İçeriğe geç
Anasayfa » FASIK KİME DENİR?

FASIK KİME DENİR?

Fısk, sınırdan çıkmak manasındadır. Fasık, sınırdan çıkan demektir. Fasık iki çeşittir:

a) Kâfir olan fasık: İman sınırından çıkan kimsedir.

b) Mü’min olan fasık: İtaat sınırından çıkan kimsedir.

Kâfir olan fasık, inkârından dolayı kâfirdir, itaat sınırından çıktığı için de fasıktır. Kâfir olan kimse itaat etse bile yine kâfirdir. Ayrıca bu kimseye münafık denir. Çünkü ameline bakar, itaat ehlidir deriz ama kalbindekini biz bilmeyiz; kalbini ancak Allah Teâlâ bilir. Allah katında o kimse inkârından dolayı kâfirdir, mü’minler katında Müslüman zannedilse bile.

Mü’min olan fasık, Allah Teâlâ’ya, Rasûlullah’a (s.a.v) iman etmesinden ve Onun (s.a.v) Allah’tan getirdiği şeyleri tasdikinden dolayı mü’mindir; Allah’ın yasak kıldığı şeyleri işlediği ve yapılmasını emir buyurduğu şeyleri terk ettiği için fasıktır.

Her kâfir, fasıktır; fakat her fasık, kâfir değildir. Ama her günahkâr fasıktır.

Fasıklığın üç derecesi vardır:

a) Kişi günah işler, kalbinde sıkıntı hisseder; inkâr etmediği için imanı vardır, ancak günah işlediğinden dolayı imanı zayıftır.

b) Kişi günah işler, kalbinde sıkıntı hissetmez; henüz inkâr etmediği için imanı vardır, ancak günahtan dolayı sıkıntı hissetmemesi sebebiyle imanı çok zayıftır.

c) Sübût-ı kat’î ve delâlet-i kat’î ile sabit olan bir günahı işler, bu günahın işlenmesini normal yani helal görmeye başlayınca kâfir olur. Fasıklığın bu derecesi küfür derecesidir. Bu kimseler bu itikad üzere ölünce cehennemde ebedi kalacaklardır.

İlk iki maddeye giren günahkâr kimse, mü’min olarak ölürse, affa uğramaz da günahları yüzünden cehenneme girerse cehennemde ebedî kalmaz. Son maddedeki kimse ise küfür üzere öldüğünden dolayı cehennemde ebedî kalır.

Âyet-i kerimede belirtilen, haksız yere adam öldüren kimsenin cehenneme ebedî olarak girmesi şeklindeki ifade ilk iki maddedeki kimseler için, cehennemde uzun süre kalacak anlamındadır; üçüncü maddeye dâhil olan kimseler ise zaten kâfir olarak öldükleri için cehennemde ebedî kalacaktır.

Günahları işleyen fasık kimse, tevbe etmez de işlemeye devam ederse küfre doğru yol alır. Belki önce kişi küçük günah işler, ardından büyük günahı işler, sonra da bu günahları helal görmeye başlayınca kâfir olur. Nitekim Yahudiler önce küçük günah işlediler, sonra büyük günahları işlemeye başladılar. Nihayet büyük günahlar da onları buzağıya tapmaya götürdü. Onlar bu işledikleri günahı helal görüp şirki de işlemiş olmalarına rağmen, “Biz cehennemde buzağıya taptığımız günler kadar belli bir süre kalıp sonra çıkacağız.” dediler. Onların içine düştükleri bu tehlikeyi ortaya koyan âyet-i kerîme şudur:

 (Hayır, mesele onların dediği gibi değil) Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri cehennem ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.”[1]

Cehennemde ebedî kalanlar ancak kâfir olanlardır. Yahudiler önce küçük günah işlediler, sonra sübût-ı kat’î ve delâlet-i kat’î ile sabit olan büyük günahı işlemeye başladılar, daha sonra da bu büyük günahı işleye işleye haramı helal görmeye başladılar, ardından buzağıya da taptılar böylece hem müşrik hem kâfir oldular. Bu kimseler, küfür itikadı üzere öldükleri için cehennemde ebedî kalacaklardır.

