İçeriğe geç
Anasayfa » FAKİR İLE ZENGİN ARASINDA KÖPRÜ

FAKİR İLE ZENGİN ARASINDA KÖPRÜ

            Lûgatte: Temizlik, bereket, artış, salah/uygunluk gibi manalar gelir.

            Istılahta: Allah Teâla’nın, tayin edip belirlediği, maldan bir kısmının mal sahibinin malından ayırtarak sırf Allah rızası için Hz. Peygamber’in soyundan olmayan bir fakire temliktir /fakiri o mala (mülk, para, menfaata) mâlik kılmaktır. [1]

Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de çoğunlukla namazla birlikte zikredilmiştir. Önce Allah (c.c.) iletişimin en güzel vesilesi namaz, sonra insanlarla alakayı sağlayan köprü, zekâtı ve sadakayı içine alan infâk zikredilmiştir. Mesela,

Onlar gayba inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz şeylerden Allah için infâk ederler/ harcarlar.”[2] diye zikredilmiştir. Diğer bir âyette

“Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.”[3] diye emredilmiştir.

Zekât, Allah Teâlâ’nın emridir. Hiç şüphesiz emrin önemi emredene göredir.

Zekât emrinin önemini Hz Ebû Bekir (r.a.)’in zekât vermeyenlerle harp etmiş olmasından da anlamak mümkündür. Zira bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.):

            Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in, Allah’ın elçisi olduğuna şehadet edinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar insanlarla savaşmam bana emrolundu. Bunları yaparlarsa, -İslam’ın hakkı olan hadler hariç- canlarını, mallarını benden korumuş olurlar. Gerçek durumlarının hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır.” buyurmuştur.[4]

Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok infâk kelimesi kullanılmıştır. Çünkü infâk farz olan zekâtı, vacip olan fıtırı ve diğer sadakalar olan nafileyi de içine almaktadır. Böylece hem fakir hem zengin olanın vermesi teşvik edilmiş olmaktadır. Zengin farz olarak, fakir sevap ve bereket vesilesi, olarak… Sadaka, bazen zekât olarak bazen de nafile sadaka manasında kullanılmıştır. Zekât ise farz olan manada geçmektedir. İnfâk, dünyada kalbindeki mal sevgisi kirinden temizlenmek, ahirette sevap ve ecir kazanmak için daha doğrusu Allah Teâla’nın rızasını kazanmak için malını, nefsini, makamını, ilmini, bedenini harcamaktır.

Şu hadîs-i şerîfte infâk eden övülmüş ve gıpta edilmeye layık olduğu belirtilmiştir:

    “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir:

              (Birincisi) Allah’ın kendisine mal verip de o malı hak uğrunda sarf etmeye muvaffak kıldığı kimse; (İkincisi) Allah, kendisine hikmet/ilim ve irfan verip de, o hikmet gereği hükmeden ve onu başkasına da öğreten kimsedir.” buyurmuştur.[5]

Sadaka sözü verdikten sonra cayılmamalıdır. Zira bu konuda Hz. Peygamber:

            “Verdiği sadakadan dönen kimse, yediğini kustuktan sonra dönüp onu yiyen köpeğe benzer” buyurmuştur.[6] Hatta bu hususta şu rivâyet de ne kadar manidardır:

Ömer İbni’l-Hattâb (r.a.) şöyle dedi:

“Ben iyi cins bir atımı Allah rızâsı biçin bir mücâhide vermiştim. O zât ata iyi bakamadı, onu zayıflattı. Bunun üzerine ben hayvanı para ile satın almak istedim. Ucuza vereceğini de tahmin ediyordum. Durumu Nebî (s.a.s.)’e arzettim. O (s.a.s.) şöyle buyurdu:

-“Bir dirheme bile verse, sakın onu satın alma, verdiğin sadakadan asla dönme! Zira bağışından dönen, kustuğunu yalayan gibidir.”[7]

            Sadakalarda dikkat gereken bir husus da sadaka veya zekât verdikten sonra başa kakmamak gerekir. Çünkü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey İnananlar! Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kalkma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandılarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”[8]

Kur’ân-ı Kerîm’de infâk, 72 yerde, sadaka 14 yerde, zekât 32 yerde zikredilmiştir.

