saflarda yerini almaları sonra da camideki aydınlıktan biraz da evlerine ayırmaları gerekir. İşte o zaman namazın karanlıkları aydınlatan bir nûr olduğunu görürüz. Bir de hanımlar için en hayırlı mabedin ve namazgâhın da evleri olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

Bunlardan sonra en büyük endişemiz rızıktır. Geniş evin; geniş bir buzdolabına sahip, dolabı tamamen dolu, aylık-haftalık market alışverişleri yapılan, haftalık pazar hesabı yapılan bir ev olmadığı anlaşılmaktadır. Kişinin, bir sonraki öğünde tek bir tabak çorbası varsa, Peygambere (sav) göre o en şanslı insandır:

“Sizden biriniz, günlük yiyeceğini bulur ve vücûdu sıhhatte olduğu halde tehlikelerden emin olursa, dünya kendisine verilmiş gibidir.”8