İçeriğe geç
Anasayfa » GENÇLERLE HASBİHÂL – II

GENÇLERLE HASBİHÂL – II

  1. Faydalı, bilgisi ve itikadı mustakîm bir cemaat içinde olun ve bir görev alın.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki şeytan, ayrılıp yalnız kalan koyunu yakalayan kurt gibi (ayrılıp yalnız kalan) insanın kurdudur. Ayrılmaktan ve ayrı kalmaktan sakının! Cemaate, (İslâm) toplumuna ve mescide yapışın.”[1]

Hz. Peygamber Efendimiz, dikkat edilirse üç şeye dikkatimizi çekiyor: Cemaatle birlikte olmak, diğer İslâmî cemaatlerle dirsek teması ve mescidle yani cami ile alâka kurmak. Yani İslâmî bir cemaatin olmalı, ama diğer İslâmî cemaatlerle İslam kardeşliği ile alâka kurmalısın, bütün Müslümanları cemeden cami ile alâkan olmalı ve diğer İslâmî cemaatleri dışlamamalısın. Çünkü dışlayan, dışlanır. Bu da ancak şeytan ve adamlarını razı eder.

Diğer bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın eli cemaatle beraber, şeytan ise cemaatten ayrılıp muhalefet edenle beraberdir.”[2]

Hz. Ali (r.a.) cemaati şöyle tarif etmiştir: “Cemaat, Hak ehlinin, az da olsalar Hak üzere birleşmeleridir.”[3]

Cemaat şöyle de tarif edebilir: Hedefi, stratejisi, prensibi ve lideri bulunan, liderine Kur’ân ve Sünnet’i takip ettiği müddetçe itâat eden Müslümanlar topluluğudur.

Cemaat ile ilgili en kapsamlı tarifi şöyle yapmak mümkündür:

İslâmî cemaat: Akîdesi, usûlu’d-dîn denilen ehl-i sünnet akâidi olan; ameli, İslâm fıkhına uygun; içe dönük gayesi, İslâm’ın bütün toplumda uygulanması, dış‏a dönük gayesi ise İslâm’ın bütün insanlara tebliğ edilmesi olmalı; şûrasında, insaflı, muttakî, İslâm dava ‏şuuruna sahip, lehde ve aleyhde olanı bilen âlimleri ve her sahada derinlikli, seviyeli ilim adamları bulunan; diğer İslâmî cemaatlerle sürtüşmeyen ve onlara düşman olmayan; en alt seviyede de olsa îtikâdî ve amelî helalleri ve haramları bilen; İslâm ahlâkı ile ahlâklanmaya dikkat eden; lideri, Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek alan, cemaati de ashâb-ı kirâmı‎ örnek almaya çal‎ışan fertlerden oluş‏an Müslümanlar topluluğuna denir.

İslâmî cemaatte şu prensiplere dikkat edilmiş olmalıdır:

  1. a) Her konuyu, İslâm’a, ilme götürmeli, akîde konularını akâid kitaplarına, amelî konuları da usûl-ı fıkha göre fürû’ kitaplarına müracaat etmeli, eğer bir konu ictihâdî ise İslâm âlimlerinin oluşturduğu komisyona müracaat etmelidir.
  2. b) Cemaat fertlerini talim ve terbiyeden geçirmelidir.
  3. c) Cemâati ilgilendiren bütün işleri istişare etmeli ve karar altına alıp uygulamalıdır.
  4. d) Aleyhimize de olsa Hak yolda olduğu müddetçe lidere itâat edilmelidir.
  5. e) Herkesi doyurabilecek ilmî güce, şuur ve uyanıklığa ulaşmalıdır.
  6. f) Herkes, kendisini bu cemâatte görebilmeli ve bir yerinin olduğunu hissedebilmelidir.
  7. g) Hükümlerde ilim, uygulamada disiplin ve fedakârlık, amelde ahlâk, başkalarına karşı tavırda üst kimlik olan icmaya ters düşmeyecek şekilde müsamaha gösterilmelidir.
  8. Her gün, hem Kur’an-ı Kerîm’e hem hadîs-i şerîflere müracaat edin; âyetlerin tefsirine, hadislerin de şerhine bakın; hem Kur’an-ı Kerîm’den hem hadis-i şeriflerden belli başlı dua ve zikirlerinden vird edinin.

