İçeriğe geç
Anasayfa » FETVA EHLİYETİ ve ADÂBI

FETVA EHLİYETİ ve ADÂBI

Fıkıh ilminde fetva, sorulan dinî bir meseleye fakih olan kimsenin verdiği cevaptır. Soruyu soran kişiye müsteftî, fetvayı veren kişiye müftî[1] denir. Fetva, ictihada yakın bir manada olup hem şer‘î-hukukî bir mesele hakkında dinin temel kaynaklarında mevcut hükmün izah edilmesi, hem de hakkında hüküm bulunmayan konularda belli kaynaklara ve usullere bağlı kalarak fıkhî bir hükmün elde edilmesi faaliyeti manasına kullanılabilir. Peygamber Efendimiz x zamanından itibaren tarih boyunca verilen fetvalar Müslümanların dinî hayatının düzenlenmesi ve yönlendirilmesi kadar fıkıh literatürünün oluşmasında da önemli rol oynamıştır.[2]

Fetva vermenin ehemmiyetine ve mesuliyetine dikkat çeken İslam âlimleri, fetva istenen konularda ahkâma muttali olmadan verilen cevaplarda isabet edilmiş olsa dahi şer‘î hükümlere karşı laubalilik ve mukaddesata karşı saygısızlık yapılmış olunacağından bu durumu çok tehlikeli görmüşlerdir. Fetva vermenin bu büyük mesuliyetinden dolayı pek çok muhaddis veya âlim, ictihad davasına kalkışmamış, fetva vermekten geri durarak bu hususu gerçek fıkıh âlimlerine (fukahâya) bırakmışlardır.[3] Meşhur hadis âlimi Râmehürmüzî (ö. 360/971), Abdurrahman b. Ebî Leylâ’nın (ö. 83/702), “Ben, Ensar’dan 120 kişiyle mülâkî oldum. Onlar gerek hadis rivayeti gerekse fetva verme hususunda çok çekingen dururlardı. Onların her biri (mesuliyetinden dolayı) kendinin yerine başkasının fetva vermesini arzulardı.” dediğini nakletmiştir.[4]

Kur’an-ı Kerim’deki “Eğer bilmiyorsanız, bilgi sahibi olanlara sorunuz.[5] ve “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme.[6] mealindeki ayetler, dinî ilimler de dâhil olmak üzere her hususta bilgi, ihtisas ve liyakate dayalı bir hiyerarşinin gerekliliğine işaret etmektedir. Aynı durum sünnet-i nebevîde de görülür. Mazeretinden dolayı teyemmümle yetinmesi gereken bir sahâbîye su ile boy abdesti aldıran ve bu yüzden hastalanıp ölmesine sebep olan kimseler hakkında, “Allah onları kahretsin![7] Adamı öldürdüler; mademki bilmiyorlar, bilene sorsalar ya! Acziyetin, bilgisizliğin ilâcı sormaktır.[8] buyuran Rasûl-i Ekrem x insanları daima ilme teşvik etmiş, cahilliği ve bundan kaynaklanan cesareti kınamıştır. “Sizin fetva vermeye en cüretkâr olanınız, cehenneme atılmaya en cesaretli olanınızdır.”[9] buyurarak da ilim sahibi olmadan fetva vermenin tehlikesine dikkat çekmiştir. Bu sebeple İslâm dininde Kur’an ve sünnetin iyi anlaşılmasını ve insanlara nakledilmesini sağlayacak, bunlardan hüküm çıkararak Müslümanlara yol gösterecek âlimlerin yetişmesi farz-ı kifâye kabul edilmiştir.[10]

İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren sadece şahsî meseleler değil aynı zamanda ictimaî, siyasî, idarî, hukukî meseleler de fetvanın konuları arasına girmiştir. Hulefâ-yi râşidîn, kendi dönemlerindeki fakihlerin fetvalarına büyük ehemmiyet vermişlerdir. Müteakip asırlarda hüküm süren İslam devletleri de müftîlerden görüş almadan büyük işlere girişmemiştir. Aynı şekilde Osmanlı Devleti’nde savaş, barış, ıslahat veya eşkıyalık yapanlara gerekli cezaların verilmesi gibi mühim olaylar da fetva konusu olmuş, konuyla ilgili Şeyhülislama danışmak sureti ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.[11]

