İçeriğe geç
Anasayfa » FIKIH DİN MİDİR?

FIKIH DİN MİDİR?

Hoca, talebesine sadece kuru ilim vermez, ona ihlâs, takvâ ve ilmi ile âmil olmak gibi güzellikler de kazandırır.

İslâmî ilimlerin tahsîlinde gelenek, onun ehil üstâzından alınmasıdır. Bunda feyiz ve bereket olduğu bilinmektedir. Çünkü hoca, sadece kuru ilim vermez. İrşâd, îkâz ve tevcîhleriyle, örnek söz ve amelleriyle talebesine saygı, edeb, ihlâs, takvâ ve ilmi ile âmil olmak gibi güzellikler de kazandırır. Bu gelenekteki icâzet usûlü, talebenin sanki bütün bu güzelliklere sahip olduğunun belgesi gibidir. Bir üstâd terbiyesinde yetişmeyenlerin, özellikle ilmî değerlendirmelerde i’tidâl ve insâfı koruyamadıkları, ifrât veya tefrîte düşerek sert, keskin ve kırıcı olabildikleri görülmüştür.

“İlmi hocadan tahsîl” geleneğinde bu hususa İbn Hazm ez-Zâhirî örnek gösterilir. İlmi üstâdsız elde eden bu zât, tenkit ve değerlendirmelerinde sert ve keskin dilliliğiyle şöhret bulmuştur. Nitekim mahkemede ettirilen yemine, naslarda yer almayan bazı lafızlar ilâve ettikleri için İmâm Ebû Hanîfe ve İmâm Şafiî’yi tenkit ederken: “Bilmiyoruz bunları nereden almışlar? Bu lafızların ne Kur’an’la ne sahîh ve sakîm bir sünnetle alâkası var, ne de Ebû Hanîfe’den önce bunları birisi söylemiştir. Kendisi hakkında bir emir veya tavsiye bulunmayan konularda çok konuşanın hatası da çok olur, sapıklıktan Allah’a sığınırız.”1 diyerek nezâket ve saygı sınırlarını zorlamıştır. Eserlerinde bu üslûba sıkça rastlamak mümkündür. Bu yüzden “İbn Hazm’ın dili, Haccâc’ın kılıcı” benzetmesi yapılmıştır.2 İmâm Şâtıbî onun bu halini, ilmi üstadlardan almayışına bağlamaktadır.3

Zamanımızda, kendi gayretleriyle, mealler ve Türkçe eserler yardımıyla dinî bilgilerini geliştiren bazı gençlerin “Artık dinimi doğrudan aslî kaynakları olan Kur’an ve sünnetten öğrenebiliyorum.” diyerek asırların eşsiz birikimi fıkhî kaynaklara itibar etmemelerini hattâ biraz da hafife alma edâsı içinde “Fıkıh din mi?” deyivermelerini de yine bir hoca terbiyesinden geçmemiş olmalarına bağlamak mümkündür. Bu konuda tavsiyelere kapalı olanlara söylenecek sözümüz yok. Ancak câhil cesaretiyle bunu söyleyen ve hikmeti yitik malı kabul edip onu bulduğunda almaya hazır olanlara, “fıkhın dinden olup olmadığı” konusunda birkaç kelâm etmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Fıkıh ve Din