İslâm’ın infâk, sadaka ve zekâttaki gözettiği hedefleri:

  1. Mü’minin imanını kemale erdirmektir.

Mü’minin Allah için yaptığı her amel imanının kemalini artırmaktadır. Zekât aynı zamanda mü’min ile müşrik/Allah’a ortak koşan kimsenin farkını ortaya koymaktadır. Bu durumu Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmede açıklamıştır:

      “Onlara söyle: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Atık O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin; vay ortak koşanlara! Onlar zekât vermezler; âhireti inkar edenler de yalnız onlardır.”[9]

Âyette, zekât vermememin müşriklerin bir özelliği olduğu anlatılmıştır. Demek ki zekât vermemek bu açıdan müşriklere benzemek olur.

  1. Zenginliğin bir kısım ellerde toplanmasına engel olmaktır.

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 “Allah’ın (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah’a, Peygamber’e, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir. Tâ ki (bu mallar) içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdiyse (veya ne emrettiyse) onu alın (kabul edip uygulayın), size ne yasakladıysa ondan sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.”[10]  

Zekât verilmesiyle, fakirin zengine hem düşman olması ortadan kalkmış olmakta, hem de zengin ile fakir arasına bir köprü kurulmuş olmaktadır. Böylece ezenler ve ezilenler değil fakire şefkat eden zengin, zengini sayan fakir oluşumu ile gitgide orta bir sınıf, orta direk kurulmuş  oluyor.

  1. Malı bereketlendirir.

            Şu âyet-i kerîmelerde fâizin bereketleri mahvettiği, zekâtın, sadakanın bereketlere sebep olduğu bildirilmiştir:

             “Allah fâizi tüketir( Fâiz karışan malın bereketini giderir), sadaka (sı verilen mal)ları ise bereketlendirir. Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok fakir ve günahta ısrar eden hiçbir kimseyi sevmez.”[11] 

Âyette gerçek ribânın yani artışın fâizde değil infakta yani zekâtta ve sadakada olduğu ortaya konmuştur. Artık bu kadar büyük bir zarar olan ribayı bir kâr, bir kazanç sanıp da arkasında koşmamalıdır. Sonra ribâcıların zannettiği gibi, ribâ malı artırır da sadakalar eksiltir değildir. Tam tersine, Allah, malı artırır sanılan ribâyı derece derece eksilte eksilte nihâyet mahveder. Ribâ, içinde ayın dördü gibi parlak görünen servetleri, hilâl gibi küçülte küçülte nihâyet gözle görülmez hale getirir de buna karşılık; malı eksiltir sanılan sadakaları “irbâ” eder, yani gitgide büyütür ve çoğaltır, nemalandırır. Ribâ, mal üretecek hayatları kurt gibi yiye yiye bitirir, nihâyet sermayelerin de batmasına sebep olur. Halbuki sadakalar ecir, hayat ve bereket olur. Ve Cenab-ı Allah, haramı tanımakta ısrar eden çok kâfir, çok günahkâr kimselerin hiç birini sevmez. O tevbe edenleri sever, onlardan razı olur. Ribâ ise pek kâfirane ve günahkârane bir iştir.[12]

      “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğimiz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.”[13]

Halkın mallarında çoğalsın diye verdiğiniz fâiz, burada iki mânâda açıklamışlardır: Bazıları bundan maksadın, bilinen riba, yani fâiz olduğunu söylemişlerdir ki, zâhir olan (açıkça anlaşılan) da budur. Nitekim Süddî bu âyetin, Sekif’in fâizi hakkında indiğini rivâyet etmiştir. Çünkü Sekif ve Kureyş kabileleri fâizcilik ederlerdi. Buna göre demek olur ki, fâiz, henüz yasaklanmadan önce kötülenmiştir. Fakat diğer bir çok tefsirciler burada riba (fâiz) deyiminin mecaz olup maksadın, fazlasıyla karşılığı gözetilerek verilen fazla hediyeler, bağışlar olduğunu söylemişlerdir ki, bu mânâ İbn-i Abbas’tan rivâyet edilmiştir. Buna göre fazlasıyla karşılığı gözetilerek verilen hediyeler bir çeşit fâizciliğe benzetilerek yerilmiş olacağından dolayı fâizin yasaklanmasında daha beliğ olmuş olur.[14] Nitekim bilinen fâiz deyimi hakkında “yemek” ifadesi kullanılmıştır. Şu halde mânâ şöyle olur: Halkın mallarında fâiz gibi nemalanarak (artış göstererek) fazlasıyla karşılığını almak için verdiğimiz bağışlar, hediyeler, “Allah yanında nemalanmaz, artmaz.” Fâizin Allah yanında hiçbir sevabı olmadığı gibi, halktan karşılığı fazlasıyla alınmak niyetiyle verilen hediyeler de öyledir. Gerçi günah değildir, fakat sevabı da yoktur. “Allah yüzünü, Allah rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise işte kat kat katlayanlar onlardır.”, “Bir tohuma benzer ki yedi başak bitmiştir, her başakta yüzer tane vardır. Allah dilediğine böyle veya daha fazla kat kat verir.” (Bakara sûresi (2), 261.)[15]

