İçeriğe geç
Anasayfa » GERÇEK HAYÂ

GERÇEK HAYÂ

Bizi İman ve İslam gibi büyük bir nimete eriştiren, gönüllerimizi onunla zînetlendiren, edep ve hayâ gibi güzel ahlakın eşsiz örneği biricik Habîbi Âleyhissalâtü vesselam Efendimiz’i bize gönderen Yüce Rabbimize hamd eder, hayânın en güzeline ulaştırmasını niyaz ederiz.

Hayâ: utanma, hicab, âr, namus ve mahcubiyet hissi gibi manalara gelir. Edebe aykırı olan bir olay meydana gelince, kalbin duyarlılık kazanması ve mahcubiyet duymasıdır. Bu hâlin belirtisi derhal hayâ sahibi olan kişinin yüzünde görülür. Çünkü bu çirkin olaydan dolayı hayâ faziletine bürünmüş kişi bundan müteessir olur.[1]

Edep ise; güzel terbiye, iyi huylarla bezenmekle beraber; utanılacak hata ve ayıplardan insanı koruyan bir melekedir.

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a), hayâ abidesi Efendimiz aleyhisselâm’ı bize şöyle anlatır:

“Peygamber-i zî-şan Efendimiz örtünme çağına girmiş bir genç kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde bunu mübarek yüzüne bakınca anlardık.”[2]

Hayâ biri fıtrî/nefsî diğeri dînî/imânî olmak üzere iki kısımdır:

Fıtrî hayâ, Yüce Rabbimizin herkese doğuştan bahsettiği utanma duygusudur. İnsanların arasında edeb mahallini açmaktan utanmak bu kısma girer.

Dînî/İmânî hayâ ise, Mü’mini her türlü günah ve kötülükten alıkoyar/uzak tutar. Hakk’ın ve halkın huzurunda edepli davranmak bu hayânın bir ürünüdür.

Nitekim Hadis-i Şeriflerde şöyle buyrulmaktadır:

“Hayâ -Haktan ve halktan utanmak- îmandandır.”[3]

“İman ne temenni ve arzu ile ve ne de zâhirde kendini kavlen ve fiilen salih kimselere benzetmekledir. Fakat Mü’min’in imanı öyle bir şeydir ki kalbinde yer tutmuş ola, amel ve ibadeti de onu tasdik ede.” (el-Câmiussağîr)

Demek ki asıl iş; mü’min görünmekte değil, kâmil bir mü’min olmakta, imanına amel ve ibadetini, güzel ahlakını şahit tutmaktadır. Hayatı edep ve hayâ örneği olarak müslümanca yaşamaktadır.

Edep ve hayâ imanın meyvesi, süsü ve reyhası, onu koruyucu en önemli kalelerinden birisidir.

Çünkü  “Kim edebi terk etme belasına tutulursa Sünnet’leri terk eder. Sünnet’leri terk eden Farzları terk eder. Farzları terk eden şeriatı hakir görür/küçümser. Böyle bir belâya tutulan da küfre düşer.”[4]

Bir gün Peygamber (s.a.v) Efendimiz:

-Allah’tan hakkıyla hayâ edin! buyurdu. Biz de:

-Yâ Rasûlallah! Biz, -hamdolsun!- hayâ ediyoruz, dedik. Bunun üzerine

Peygamber Efendimiz şu açıklamayı yaptı:

-Hayâ, öyle sizin anladığınız gibi değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun üzerindeki a’zaları (kötülükten); karnı ve onun ihtiva ettiği şeyleri haramdan korumandır. Ölümü ve toprakta çürümeyi hatırdan çıkarma! Kim Âhiret nimetlerini isterse, dünya hayâtının (haram kılınmış olan) zînetlerini terk eder. İşte kim bu söylenenleri yaparsa Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş/utanmış olur.[5]

Başı ve onun üzerindeki a’zaları korumak demek; zihnimizi faydasız şeylerle meşgul etmemek, başımızı Allah’tan başkasına eğmemek, harama bakmamak, kötü şeylere kulak vermemek, faydasız konuşmamak demektir.

Karnı ve ihtiva ettiği şeyleri korumak ise; kalbi kötü arzulardan, karnı haramlardan, hatta mubahlarla doldurmaktan ve gayr-i meşru şehvetlerden muhafaza etmektir.

Dünyanın ihtişamına, lükslerine tapanlar Ahiret nimetlerinden mahrum olurlar.

Her hal ve hareketimizi, hatta kalbimizden ve hayâlimizden geçen en gizli şeyleri bile görüp bilen ve işiten Cenab-ı Hakkın her an huzurunda bulunduğumuzu düşünmek bizim için en büyük terbiye âmilidir. İmanın bu ihsan derecesine sahip olanlar gizli günah işlemekten de çekinirler, çünkü Allah’tan utanırlar.

Şu halde Gerçek hayâ, Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı günahları kimsenin bulunmadığı yerde bile Cenâb-ı Hakk vardır. Her şeyi hakkıyla işitir, görür ve bilir, diye iman edip işlememektir.