Bu konuda en güzel sözü Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân (ilimlerini) öğrenen ve öğretenlerinizdir.”[4]

En hayırlı iş, en hayırlı olanla uğraşmaktır. En hayırlı iş, faydalı ve lazım olan ilimle uğraşmaktır. Bu uğraşma Allah’ın ilmiyle ise, elbette en hayırlı iş olur. En hayırlı insan da bu en hayırlı Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm ilmi ile uğraşan kimsedir.

Niçin her gün Kur’an-ı Kerîm’e müracaat etmeliyiz?

Bu soru, karanlıkta olanın hem de yolunu kaybetmiş bir adamın niçin ışığa gidelim, sorusuna benzer. Elbette karanlıkta olanın ve yolunu kaybetmiş adamın, ışığa yönelmesinden başka çaresi yoktur. Yeter ki insan kendi hâlini bilsin ve hâlinin idrakinde olsun illa kurtuluşu arayacaktır.

Kurtulmak, güzel adam, iyi müslüman olmak, dünya ve âhirette mutlu olmak istiyorsak elbette Kur’an-ı Kerîm’e müracaat etmeliyiz. Zira Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerîm’e “hablullah” yani Allah’ın ipi demiştir. İnsan, uçuruma düşse, onun için yukarıdan uzatılan kopmayan ve sağlam ipe/halata tutunmaktan başka çaresi kalmaz. İşte insanlık uçurumdadır, Allah’ın ipinden yani Kur’an-ı Kerîm’e tutunmaktan ve sarılmaktan başka çaremiz yoktur.

Dünyada kurtuluş ve huzur, Müslüman olmaya; âhiretin ebedî huzuru, Müslüman ölmeye bağlıdır. Müslüman olmanın ve Müslüman ölmenin yolu, Allah’ın kopmayan sapsağlam ipi olan Kur’an-ı Kerîm’e sımsıkı tutunmaya bağlı olduğundan dolayı Kur’an’a müracaat gerekir. Kur’an-ı Kerîm, ilâhî rahmetin gereği olarak insanı yaratanın insan için koyduğu itikad, ibadet, ahlâk ve ahkâm konularını da içine alan ilâhî bir sistemin anayasasıdır.

Her gün Kur’an-ı Kerîm’e başvurmak nasıl hâsıl olur?

Kur’an-ı Kerîm’i yüzünden okumak, kıraattir; içindekileri bilmek, ilimdir; ilmin gereği olan iman edip amel etmek ise hidayet; sorumlu olduğumuz çevreden başlayarak Müslümanlara, halimizle, uygun ve isabetli sözlerimizle hakkı ve sabrı tavsiye etmek, nasihattir; gayr-i Müslimleri İslâm’a davet etmek de tebliğdir.

Kıraat, bilmeye; bilmek, hidayete; hidayet, nasihate ve nasihat de tebliğe götürür. İlâhî saraya çıkmak isteyen, bu basamaklara tek tek basarak çıkması gerekir.

Sadece kıraat ile uğraşan, sevap nasibini alır ama gerçek hedefe ulaşmak isteyen, önce “bana Allah Teâlâ ne emrediyor” diye bilmeye yönelmesi gerekir. Öğrenen, gereğini yapar. İlmin gereği, sadece kendisinin iman ve amel etmesi değildir. Bu yarım kurtuluştur.  Tam kurtuluş, ateşe düşmek üzere olanlara nasihat etmek; ateşe düşmüş olanların da elinden tutup onları çıkarmaya çalışmaktır. Çünkü iman ve amel yarım salihliktir; tavsiye ve tebliğ, peygamber varisliğidir ki bu, tam salihlik yani muslihliktir. Zira Allah, salihlerin bulunduğu ülkeleri helak ettiği olmuş fakat muslihlerin/başkalarını da ıslaha gayret edenlerin bulunduğu yerleri helak etmemiştir.

Kur’an-ı Kerim’den her gün okumak ve en azından namazda okuyacak kadar ezberlemek lazımdır.

Kur’an-ı Kerim’i okurken, tecvid kurallarına riayet etmek vaciptir. Yeni öğrenen bir kimsenin tecvidsiz okuması caizdir ama hemen tecvidiyle okumaya yönelmesi gerekir. Nasıl ki çırak, ustasız olmazsa tecvidi de bir bilenden öğrenmek lazımdır. Çünkü her şey ehlinden elde edilir.

Kur’an-ı Kerîm okumaya, her gün bir sayfa ile bile olsa başlanmalı, zamanla iki sayfa, daha sonra da artıra artıra yarım cüze daha sonra da bir cüze kadar çıkarılmalıdır.