Fetva Vermenin Sorumluluğu

Fetva veren kişi aslında İslam dini adına izahat yaparak helâl-harâm, câiz-câiz değil, sahîh-fâsid vb. hükümleri belirlemektedir. Eğer gerekli araştırmayı yapmadan hevasına tâbî olarak fetva verme cesaretini kendinde buluyorsa, bu durum tehlike arz eder. Özellikle de kul hakkına taalluk eden hususlarda ehliyetsiz müftîler büyük vebale girmiş olur. Ayet ve hadislerin manalarını yüzeysel bir şekilde anlayan, hâfızalarında birkaç hadis ezberi bulunan kimselerin bir müctehide tâbî olmayıp da şer‘î delillerden hüküm çıkarmaya kalkışıp kendi namlarına fetva vermeleri kesinlikle caiz olmaz.[12]

Allâme Muhammed Zahidü’l-Kevserî yirminci yüzyılın ortalarında Mısır coğrafyasında gördüğü fıkhî istikrarsızlığa işaret etmek üzere şu değerlendirmede bulunmuştur; “Fetvâ vermenin mesuliyetinin nüktelerini anlayamayan günümüz müftîleri (!), gerek yazılı gerekse görsel medya organlarında veya cemiyet içinde fetva vererek hiç farkında olmadan Müslümanların arasına ihtilaf tohumları saçmaktadır.Bu tarz bir ilmî (!) faaliyet uzun vadede Müslümanların bir araya gelme imkanını da ortadan kaldırmaktadır.”[13] Zira İslam âleminin en güçlü olduğu dönemler incelendiğinde, fetva kurumunun ve ehliyetli temsilcilerinin hem hukukî istikrarın sağlanmasında hem de Müslümanlar arasında İslâm’ın anlaşılması ve yaşanmasıyla ilgili geleneğin belli bir çizgiyi korumasında mühim vazifeler üstlendiği görülmektedir. Meselenin hassasiyetine işaret etmek üzere Peygamber Efendimiz x: “(Yüce) Allah, ilmi kullarının kalbinden silmek suretiyle değil âlimlerin ruhunu kabzetmek suretiyle kaldırır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca halk kendilerine cahil birtakım kimseleri önder edinir. Bunlara (meseleler) sorulur. Onlar da ilimsiz (cahilce) fetva verirler de hem kendileri sapıklığa düşerler hem de (halkı) doğru yoldan saptırırlar.[14] buyurmuştur.

Fetva verme, bir nevi ictihad faaliyeti kabul edildiği için manevî mükâfatı kadar uhrevî sorumluluğu da fazla olan bir vazifedir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu mesuliyete dikkat çekilerek “Allah bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.[15], “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, ‘Bu helâldir, şu da haramdır.’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan söylemiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.[16] buyrulmakta, böylece ehliyet sahibi olmadan dinî hususlarda hüküm vermenin ağır bir vebal olduğu ifade edilmektedir. Bu sebeple fetva verme fazlaca sorumluluk gerektiren bir iş olup, bu vazifeyi üstlenecek olan kimsenin bazı şartları ve meziyetleri taşıması gerekmektedir.

Fetva Vermede Ehliyet

Fakihler, fetva verecek olan kişinin Kur’an, sünnet, Arapça bilgisi yanında önceki müctehidlerin ittifak veya ihtilaf ettikleri hususları ve kıyası bilmesi gerektiği hususunda icma etmiştir. Buna göre kendisine dinî bir meselenin hükmü sorulan müftînin, o meseleyle ilgili olarak Kur’an ve sünnetin özellikle nâsih-mensûhunu, nüzûl-vürûd sebeplerini; âmm-hâssını, muhkem-müteşâbihini, mücmel-müfesserini, ayrıca sünnetin mütevâtir, meşhûr ve âhâd; kavlî, fiilî ve takrirî kısımlarını; sahîh, hasen ve zayıf nevilerini bilmesi veya bunları araştırıp öğrenebilecek bir usûl ve bilgi birikimine sahip olması ve bunu meleke haline getirmiş olması lazımdır. Fetva verecek kişi Kur’an, sünnet ve icmâda veya mensûb olduğu mezhep birikiminde açık olarak bulamadığı hususların hükmünü araştırmak için fıkıh usulü ilmini de çok iyi bilmelidir. Bütün bunlara ilave olarak fetva verecek kişinin sağlam düşünceli, dindar, zeki ve anlayışlı olması, duygularına kapılmaması, zengin bir kültüre sahip bulunması da gerekir.[17]

İbn Âbidin, fetva ehliyetine sahip olan kişinin “müftâ bih”[18] görüşün dışına çıkarak mezhep birikiminden istifade etmek suretiyle kendi hevasına göre başkalarına fetva vermesini doğru bulmamıştır. Her ne kadar mezhepte müctehid derecesine ulaşmış müftîlerin kendileri için bu fetvalar ile amel etme imkânı olsa da fıkhî istikrarın bozulmaması için başkalarına bu fetvalar ile hüküm bildirmelerine -mezhep içinde- izin verilmemiştir.[19] Eğer müftî, ictihad mertebesine ulaşamadıysa ve bir fetva bulmak için bazı fıkıh kitaplarını karıştırmak sureti ile kendisine gelen sorulara cevap yetiştirmeye çalışıyorsa, başkalarını kurtarmak adına çok tehlikeli işlerle iştigal ediyor, mezkûr ikazların ve tehditlerin doğrudan muhatabı oluyor demektir.

