İçeriğe geç
Anasayfa » GENÇLERLE HASBİHÂL – I

GENÇLERLE HASBİHÂL – I

Nasihatleşmek, kardeşlik gereği, kardeşliğin de birbirine karşı haklarındandır.

Öğüt, muhatap, zaman, zemin, bellibaşlı adaba uyulursa faydalıdır. Allah Teâlâ, “Öğüt ver; muhakkak öğüt mü’minlere fayda verir.”1 buyurmuştur.

Öğütün faydalı olmasına ve faydalı öğüt verilmesine dikkat etmek gerekir. Onun için olsa gerektir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onun için anlat ve öğüt ver; öğüt fayda verirse Allah’tan korkan öğüt alacaktır.”2

Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse “yerhamukellah” de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.”3

Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: “Nasihatçisi olmayan ve nasihati sevmeyen kavimde hayır yoktur.”

Önce kendimize nasihat edeceğiz sonra insanlara. Zira kendisini değiştirmeyenin başkasını değiştirmesi düşünülmez.

  1. Her şeyi bilerek yapın, her gün sorumluluğunuzun ifası için ilimde ilerleyin.

Maddî ve manevî ilerlememiz, bize lazım olan bilgilerde ilerlememizle mümkün olur. Bize lazım olan bilgiler, Hakka ve halka karşı sorumluluklarımızla ilgili bilgilerdir.

İslam’da ilim, imandan ve amelden önce gelir. Delil şu âyet-i kerîmedir:

“Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.”4

Dikkat edilirse âyette, önce “bil” ifadesi geçmekte sonra “iman” ifadesi geçmektedir. Demek ki ilim imandan öncedir. Çünkü Allah’ı bilmeyenin imanı da ameli de olmaz.

İlim, her Müslümana farzdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“(İnanılması ve reddedilmesi, uygulanması ve terk edilmesi farz olanın) ilmi(ni) talep etmek (bilmek, öğrenmek ve araştırmak) her Müslümana farzdır.”5

Allah’ı bilmeyenin imanı olur mu? Elbette Allah’ı bilmeyenin imanı olmaz. Bilecek ki iman edebilsin, bilecek ki amel edebilsin.

Amel edilmesi farz olanın bilinmesi de farz olur. Amel edilmesi haram olanı bilmek de farz olur, haramdan korunabilmek için. Kalbin ameli, dilin ve bedenin amelinden önce gelir. Kalbin ameli, imandır ki imanla ilgili farzları ve haramları; tasdik edilmesi gerekli olan iman esaslarını ve inkâr edilmesi gerekli olan küfür ve şirk olanları bilmek gerekir. Sonra ibadetle, ahlak ve ahkâmla ilgili helalleri ve haramları bilmek gerekir. Daha sonra dostu ve düşmanı bilmek, Asr-ı Saadeti ve devamındaki İslam Tarihini, yıkılış tarihimizi ve günümüzdeki batıl sistemleri, asra tesir eden fikir akımlarını bilmek gerekir. Elbette önce hak olan bilinmeli ki dışındaki batıl olanları bilmek kolay olur. Kişi, ömür boyu batılı bilse hakka ulaşamaz ama hakkı bilirse dışındaki batılları bilmek kolay olur.

İlim, amel etmek içindir. Amel edilmiyorsa, amel etmeyen kişi hükmen cahil sayılır. Doğru bilen doğru inanır, doğru amel eder. Bilgi yanlış olursa iman da amel de yanlış olur.

İtikâdî konuları anlamak için, asrın hastalıklarını ve tedavisini bilen seviyeli ve çaplı bir âlimden Ehl-i Sünnet akaidini delilleriyle birlikte kavramak gerekir.

  1. Ölçüyü kavrayın ve dengeli olun.

Ölçüyü kavrayan ve ölçüye uyan daima gelişir, ölçüyü kavramayan ve ölçüye uymayan daima değişir. Yanılanın ölçüsü yanılır, yanılmayanın ölçüsü yanılmaz. Yanılmayan ancak Allah Teâlâ’dır; yanılgıdan korunan ve isabet edemeyince düzeltilen, Allah’ın yetiştirdiği ve öğretip eğittiği Hz. Peygamber (s.a.v)’dir. Yegâne ölçümüz; Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler, sahabe-i kirâm’ın âyet ve hadislerden çıkardığı icmadır.