Namazda okuduklarımızı mutlaka bir hocaya dinletelim, eksik ezberlerimiz varsa tamamlayalım, yanlış okuyorsak mutlaka düzeltelim. Peygamberimiz ne güzel buyurmuştur:

“Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse, harap ev gibidir.”[5]

Rasûlullah Efendimiz’in günlük yaptığı dua ve zikirleri vird edinmek gerekir. Gerçekten kim Allah’ı, Kur’an-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde belirtildiği gibi tanısa, sever; sevince de anar. Zira sevgisi çok olanın anması da çok olur.

  1. Peygamber (s.a.v)’i, bütün yönleriyle tanıyıp örnek alın ve izleyin.

Rasûllah Efendimiz; kâmil insan, tüccar, âile reisi, mürşid, komutan, muallim, devlet başkanı, inkılâpçı olmak gibi birçok meziyeti taşıyordu. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hem kâmil/kemâle ermiş hem mükemmel/kemâle erdirilmiş hem de mükemmil/kemâle erdiricidir.

Niçin Peygamberimizi tanımak önemlidir?

Amellerimizin kabul edilmesinin temel şartlarından birisi, kalpte niyetin sırf Allah rızası için olması yani ihlâsın ve samimiyetin bulunması, diğeri ise Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek alıp izlemektir yani sünnet üzere yaşamaktır. Zaten Allah’a itaat, ancak Hz. Peygamber’e itaat etmekle gerçekleşir. Bu şartın delillerinden biri şu ayet-i kerimedir:

“(Habîbim) de ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affedendir ve merhamet edendir.”[6]

Sünnet: Her konuda, iman, ibadet, ahlâk ve ahkâmda Hz. Peygamber (s.a.v)’e uymak, Peygamber gibi iman etmek, Peygamber’in iman ettiklerine iman etmek, O’nun gibi ibadet yapmak, O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak ve ahkâmı da O’nun belirlediğine göre uygulamaktır.

“Onlar ancak şununla emrolundular: Dini O’na (Allah’a) has kılarak, ihlâslılar ve hanifler olarak Allah’a kulluk etsinler, doğru dürüst namaz kılsınlar ve zekâtı versinler. İşte sağlam din budur.”[7]

İhlâs: Yaptığını sadece Allah emrettiği için yapmak, terk ettiğini de sırf Allah yasakladığı için terk etmektir. Kalbi, Allah’ın rızası ve Allah’a yaklaşma niyetinden başka düşüncelerden kurtarmak, korumak ve temizlemektir.

Din: İman, İslam ve ahkâmı içine alan sistemdir. İman tasdik konularını, İslam tatbik konularını ve ahkâm da bütün hayattaki hükümleri içine alan sistemdir. Tasdik ederken Allah Teâlâ’nın tasdik etmemizi istediği şeyleri nasıl tasdik etmemizi istiyorsa öylece tasdik etmek gerekir. Ahkâm konusunda Allah Teâlâ’nın belirlediği ahkâma göre hayat düzenlenecektir.

Hanîf: Bütün batıl anlayış ve davranışları reddedip Hakka yönelen kimseye denir. Zira şirki reddetmeyenin tevhidi, küfrü reddetmeyenin imanı kabul edilmez. Özetle hanîf, yanlışı bırakıp doğruya yönelmektir.

Peygamberimizin en önemli yönü, hem sâlih hem muslih olması, davasında ve şahsında açığı olmaması, masum olmasıdır. Peygamberimiz sadece sâlih iken, kimse ona düşman değildi, muslih yani başkalarını da ıslaha çalışınca düşman olmaya başladılar. Bize gereken de Peygamberimiz gibi, hem kendimizi ıslah etmek hem de başkalarının ıslahı için gayret etmektir. Peygamberimizin davasını dava edineceğiz; O’nun davası, Hakkı ispata ve tespite, bâtılı iptale çalışmak; İslam’ı Müslümanlara tatbik, gayr-i Müslimlere tebliğ etmek; nefsin, şeytanın ve şeytanın adamlarının istilasından kurtulmak ve kurtarmaya çalışmaktı.

  1. Hakiki dost ve arkadaş edinin, beraberce amel edebilmeniz için öğütleşip nasihatleşin ve diğerlerine de tebliğde bulunun.

İslam, toplum dini, beraberce uygulanması gereken, hayatın her yönünde her konu için emirler ve nehiyler ortaya koyan vahye dayanan bir sistemdir. İslam’ın önce kendimizde, sonra beraber olduğumuz kimselerde daha sonra bütün toplumda yaşanması gerekir. Bunu temin etmek için, her hafta bir yanlışı terk etmek ve bir güzellik kazanmak için ahitleşmek ve bunun uygulanması için birbirimizle nasihatleşmemiz gerekir.