Bilindiği gibi “fıkıh”, İslâm’ın amelî tarafını ilgilendiren hükümlerin toplamını ifade eden bir kavramdır. Ana rahmine düşüşünden kabre girişine kadar kişinin, gerek Allah’a gerekse kullara karşı olan hak ve vazifelerinden ayrıntılı şekilde bahseden fıkhın, ele aldığı her meseleye âyet veya hadîsten bir delîl bulması mümkün değildir. Çünkü naslar sınırlı, olaylar sınırsızdır. İnsanın dünyevî ve uhrevî hayatını ilahî ölçülere göre düzenlemek için gelen İslâm’ın, müslümanın karşılaştığı her yeni meseleyi hükümsüz bırakmaması, dînen câiz olup olmadığını belirtmesi gerekir. Tâ ki müslüman, kendinden istenenleri yapsın, istenmeyenlerden uzak dursun da ebedî saâdetini kazansın. Bu bağlamda sınırlı sayıdaki naklî delillerin, sınırsız olayların hükümlerini birebir ihâta etmesi mümkün olmadığından, İslâm, fıkha büyük işlevlik ve canlılık kazandıran ictihâd yolunu meşrû’ kılmıştır.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak uğurlarken, kendisine arz edilen davaları neye göre halledeceğini sormuş, o da: “Allah’ın kitabına göre, onda bulamazsam Rasûlü’nün sünnetine göre hüküm veririm, onda da bulamazsam ictihâd ederim.” demiştir. Peygamber Efendimiz de bundan memnûn olmuştu.4 İşte bazılarının gereksiz görüp “Din mi?” dediği hâl-i hâzırdaki zengin fıkhî servet, Rasûllullah (s.a.v)’ın tasvîb ve tasdîkinden geçen o ictihâd yolu sayesinde damla damla birikmiş ve bir deniz olmuştur. Buna örnek olarak “vakıf” meselesini ele alalım. Vakıf mevzuu delil olarak birkaç ayet-i kerime ve hadis-i şerife dayanır. Şöyle ki: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça birre (iyiye) eremezsiniz.”5 ayet-i kerimesi indiğinde Ebû Talha (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’a gelip, en kıymetli mülkü olan “Beyrûhâ” bahçesini Allah yolunda tasadduk etmek istediğini söylemiş, Rasûlullah (s.a.v) da onu, Ebû Talha’nın akrabasına taksim etmişti.6 Yine Hz. Peygamberin tavsiyesi üzerine Hz. Ömer (r.a) Hayber’deki arazisini; satılmamak, hibe edilmemek ve miras yapılmamak şartıyla vakfetmişti. Aslî delîli böyle birkaç ayet ve hadis olan vakıf konusunda, uygulamada ortaya çıkan ihtiyaçtan dolayı, zaman içinde ilgili hükümler ictihad yoluyla genişlemiş ve Ömer Nasûhî Bilmen merhûmun Istılâhât-ı Fıkhiyye’sinde dokuz yüz on altı maddeye ulaşmıştır.7 Gerek ilmihallerde gerekse fetvâ ve fıkıh eserlerinde yer alan konuların hemen hepsinin doğuşu ve gelişmesi böyledir.

Değerlendirme

Yukarıda arz edildiği şekilde, bir gelişme seyri takip eden fıkıh meselelerinin toplamı demek olan fıkhı “Din mi?” diyerek toptan reddetmek, zincirleme olarak önce ictihâdın sonra da ictihâda meşrûiyet kazandıran delillerin reddine götürür. İctihâd yolu reddedildiğinde de günümüzde ortaya çıkan yeni meselelere dinî hüküm bulma yolu kapanmış ve İslâm, mevcut naklî deliller içine hapsedilmiş olacaktır.

Diğer taraftan “Fıkıh din mi?” diyenler hayata sadece ayet ve hadislerle başlasalar bile zamanla yine bir fıkıh külliyâtı oluşacak, aynı düşüncede birileri gelip “Fıkıh din mi?” diyerek onların da fıkhını rafa kaldıracak, herkes ettiğini bulacaktır. İşte bu, ilim geleneğine, âdâb ve erkânına yakışmayan bir davranış olur. Zira ilim geleneğinde sonrakiler, öncekilere reddiyeler yazmış; ama hiç, yok sayıp tamamen reddetme saygısızlığında bulunmamıştır. Sonrakilerin ilim binâsı yüksek ise, temelinde öncekilerin ilim tuğlaları olduğunda şüphe yoktur. Hele, öncekilerin eserleri üzerinden akademik pâyeler elde edenlerin “Fıkıh da din mi?” demeleri, bindiği dalı kesmek olur. Sonsöz olarak denilebilir ki:

İslâm’ın; i’tikâd ve ahlâkıyla, ibâdet ve muâmelâtıyla bir bütün olarak kabulü farz olan bir din olması dikkate alınarak, münferit bazı fıkhî ictihâdların aynı derecede bağlayıcı olamayacağını ifade etmek maksadıyla “Fıkıh din mi?” sorusunun kabul edilebilir tarafı olsa da, İslâm’ın amelî yönüne ait hükümleri bünyesinde toplayan bir bilim dalı olarak -biraz da hafife alır bir tavırla- “Fıkıh din mi?” sözü kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Çünkü bu, İslâm’ın amelî yönünü yok sayacak düşüncelere kapı açan fâsid bir yaklaşımdır. i

1             el-Muhallâ, 9/386.

2             Ziriklî, el-A’lâm, 4/254.

3             el-Muvâfakât, 1/95.

4             Ebû Dâvûd, Akdiye, 11.

5             Âl-i İmrân, 3/92.

6             Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 42.

(*) Sayı: 30, 2013.