Fetva isteyen kimse kendisinden korkulan veya saygı duyulan bir kişi de olsa, müftînin ona gerçeği apaçık söylemesi, Allah için yapacağı bu işte kınanmaktan korkmaması gerekir. Şu kadar var ki ikrah ve tehdit altında bütün mükelleflerden bazı sorumluluklar kaldırıldığı için böyle bir durumda kalan müftî de verdiği fetvada mazur görülebilir. 

Fetva İsteme Adabı

Fetva veren kimsede olduğu gibi fetva alan kişinin de dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Öncelikle kişi fetva soracağı zaman “müftî” olan kişiyi araştırmalı, adalet ve takvasına güvenebileceği bir kimse olmasına ihtimam göstermelidir. Fıkıh âlimleri, avamdan olanların müftîden delil ve kaynak istemesini hoş görmemişlerdir. Ancak müsteftînin (fetva isteyenin/soranın) mutmain olması için fetvayı aldıktan sonra müftîden şifahen delil istemesi bazı durumlarda mazur görülebilir. Başkasının bilgi seviyesini ölçmek, cahilliğini teşhir etmek, aldığı bilgiyi başkasının aleyhine kullanmak, lüzumsuz münakaşalarda bulunmak için sorulan fetvalarda müftînin cevap verme zorunluluğu da yoktur. İhtiyaca müstenid olmayan sorularda fetva vermek kötü niyetli kişilere yardımcı olmak kabul edileceğinden basiret sahibi müftîlerin dikkatli davranmaları, verilen fetvanın istismar edilmesi ihtimaline karşı müteyakkız olmaları gerekir.[20]

Fetva Verme Adabı

Fetva veren kişi, dinde gerçek kanun koyucu olan Şâri‘-i Hakîm adına söz söylediğini daima hatırında tutmalıdır. Kimden sadır olduğuna bakmaksızın, dinde yeri olmayan davranışlar karşısında cemiyeti irşad ederek hakkı ve adaleti tesis etmenin gayretinde olmalıdır. Dindar bir kişiliğe sahip olup, dinin vecibelerini yerine getirme, -mekruhlarla birlikte- yasaklarından sakınma noktasında ihmalkâr davranmamalıdır. Dedikodu, töhmet ve kınamaya sebep olabilecek hususlardan şahsiyetini koruması da müftîden beklenir. Fetva vereceği zaman aceleci, heyecanlı, duygularına hâkim olamayan bir kişi portresi ortaya çıkarsa da bu zaaflarının farkında olarak kendi başına fetva vermekten imtina etmesi gerekir.[21]

Kişiye fetva ehliyetini kazandıran en mühim hususlardan biri de silsile halinde âlimler topluluğundan ilmini tevarüs etmiş, ilmiyle âmil bir hocadan tahsilde bulunmuş olmaktır. Kendi gayretleri ile ilim sahibi olan kişilerde, hocalardan görülerek öğrenilen görgü, nezaket, ahlâk ve kültür birikimi -maalesef- arzu edilen seviyelere ulaşamamaktadır. Nitekim bu hususa işaret etmek üzere “İsnadıyla ve metniyle kitaplarda bulunamayan nice ilimler vardır!” denilmiştir.[22]

Fetva verecek kişinin, içinde yaşadığı cemiyette olup bitenleri takip etmesi, verilen fetvaların gerçeklerden kopuk olmaması noktasında ehemmiyet arz etmektedir. Müftî, ilmî ve fikrî birikiminin yanında, dünya üzerinde cereyan eden hadiselerin farkında olarak, vereceği fetvaları kötü niyetli kişilerin emellerine alet etmemelidir. Bilmediklerinin yanında bildiklerinin ehemmiyeti olmadığının farkında olan (gerçek) müftî, peygamber varisi olduğunun şuuruyla kendini beğenmişlik gibi süflî davranışlardan uzak durarak mütevazı bir hayat yaşamalıdır. Cemiyet içinde itibarını muhafaza etmesine yardımcı olacak bir giyim tarzı benimsemeli, ağır başlı, vakûr, yumuşak huylu ve tatlı dilli bir kimse olarak hayatını idame ettirmelidir.[23]