Ölçüler şunlardır:

a) Ölçü fikir: İslâm=Kitap+Sünnet: Vahiy.

Kitap ve Sünnet’ten çıkarılan iki ölçü/usûl vardır: 1) Usûlu’d-dîn, 2) Usûl-i fıkıh.

Usûlu’d-dîn, itikâdî konuları anlamanın usûlü, Usûl-ı fıkıh, amelî konuları anlamanın usûlüdür.

b) Ölçü insan: Hatadan korunmuş ve Allah tarafından özel yetiştirilmiş olan Hz. Peygamber (s.a.v)’dir.

c) Ölçü hareket: Kur’ân ve hadislerde belirtilen peygamberlerin Tevhid Hareketi.

d) Ölçü toplum: Hz. Peygamber (s.a.v)’in yetiştirdiği ve risâlet güneşine nisbetle yıldızlar gibi olan Sahabe-i Kirâmdır.

Dengeli olmak ve denge adamı olmak:

İlim-Amel, Madde-Mana, Cesed-Ruh, Dünya-Âhiret.

İlim amel için, madde mana için, ceset ruh için, dünya da âhiret içindir. Birinciler vâsıta, ikinciler gayedirler. Vâsıtalar gayeye âlet olursa gayeden sayılırlar, gayeye âlet olmazlarsa engelden sayılırlar. Eğer ilim öğrenilir de amel edilmezse ilim gaye edinilmiş olur; maddeye önem verilir de manaya önem verilmezse madde gaye edinilmiş olur; cesedin gıdasına önem verilir de ruhun gıdasına önem verilmezse ceset gaye edinilmiş olur; dünya ile âhiret kazanılmazsa dünya gaye edinilmiş olur. Eğer bir kimse dünyayı, âhireti kazanmaya vasıta etmek düşüncesiyle helal ve haramlara dikkat ederse vasıtayı gayeye vasıta etmiş, eğer bu ölçüye uymazsa vasıtayı gaye edinmiş olur ki bu da reddedilmiştir.

  1. Üstad edinin.

Üstad, iki kısımdır: 1. İlim üstadı 2. Terbiye üstadı.

  1. İlim üstadı: Herkese farz-ı ayındır.
  2. Terbiye üstadı: Herkese farz değildir. Nefis terbiyesini kendi başına yapamayana farz olur. Terbiye üstadı, asrın insaf sahibi âlimlerinin hüsn-i zan edip ehliyetli ve kemal sahibi dediği âlim ve ârif olan kimsedir.

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de insanları ikiye ayırmıştır: Avam ve havas. Avam, müctehid olmayan; havas, müctehid olan kimsedir.

Avam için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bilmiyor iseniz zikir (Kur’ân ve hadisten hüküm çıkaran ictihad) ehline sorun!”6

En büyük veli de olsa ictihad ehli değilse müctehide yani âyet-i kerîmelerden ve hadis-i şeriflerden hüküm çıkaran kimseye sorması gerekir. Bu konuda yine Allah Teâlâ:

“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar; hâlbuki o haberi Peygambere ve içlerinden emir sahibi olanlara götürselerdi, onlardan istinbâta (âyet ve hadislerden hüküm çıkarmaya) kadir olanlar onu anlar, bilirdi. Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, pek azınız dışında, şeytana uyardınız.”7 buyurmuştur.

Havassa da Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “..Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah (Kur’ân)’a ve Rasûl (Sünnet)’e götürün, eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu, hem hayırlı hem netice itibariyle daha güzeldir.”8

Özetle; eğer kişi, müctehid değil avamdan ise müctehide sorar, müctehid ise Kur’ân’a ve sünnete müracaat eder. Hiçbir kimse hüküm koyamaz. Hükmü, ancak Allah Teâlâ koyar. Müçtehid ise ictihad usûlü ile âyetlerden ve hadislerden hüküm çıkarır.