            “De ki:  Benim Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsınız, O (Allah), onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”[16] 

Mallardaki artışı ve eksiltmeyi yaratan Allah Teâlâ’dır. Malın artmasını, âhiretteki sevabı düşünüyorsan Allah için infâk et, demektir. Nasıl olsa her şeyin gerçek sahibi, verene vereceğini va’d etmiştir. Öyle ise ver demektir, ver ki sana tekrar ve yine verilsin.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:                                                                                        

“Her sabah iki melek iner. Biri:

-Ya Rabb! Cömertlik edene malının karşılığını (halef) ver, der. Diğeri de:

-Ya Rabb! Cimrilik edenin malını telef et, diye dua eder.”[17]

Meleğin duası da bedduası da reddolmaz, kabul edilir. Meleğin bedduasını değil de duasını almak istiyorsan cömertlik edip infak et! Cimrilik etmek ise bedduasını istiyorum demektir.

            “Kim helal kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, -ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez- Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.”[18]

Dünyada verdiği habbenin âhirette kubbe olmasını isteyen helalden Allah rızası için vermelidir. Bunun şartı helal olmasıdır.

            “Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça Allah da onun şerefini artırır. Kim Allah için alçakgönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.”[19] 

Hadîs-i şerîfte üç şeyin zâhire göre zarar olduğu ama hakîkatte yarar olduğu anlatılmaktadır. Esas fayda zâhirinde değil bâtınında, gerçek fayda maddî tarafında değil manevî tarafında olduğu ortaya konmuş olmaktadır. Sadaka verilince zâhire göre eksilmekte ama hakîkatte eksilmemektedir. Allah Teâlâ da o eksileni âlâsıyla telâfi etmekte hatta artırmaktadır. Affın da insanın nefsinde küçülme olmakta ama ruhunda, insanların yanında ve Allah’ın yanında değeri artmakta ve manen büyümektedir. Tevâzu da aynı şekilde nefsinden fedakârlık yapmaktır. Ama Allah Teâlâ onun kadrini toplum yanında yüceltmektedir.

Allah Teâlâ âdeta kula infak etmeyi kulun infakına bağlamıştır. Kul az verir ama Allah kula çok verir. Zira Allah kendisine yakışan şekilde ihsan eder. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s), hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:

            “ Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ey âdemoğlu! (Allah için) infâk et ki, sana da infâk olunsun!”[20]

  1. Cimrilikten uzaklaştırır.

            Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah’ın, kereminden kendilerine verdikleri (infakta) cimrilik gösterenler, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, tersine bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[21]

Mü’min, Allah’tan korkar cimrilik etmez, hem böylece malın telef bedduasından kurtulmuş olur hem de ahiretteki azaptan kurtulmuş olur. Ayrıca malın insana verilen bir fadl/ihsan olduğu, her şeyin Allah’ın olduğu, o mal üzerinde kulun sadece bekçilik olduğu, bekçiye gerekenin malın gerçek sahibi Allah’ın emrine göre malı tasarruf etmenin gerektiği, aksi takdirde bekçiliği su-i istimalden dolayı cezaya çarptırılacağı vurgulanmaktadır.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

            “Kim ki, Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını vermezse, kıyamet gününde zekâtı verilmeyen mal, sâhibi için çok zehirli erkek bir yılan sûretine konulur. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sâhibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sâhibinin çenesini iki tarafından yakarlar. Sonra: Ben senin (dünyada çok sevdiğin) malınım, ben senin hazînenim! der.”[22]

Bu gerçekleri bilen, inanır, inanan cimrilikten uzak durur, cömertlik yapar ihsanda ve infakta bulunur.

  1. İyiliğe sevkeder.

            Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe (Allah yolunca harcamadıkça) birr’e/iyiye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.”[23]

Birr: Bakara sûresi’nde (Bakara sûresi (2), 277.) âyetinde de açıklandığı üzere ihsan (iyilik etmek) geniş hayır, tam hayır demektir. “Birr” ile “hayır” arasında şöyle bir fark da göstermişlerdir: “Birr”, hayra ulaşan ve kastedilmiş fayda: “hayır” ise –kasıtsız bile olmuş olsa muhakkak faydadır. Birrin zıddı ukuk (isyan etmek), hayrın zıddı şerdir. Bununla beraber “birr”, hıns (günah) karşılığı da kullanılır. Burada birr’e erişmek, hayır ve iyilik etme sıfatıyla sıfatlanmış olmak veya “İyiler mutlaka nimet içindedirler.” (İnfitar sûresi (82), 13.) âyetinin delaleti üzere iyiliğe ve ilâhi sevaba ermek mânâlarından her biriyle tefsir edilmiştir ki, ikisi birbirinden ayrılmazlar. “Allah asla sözünden dönmez” (Âl-i Imrân sûresi (3), 9.) âyeti gereğince Allah’a söz vermek ve anlaşmada tamamıyla ayak direyerek ilâhî va’de tamamen kavuşmak, ermek mânâsı, her ikisini de içine alır. Buna göre iman, dinin temeli; birr, dinin gayesi demektir. Hak tevhid, hayra erişme: İşte din, bu iki esasın mahsulüdür. Ve bu şekilde âyet, kendisinden önceki iman konularının bir sonucu, kendisinden sonraki hükümlere dair konuların da mukaddimesi (başlangıcı) yerindedir.[24]

İyi olmak isteyen iyilerin yolunu izlemelidir. İyilerin yolu, Allah’ın sevgisini kendilerinin sevdiği şeylerin sevgisine tercih etmek, bütün sevgileri ve sevgilileri Allah’ın sevgisine kurban etmektir. Önemli bir şey de yaptığını sırf Allah için yapmaktır. Çünkü Allah Teâlâ niyetleri biliyor. Hedef Allah rızası olmayınca yapılanların hiçbir değeri yoktur. Allah’ı tercih eden Allah’ın tercih ettiğini tercih eder de sevap sebebine yönelir. Şeytanın tehddidine aldanmaz. İşte şu âyet-i kerîme bunu net ortaya koymaktadır:

            “Şeytan sizi (verirseniz) fakir olacaksınız diye korkutur ve size cimriliği emreder. Allah ise size (verene) katından bir mağfiret ve bir lutûf/bolluk va’d ediyor. Allah (ihsânı) geniş olandır, her şeyi bilendir.”[25]

Şeytan, hem hayra engel olur hem de şerre sebep olmak ister. Fakirlikten korkan, Allah’ın va’dine güvenmiyor, şeytanın tehdidine aldanıyor demektir. Veren kimse de Allah’ın va’dine güveniyor demektir. Vermek ilâhî bağışlanma ve ilâhî lûtfa ermek isteğinin ifadesidir. Ayrıca vermek Allah’ın fazlının geniş olduğunu, Allah’ın her şeyi bilerek emrettiğini tasdikin bir ifadesidir.

  1. İman, sâlih amel özellikle namaz ve zekât, dünya ve âhiret korku ve üzüntüden kurtuluş teminatıdır.

            Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “İman edip sâlih amel işleyen, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.”[26]

  1. Hem kalpteki kiri hem malın kirini temizler.

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları artırıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.”[27]

Arapçada maddî temizliğe tathîr, manevi temizliğe tezkiye denir. Ayrıca tezkiyenin diğer bir manası da artış manasındadır. Özetle mana şu olur: Zekât, maldaki maddî temizliği, kalpteki mal sevginin manevî kirinin temizlenmesini ve malın artışını sağlar.