 Sorulan mesele başka ilim/bilim dallarının ilgi alanına giriyorsa, müftînin o sahada uzman olan kişilerle istişare etmesi, doğru karar verebilmesi açısından ehemmiyet arz etmektedir. Müftî kendisine sorulan suali dikkatlice dinlemeli, yazılı ise iyice incelemeli, anlatımda bozukluklar varsa tahminlerine göre kapalılıkları kendi anlamaya çalışarak fetva vermemelidir. Verdiği fetva, müşkilini arz eden kişinin, cevabını aldığı zaman başkasının izahına ihtiyaç duymadan amel edebileceği şekilde açık olmalıdır. Fıkıh kitaplarında geçen ilmî tartışmaları fetva isteyen kişiye aktarmak o kimsenin zihnini karıştıracağından bu hususta da dikkatli davranılması gerekmektedir.[24]

Sonuç

Fetva meselesi dinin hayata direkt müdahale sahası olduğundan hem fetva veren hem de alan kişinin dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Bu adaba riayet etmeden fetva işiyle meşgul olan kimseler İslam’ı temsil noktasında kötü bir yerde durmaktadırlar. Böyle kimseler eğer fetva ehliyeti taşıyorsa ya gerekli âdâbı öğrenerek Müslümanlara yardımcı olmalı ya da temsil ettiği makamın hakkını veremediğini fark ederek daha yektin kişilere bu işleri havale etmelidir.

Fıkıh ilminde fetva vermek, ictihadın bir parçası olarak kabul edilmektedir. İctihad kapısının açık mı kapalı mı olduğu tartışmalarına bu zaviyeden bakılacak olursa geldiğimiz noktada, ictihad kapısının kapalı olmadığı; ancak o kapıdan girecek ehliyetli âlimlerin de olmadığı, varsa bile çok az sayıda olduğu anlaşılmaktadır. Yeni karşılaşılan meselelerle alakalı, delillerden hüküm çıkarma ameliyesi günümüzde bir tek kişinin yapabileceği kadar kolay bir iş değildir. Tek kişinin bütün yetkinlikleri müktesebatına almasının neredeyse imkânsız olduğu çağımızda, fetva kurullarının istişare ile kararlar alması daha isabetli görülmektedir.


[1] Bu yazıda müftî ile kastedilen, günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında daha çok din hizmetleri ve bürokratik idari işleri ile meşgul olan ve müftü olarak isimlendirilen kimseler değildir. Fıkıh ilminin bir ıstılahı olarak fetva veren kişidir.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, I, 246; Fahreddin Atar, “Fetva”, DİA, XII, 495.

[3] Bilmen,  I, 250.

[4] İbnü’s-Salâh, Edebü’l-fetvâ, s. 28; Dârimi, Mukaddime, 19; İbn Hibban, Kitâbu’s-Sikât, IX, 215.

[5] en-Nahl 16/43; el-Enbiyâ 21/7.

[6] el-İsrâ 17/36.

[7] Bilmediği bir konuda hatalı fetva vermesi ve bunun bir Müslümanı ölüme götürmesi neticesinde Rasûlullah’ın x gazaplanıp bu şekilde söylemiş olması muhtemeldir.

[8] Ebû Dâvûd, Tahâret, 123 (336-337); Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, I, 223; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 34; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 733; İbn Hibbân, es-Sahîh, IV, 140; Dârimî, Muḳaddime, 20.

[9] Dârimî, Muḳaddime, 20.

[10] Atar,  XII, 495.

[11] Mehmet Akif Aydın, Osmanlı Hukuku: Devlet-i Aliyye’nin Temeli, Ankara: İSAM Yayınları, 2020s. 27-28, 274-277; Atar, XII, 496.

[12] Bilmen,  I, 250.

[13] Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, Dâru’s-selâm, (Kahire, 2009) s. 112.

[14] Buhârî, “ʿİlim”, 34; Müslim, “ʿİIim”, 13.

[15] el-A‘râf 7/33.

[16] en-Nahl 16/116.

[17] Atar,  XII, 497.

[18] Müfta bih; kendisine dayanılarak fetva verilen şer‘î hükme veya bir hadise hakkında ortaya konulan çeşitli görüşlerden fetva için tercih edilen görüştür. (Atar,  XII, 498.)

[19] İbn Âbidîn, Şerhu Ukûdi resmi’l-müftî (thk. Şenol Saylan), İstanbul: İSAM Yayınları, 2021, s. 68.

[20] Bilmen,  I, 252; Ahmet Yaman, Fetva Usûlü ve Âdâbı, (İFAV), İstanbul, 2017, s. 228.

[21] Yaman, s. 233.

[22] Karafî, el-İhkâm, (nşr. Abdulfettah Ebû Ğudde) Beyrut 1993, s. 213; Yaman, a.g.e. s. 232.

[23] Yaman, s. 239.

[24] Yaman, s. 248.