Önce kendimize öğüt edeceğiz sonra insanlara. Zira kendisini değiştirmeyenin başkasını değiştirmesi düşünülmez. Tesiri olmaz. “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” durumuna düşmüş olur.

Müslüman olarak kendinizde İslam ahlâkı yani Peygamber ahlâkı göründüğü zaman her haliniz tebliğ olur. Zira en güzel nasihat, iyi örnek olmaktır. Başkalarına olan sözünüzü tuz yapın, örnekliğinizi un yapın. Ekmeğin tuzu fazla olursa yenmez; ama unu çok tuzu az olursa o ekmek yenir.

Nefsinizi yenmede başarılı olursanız, her sahada başarılı olursunuz. Bu ise beraberce birbirinize sahip çıkarak gerçekleşir. Nefsinize galip gelirseniz tesir edersiniz. Zira galipler mağluplara tesir eder. Galip; eseri, başarısı, ahlâkı ve iyiliği olan kişidir. Eserinizle nefislere, başarınızla akıllara, ahlakınızla gönüllere, iyiliğinizle de kalplere tesir edersiniz.

Müslüman, insanın kâmilidir, kâmilce hareket etmeli, prensip sahibi olmalı ve her yaptığının doğru ve yerinde olmasına dikkat etmelidir.

Prensip sahibi insanın prensipli olduğu bilinmelidir. Herkes o kişiyi prensipleriyle bilir. Herkes ona karşı nasıl hareket edeceğini bilir. Şu da bir gerçek değişen değil gelişen bir seyir sergilemelidir.

  1. Başkasından değil dünkü halinizden üstün olmaya çalışmalısınız.

Hz. Peygamber (s.a.v) ne güzel buyurmuştur: “İki günü müsavi olan zarardadır.”[8]

Bir Çin atasözü de şöyle der: “Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey dünkü halimizden üstün olmamızdır.”

Bugünü doğru yaşamak, belki daha iyi yaşamak isteyen kimsenin, dünü öğrenmesi gerekir. Nerede hata ettik bilelim ki aynı hatayı işlemeyelim. Dün hangi sahada başarılı olduğumuzu öğrenmemiz, bugün bizi düne oranla daha başarılı olmaya sevk eder. Yarın, bugünle kazanıldığı için bugünü daha iyi değerlendirmemiz gerekiyor. İşte bundan dolayı Emerson: “Dünü öğren, bugünü yaşa, yarına ümit et!” demiştir. Earle Wilson da şöyle demiştir: “Dün yaptığınız şey hâlâ çok iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz demektir.”

  1. Üniversite döneminizde de sivil hayata atıldığınız zaman da daima planlı ve programlı çalışmalısınız.

Hakka kulluk, halka insanlık yapabilmek için ömrü, zamanı plânlamak gerekir. Mü’minin âdeti, Allah’ın âdetidir. Mü’min, daima Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya dikkat etmelidir. Allah, kaderi tespit etmek için yani plânı yapmak için ilk önce yarattığı şey, kalemdir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz Allah’ın yarattığı şeyin ilki kalemdir. (Allah Teâlâ, kaleme): “Yaz!” buyurdu. (Kalem) : “Ne yazayım?” dedi. (Allah Teâlâ): “Kaderi yaz; olanı ve ebede dek olacak her şeyi yaz!” buyurdu.” [9]

  1. Her gün tövbe ve istiğfar ediniz.

Tövbe ve istiğfar, Rabbimizin bize bir emridir. Kim bağışlanmayı istiyorsa tövbe etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ şu âyet-i kerimede istiğfar ve tövbe hakkında şöyle buyuruyor:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve merhametli bulacaktır.”[10]

Hz. Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurmuştur:

“Kim istiğfara yapışır (devam edip dilinden düşürmez) ise, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden kurtuluş ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızık verir.”[11]

 

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 233, 243.

[2] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 218.

[3] Kandehlevî, Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe, I, 4, 5.

[4] Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 21; Ebû Dâvud, Salât, 349; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 15.

[5] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 18; Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an, 1; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I, 223.

[6] Âl-i İmrân, 3/31.

[7] Beyyine, 98/5.

[8] Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ; Müzîlü’l-Elbâs, II, 233. Deylemî, Hz. Ali’den merfu olarak zayıf senedle rivayet etmiştir.

[9] Tirmizî, Kader, 17.

[10] Nisâ, 4/110.

[11] Ebû Dâvûd, Salât, 361; İbn Mâce, Edeb, 57.