  1. İnfâk anlayışı orta direğin oluşmasına ve herkesin yardımlaşma anlayışı ile birbirine yardım etmesine neticede herkesin zenginlikten istifade etmesine sebep olur.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

            “Allah bu dini kendisi için seçmiştir. Dininiz ancak sehavet/cömertlik ve güzel ahlâkla düzelir. Dikkat edin! Dininizi işte bu ikisi ile süsleyiniz!.”[28]

Eğer sehavet sahibi zenginler mallarını toplumun temel iki sınıfı ulemâ ve ümerânın yetişmesine sarf etseler, güzel ahlâk sahibi insanlar da topluma model/örnek olsalar işte o zaman huzur toplumu olur. Dinin ıslahı dindarının ıslahıyla, dindarının ıslahı ilmiye sınıfının ıslahıyladır. İlmiye sınıfı düzelirse toplum düzelir. İlmiye sınıfının yetişmesi, ilmiye sınıfını yetiştirecek müesseye bağlıdır. Bu müesseseler de ancak cömert zenginlerin infâkıyla meydana gelir.

  1. Muttakîlerin özelliklerinden önemli birisini kazanmış ve mü’minlere karşı görevlerinden önemli birisini yapmış olur.

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:.

            “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz şeylerden infâk ederler (Allah yolunda harcarlar.)”[29]

İman İslâm’da temeldir, namaz o binanın ibadet konularını içine alan bir direği, zekât iktisadî konuları içine alan diğer bir direğidir. Hem namaz kulu Allah’a bağlar, zekât daha kapsamlı olan infâk kulları birbirine bağlar, zenginle fakir arasındaki uçuruma engel bir köprü sağlar. Bu konuda Rasûlullah Efendimiz: “Zekât İslâm’ın köprüsüdür.”[30]  buyurmuştur. Zekât aynı zamanda mü’mine dost olduğunu isbat etmektir. Dost dostla alâka kurar, alakanın bir yolu da zekattır. Şu âyet-i kerîmede belirtildiği gibi:

 

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileri (dostları)dir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlune itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hüküm (ve hikmet) sahibidir.”[31]

            Bu âyet-i kerîmede mü’minlerin özellikleri ortaya konmuştur. Şöyleki:

  1. a) Mü’minler birbirlerine velilik yani sahiplik ve dostluk edecekler,
  2. b) Mü’minler dostluk, sahiplik alâmeti birbirlerine İslam’ın iyi gördüğünü emredecek, kötü gördüğünü yasaklayacaklar,
  3. c) Marufun yani iyiliğin başında namaz gelmektedir ki önce namaz kılarlar sonra zekât gelmektedir ki, zekât verirler buyurmuştur,
  4. d) Namazın önce zikredilmesi, kulun ilk görevinin yaratıcısına olması gerektiğini ifade eder. Zekâtın arkasından zikredilmesi mü’minlerin birbirlerine maddi yönden merhamet etmesi gerektiğini ifade eder.
  5. e) Arkasından “Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler.” buyurması görevlerin sadece iyiliği emir kötülüğü nehiy, namaz ve zekât değil her konuda Allah’a ve Rasûl’e itaat edilmesidir. Bütün hayatlarını Allah’ın Kitabına ve Rasûlünün Sünnetine göre düzenleyecekler demektir.

Müslümanlar bir yere inanç ve eserleriyle, ahlâk ve iyilikleriyle hâkim olurlarsa, o hâkimiyetin devamını istiyorlrsa şu dört şeye özellikle zekata dikkat etmelidirler. Şu âyet-i kerîmede anlatıldığı gibi:

       “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.”[32]

  1. a) Çirkinliklere ve kötülüklere engel olan namaz,
  2. b) Sosyal dengeyi sağlayan, orta direği oluşturan ve ezenler ve ezilenler diye birbirine düşman iki sınıf haline gelmesine engel olan zekât,
  3. c) İyilerin çoğalmasını, kötülerin azalmasını belki yok olmasını sağlayan iyiliğin hâkim, kötülüğün mahkum olmasını sağlayan marufu emir, münkeri yasaklamak.
  4. Zekât, sadaka ve infâk mü’mini âhirette de zengin kılar.

            Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “… Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gösterdiğiniz her iyliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”[33]

Bu âyet-i kerîmede üç şey üzerinde durmuştur: Namaz, zekât, Allah’a karz-ı hasen vermek. Karşılık olarak Allah yanında büyük ecir. İşte bundan sonra yani, namazdan, zekâttan ve Allah’a karz-ı hasenden sonra Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilenmek…

Allah’a gerçek yakınlık farz artı nafile oluncadır; farz zekât, nafilesi sadakalar, farz namaz, nafilesi nafile namazlar (müekked ve gayr-ı müekked namazlar), farz oruç nafilesi Ramazan dışındaki diğer oruçlar, farz hacc, nafilesi haclar ve umreler. Bu konuda hadîs-i şerîfte şöyle geçmektedir:

            Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Her kim bir velime düşmanlık ederse, ben de ona harp ilan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilave olarak işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de (sanki) Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, mutlaka ona veririm; Bana sığınırsa mutlaka onu korurum.”[34]

             Bu kutsî hadîs-i şerîfi tahlil edersek şunları görebiliriz:

  1. a) “Benim velim” diyerek kendisine nisbet ederek şereflendirdiği veliye kim düşmanlık ederse o düşmanlık edene harp açacağını ilan ederek sahip çıktığını belirtmesi,
  2. b) Kulu Allah Teâlâ’ya en iyi yakıştırıcı ve en sevimli olanın farzlar olduğunu ifade buyurması,
  3. c) Her sâlih ameli, kulu yaklaştırıcı olan velinin farza ilave olarak yaptığı nafileleri işleyince sevgisini kazandığını belirtmesi,
  4. d) Allah Teâlâ’ya veliyi sevince de bütün organlarında razı olduğu amellere muvaffak kıldığını belirtmesi,
  5. e) Veli ne isterse vereceğini ve sığındığı zaman da mutlaka koruyacağını bildirmesi.

Farz artı nafilelerin esas faydası âhirette ortaya çıkacaktır. Bu konuda Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur.

Allah’a karz-ı hasen vermekle ilgili başka bir âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

 “Allah’a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem de bollaştırır; O’na döneceksiniz.”[35]

Bu âyet-i kerîmenin tefsiri hakkında merhum Hamdi Yazır şöyle demiştir:

“Şimdi kimdir o yiğit ki, Allah’a bir karz-ı hasen, yani gönülden koparak iyi niyet ve ihlâsla dişinden, tırnağından güzelce kırpıp bir ödünç versin, Allah yolunda mal harcasın da, o da yarın ona, birçok defa katlayarak kat kat fazlasıyla versin, yahut her kim öyle ödünç verirse, Allah da ona böyle kat kat verir. Bu katların miktarını ancak Allah bilir. Bununla beraber, “… bir tanenin hâli gibidir ki yedi başak bitirmiştir, her başakta yüz tane var..” (Bakara sûresi (2), 261.) hesabıyla bire yedi yüz de denilmiştir.

Rivâyet olunuyor ki Ebu’d-Dehdah (r.a.): “Ya Rasûlallah! Benim iki bahçem var, birisini tasadduk edersem bana cennette iki misli var mıdır?” demiş. “Evet” buyurulmuş, “Dehdah’ın anası da yanında mı?” demiş, “Evet” buyurulmuş, “Sabiyye de beraberinde mi?” demiş, “Evet” buyurulmuş. Bunun üzerine bahçelerinin en güzeli olan Huneyniyye adındaki bahçesini tasadduk etmiş, dönüp çoluk çocuğuna gelmiş, onlar da o bahçede bulunuyorlarmış. Hemen bahçenin kapısına durmuş, hanımı Ümmü Dehdah’a bunu nakletmiş. O da “Satın aldığın bahçeleri Allah mübarek etsin!” demiş. Çıkmışlar, bahçeyi teslim etmişler, bu âyet inmiş. Rasûlullah, “Ebu Dehdah için Cennette nice hurma ağaçları saçak atıyor” buyurmuş.

Bu ne lutûftur ki Allah kullarına böyle bir ödünç alma işi ilan ediyor ve bu bereketini ihlâs ve iyi niyetle kulun iradesine bağlı olduğunu da gösteriyor. Buna talip olunuz. Allah bu katlı ihsanı önceden niye yapıvermiyor, demeyiniz. Çünkü Allah sıkar ve açar, gerek fertlere ve gerekse toplumlara, bazen darlık verir, bazen de genişlik. Darlıkta ümitsizliğe düşmemeli, genişlikte azıtmamalı, her iki takdirde herkes hâline göre iyiliğe rağbet göstermelidir. Dişinden, tırnağından güzelce kesip Allah’a mal ve bedence isterse sıkıntılara tahammül etmek ve hiçbir şey bulamazsa “Allah’ı tesbih ederim, Allah’a hamd olsun, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, Allah büyüktür.” demek suretiyle olsun karz-ı hasen yapılmalı “Allah’a güzel bir ödünç verilmeli” dir ki sonu genişlik olsun. Ve siz ne kadar kaçınsanız, sonunda O Allah’a döndürüleceksiniz. Mükafat ya da cezanızı mutlaka bulacaksınız.”[36]