Haram işlemiş olanlar, eğer o haramları helal saymaz iseler, cehenneme girseler bile ebedî kalmazlar, belki bazı büyük günah işleyenler, kasten adam öldürenler gibi uzun süre kalacaklardır.

Allah Teâlâ, âyet-i kerîmede şirk ve küfür üzere ölenleri bağışlamayacağını, şirkin ve küfrün dışındaki günahları dilerse bağışlayacağını bildirmiştir.[2] Bağışlamayıp cehennemde ebedî kalacaklarını buyurmuşsa, onlar kâfir olarak ölmüşler demektir. Eğer mü’min olarak ölmüşlerse cehennemde geçici müddet kalacaklar ve Allah’ın izni ve affı sayesinde veya cehennemden çıkarılmaları için şefaatleri kabul edilince çıkarılacaklardır.

Fasık Olanların Haberine Güvenilir mi?

Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onu(n doğruluğunu ve o fasıkın kim olduğunu) araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”[3]

Âyet-i kerîmenin nüzul sebebi kaynaklarda şöyle anlatılmaktadır.

Velîd b. Ukbe, Benî Mustalık kabilesinin zekât vergisini toplamak üzere gönderilir. Velîd yolda iken birisi, bu kabileden silahlı bir grubun yola çıktığı haberini getirir. Velîd, onların savaşmak için çıktıklarını düşünerek geri dönüp Hz. Peygamber Efendimiz’e durumu anlatır. O da haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velid’i gönderir. Hâlid b. Velid (r.a) kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırır. Söz konusu edilen grubun ezan okuyup namaz kıldıklarını ve İslam’a teslimiyetlerinin/bağlılıklarının devam ettiğini tespit eder ve Medine’ye döner. Sonunda o kabilenin zekâtla görevli zekât tahsildarının geciktiği için durumu öğrenmek veya zekâtı kendi elleriyle Peygamber Efendimiz’e teslim etmek üzere yola çıktıkları anlaşılır.[4]

Âyet-i kerimedeki “fasık” kimseden maksat Velid b. Ukbe değil, ona haberi getiren, büyük ihtimalle kâfir olan fasık kimsedir. Çünkü Rasûlullah’ın ashabı genel olarak doğru, dürüst, takva yani âdil kimseler olarak kabul edilmişlerdir. Âyetin ilk muhatabı Velid b. Ukbe sonra Hz. Peygamber Efendimiz’dir. Velid b. Ukbe’nin araştırmadan haberi kabul etmesi yanlıştı. Fakat Hz. Peygamber Efendimiz doğru olanı yaptı, konuyu araştırmak için Halid b. Velid’i (r.a) gönderdi.

“Bir âyetin nüzul sebebinin özel oluşu mananın genel oluşuna engel değildir.” kaidesi gereği ayetin muhatabı; özellikle idareci, âmir durumunda olan her mü’mindir.

Haber getiren kişinin araştırılması için illa kâfir olması şart değildir. Haber getiren Müslüman da birilerinin oyuna gelebilir. Dolayısıyla bir haberi hemen reddetmek doğru olmadığı gibi hemen doğrulamak da tehlikeli olabilir. Belki önce haber getirenin durumu, sonra haberin kendisi araştırılmalıdır.

Âyet-i kerîmeden çıkarılan hüküm; yalancı, günahtan sakınmayan kimse diye bilinen veya hali durumu bilinmeyen kimselerin verdikleri bilgilere ve sundukları haberlere hemen itimat edilmemesi, bunlara göre hüküm verilmemesi ve harekete geçilmemesidir. İşte bugün televizyonların ve gazetecilerin verdikleri haberleri araştırmadan hemen kabul etmek tehlikelidir. Elbette haber değeri olan haberler araştırılmalıdır. Önemi olmayan haberlerin araştırılmasının da önemi yoktur.


[1]     Bakara, 2/81.

[2] Nisâ, 4/48, 116.

[3] Hucurât, 49/6.

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 279; Tefsîru’l-Kurtubî, XVI, 296.