Âyet-i kerîmeleri anlamak için tefsirlere, hadis-i şerifleri anlamak için şerhlere bakmak gerekir. Ancak tefsiri doğru anlamak için tefsir usulünü, hadisi doğru anlamak için hadis usulünü, fıkhı anlamak için fıkıh usulünü anlayıp kavramak gerekir. Bunlardan önce de bunları seviyeli bir âlimden öğrenmek, kitaplardan anlayacak seviyeye gelince de kitaplara müracaat etmek gerekir.

  1. Haftada bir, faydalı bir ilim meclisinde bulunun.

Niyetlerinde ihlâs-ı tâmme, bilgileri sahih ve amellerinde sünnet-i seniyye bulunan bir ilim meclisinde, sekinet, rahmet ve melek bulunur. Bu esnada elde edilen bu güzellikleri, yalnız başına okurken elde etmek zor olur. Bunun delili şu hadis-i şeriftir:

“Bir cemaat, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında ders yapar/müzakere ederlerse, üzerlerine sekinet iner, onları rahmet kaplar ve melekler onların etraflarını kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.”9

Abdullah b. Amr b. As (r. anhümâ) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v), bir gün odalarının birisinden çıkıp mescide girdi. Bu esnada iki halka (şeklinde oturmuş iki grup) ile karşılaştı. Bunlardan bir halka, Kur’ân okuyor ve Allah’a dua ediyor, diğer halka da ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v):

“(Bunların) hepsi hayır üzeredirler. Şunlar, Kur’ân okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Eğer Allah dilerse onlara (isteklerini) verir ve dilerse vermez. (Diğer cemaate işaretle) bunlar da (ilim) öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de ancak muallim/öğretici olarak gönderildim.” buyurdu ve hemen bunların yanına oturdular.”10

  1. Hayatta istişare edeceğiniz bir kimseniz bulunsun.

İstişâre, Allah’ın emri, Hz. Peygamber aleyhisselâm’ın çok önem verip uyguladığı sünneti ve Allah’ın övdüğü sahabenin özelliklerinden birisidir.

Allah Teâlâ, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in şahsında bizlere şöyle emretmiştir:

“…Onlarla iş hakkında istişâre et! Bir kere de azmettin mi artık Allah’a tevekkül et (güvenip dayan). Şüphesiz Allah, kendine tevekkül edenleri sever.”11

Allah Teâlâ, istişare etmenin, sahabenin özelliklerinden biri olduğunu şu âyet-i kerimeyle bizlere bildiriyor: “…Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir…”12

Ebû Hureyre (r.a.): “Ben, Hz. Peygamber (s.a.v)’den, ashabı ile daha çok istişâre eden kimseyi görmedim”13 demiştir.

Şöyle denmiştir: Ne bilir ne istişare eder, hiç adamdır; bilir istişare etmez, yarım adamdır; hem bilir hem istişare eder, tam adamdır.

  1. Abdulhamid de şöyle dermiş: “Müşâvere eden, önünü gördüğü gibi arkasını da görür.”

İstişare edilecek insanda aranan üç önemli özellik vardır: İlim, tecrübe, basîret.

Herkesle her şey istişare edilmez ve herkes her konuda tecrübe sahibi olamaz. İnsan hayatta tecrübe edip de tesbitleri ve teşhisleri isabetli çıkan ilim ve irfan sahibi kimselerle istişare etmeye devam etmelidir.

1 Zâriyât, 51/55.

2 A’lâ, 87/9-10.

3 Müslim, Selâm, 5

4 Muhammed, 47/19.

5 İbn-i Mâce, Mukaddime, 170

6 Enbiyâ, 21/70

7 Nisâ, 4/83

8 Nisâ, 4/59

9 Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14; Tirmizî, Kırâat, 12; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17.

10 İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 229.

11 Âl-i İmrân, 3/159.

12 Şûrâ, 42/38.

13 Tirmizî, Cihad, 34.