Bu konu ile ilgili hadislerde şöyle izah edilmiştir:

            Ebû Hureyre (r.a.) dedi ki, bedevînin biri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve:

– Ey Allah’ın Rasûlü! İşlediğim takdirde cennete gireceğim bir amel söyle bana, dedi. Rasûl-i Ekrem:

        -“Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk edersin. Farz olan namazları kılarsın. Yine farz olan zekâtı verirsin ve Ramazan orucunu tutarsın” buyurdu. Bedevî:

-Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu söylediklerine hiçbir şey ilâve etmem, dedi. Adam dönüp gidince Peygamber aleyhisselâm:

“Cennetlik birini görmek kimi mutlu ediyorsa, şu kişiye bakıversin!” buyurdu.[37]

            Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî (r.a.) demiştir ki bir adam Peygamber (s.a.s.)’e:

-Beni cennete götürüp cehennemden uzaklaştıracak bir davranışı haber ver! dedi.

Rasûl-i Ekrem de:

            -“Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı koruyup gözetirsin!” buyurdu.[38]  

  1. 11. Sadaka azabı söndürür

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

            “Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür” buyurdu. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.s.) “Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile rablerine dua ederler ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden de (hayra) harcarlar. Artık onlar için yapmakta oldukları bir mükâfat olarak, gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş olduğunu kimse bilmez.” âyetini okudu.[39]

 

[1]– Sa’di, Ebû Ceyb, el-Kâmûsü’l-Fıkhî, s. 159

[2]– Bakara, 2/3.

[3]– Bakara, 2/43.

[4]– Buhâri, Îmân 17, 28, Salât, 28, Zekât, 1, İ’tisâm, 2, 28: Îman, 33-36; Ebû Dâvûd, Cihâd, 95; Tirmizî, Tefsîru sûre (88); Nesâî, Zekât, 3; İbn Mâce, Fiten, 1-3.

[5]– Buhârî İlim, 15, Zekât, 5, Ahkâm, 3, Temennî, 5, İ’tisâm, 13, Tevhîd, 45; Müslim, Müsâfirîn, 266-268;

Tirmizî, Birr, 24; İbn Mâce, Zühd, 22.

[6]– Müslim, Hibât, 5.

[7]– Buhârî, Hibe, 30, 37; Müslim, Hibât, 1, 2, 3, 4.

[8]– Bakara, 2/264.

[9]– Fussılet, 41/6-7.

[10]– Haşr, 59/7.

[11]– Bakara, 2/276.

[12]– Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II, 251.

[13]– Rum, 30/39.

[14]– Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 495.

[15]– Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II, 251.

[16]– Sebe, 34/39.

[17]– Buhârî, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57.

[18]– Buhârî, Zekât 8; Tevhîd, 23; Müslim, Zekât, 63, 64; Tirmizî Zekât, 28, Nesâî, Zekât, 48.

[19]– Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82.

[20]– Buhârî, Tefsîru sûre (11) 2; Nefekât, 1; Tevhîd, 35; Müslim, Zekât, 36, 37; İbn Mâce, Keffârât, 15.

[21]– Âl-i Imrân, 3/180.

[22]– Buhârî, Zekât.

[23]– Âl-i Imrân, 3/92.

[24]– Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II, 399.

[25]– Bakara, 2/268.

[26]– Bakara, 2/277.

[27]– Tevbe, 9/103.

[28]– Münâvî, Feydu’l-Kadîr, II, 209.

[29]– Bakara, 2/3.

[30]– Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbâs, I, 439.

[31]– Tevbe, 9/71.

[32]– Hacc, 22/41.

[33]– Müzzemmil, 73/20.

[34]– Buhârî, Rikâk

[35]– Bakara, 2/245.

[36]– Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, II, 134-135.

[37]– Buhârî, Zekât, 1; Müslim, Îmân, 15, Fezâilü’s- Sahâbe, 150; İbn Mâce, Rü’yâ, 10.

[38]– Buhârî, Zekât, 1, Edeb, 10; Müslim, Îmân, 12, 14; Nesâî, Salât, 10.

[39]– Tirmizî, Îmân, 8; İbn Mâce, Fiten, 12.