Hayâ-i nefsi ise kafirlerde de vardır. Müslüman olmayan bir kimse, insanların yanında avret mahallini açmaktan hayâ eder/utanır, açamaz.[6]

Hayâ hissi ve takvâ örtüsü

Utanma duygusu, takvâ’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Kişi hayâ sahibi olmadıkça takvâ sahibi de olamaz. Çünkü takvâ: Bütün hal ve hareketlerimizde Hakk’ın rızasını gözetmek, tenhalarda bile, Rabbimizin hoşnut olmadığı şeylerden çekinmektir.

Hata ve kusurlarımızı örtecek, Rabbimiz katında bizi üstün kılacak, hayra ulaştıracak ve şerden uzaklaştıracak ancak takvâ örtüsü ve hayâ hissidir:

“Takvâ örtüsü (hayâ hissi, Allah saygısı ve korkusu ile giyilen takvâ elbisesi) ise mutlak hayırdır, sâfi yarardır.”[7]

Yüce Rabbimizin sayısız nimetlerine mukâbil nefsimizin cefâsını, kusur ve hatasını tefekkür etmek, Rabbimize karşı bizi hayâ sahibi kılacaktır.

Hayânın pek çok mertebesi vardır ki, bunlardan en üstünü Müslüman’ın zâhiren ve bâtınen Allah’tan hayâ etmesi, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda bulunduğu hissi ve bilinciyle yaşamasıdır. Hiç şüphesiz Allah’ın kendisini gördüğü bilincinde olan bir Mü’min Rabbinden utanır, tenhalarda bile O’nun emir ve yasaklarına karşı gelemez.

İnsanlığın zîneti olan hayâ hissi, sahibini her türlü kötülükten koruyan manevî bir kalkandır. Kişinin, Cenâb-ı Hakk’a ve insanlara karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmesini sağlar. Nitekim Hadîs-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

İlk Peygamberlik sözlerinden insanların hatırında kalanlardan biri de:

“Utanmadıktan sonra, dilediğini yap!” sözüdür.[8]

Çünkü bütün Peygamberlerin rehber oldukları, insanların da örnek alarak hayat buldukları, unutulmayan en belirgin özellikleri hayâ sahibi olmalarıdır.

“Şu dört özellik Peygamberlerin sünnetlerindendir: Hayâ sahibi olmak, güzel koku sürülmek, misvak kullanmak ve nikâhlanmak.”[9]

İnsanlığın kurtuluş ve huzuru, edep ve hayâ örneği salih bir nesil yetiştirmekle mümkün olacaktır.

Bu konuda sözü Muhterem Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK Hocamıza bırakıyoruz:

GENÇ ADAM EDEP VE HAY  TİMSÂLİDİR

Edep, hayâ, nezâket, kibarlık, efendilik ve hanımefendilik, çelebilik, zerâfet ve hür-metkârlık, herkesi hayran bırakan özellikler ve güzelliklerdir.

“Edeb bir tâc imiş nûr-u Hûda’dan

Giy ol tâcı, emin ol her belâdan”

Vecizesi; edebin kaynak ve koruyuculu­ğunu ne güzel ifade etmiştir.

Bu konular imânî konulardır. Edeb ve hayâ; Avrupalılaşma/batılılaşma maceramı­zın alt-üst ettiği değerlerdir. Bizimdir, öz malımızdır. Şekil, tarz ve sınırı milli tarihimiz­den akıp gelmektedir.

Genç adam bu güzel sıfatları öncelikle; ebeveyni, akraba büyükleri ve hocaları ile münasebetlerinde yaşayacaktır.

Okul, televizyon, sinema, tiyatro, sokak ve çarşı-pazar; hayâ ve edeb konusunda vermesi gerekenin aksini vermektedir. Do­layısıyla bu konu da aile ocağına havale edilmiş olmaktadır. Aile reisleri edeb ve hayâ eğitiminin kaçta kaçını büyüklerinden almış olacaklardır ki, çocuklarına intikal et­tirsinler. Kala kala ne kaldı edeb ve hayâ öğrenilecek müessese? Bütün eksiklerine rağmen; camiler, sohbet meclisleri ve kitap­lar da olmasa; bu mübarek hasletlerin de ruhlarına Fatiha okuyup geçmek mecburi­yetinde kalacağız.

Mesele çok, hem de çok önemlidir. Gay­retlerimizi eksiklerimiz ölçüsünde arttırma­lıyız.

(Prof. Dr. Osman Öztürk, Genç Adam,  S: 80, Rağbet Yayınevi)

Hayâsızlığın ilacı namazdır

“Şüphesiz sahih namaz insanı, her türlü edepsizlikten/hayâsızlıktan, akıl ve şeriata uymayan bütün kötülüklerden alıkoyar/uzak tutar.”[10]

Bu Âyet-i Celile’de, maddi ve manevi şartlarına riayet edilerek kılınan namazın, insanı utanç verici davranış ve kötülüklerden alıkoymaya vesile olacağı, ahlakını güzelleştireceği, hayâtına bir istikamet vereceği buyrulmaktadır.

Yegâne huzur ve saadet kaynağı ibadetlerimizden namaz; namazını hakkıyla kılmış olanları, her türlü hayâsızlıktan, akla ve dine uymayan bütün kötülüklerden alıkoyar, vazgeçirir, vazgeçmeyi gerektirir ve ıslâh eder, ahlakı güzelleştirir; insan hayatına bir nizam ve istikamet kazandırır.[11]

Hayâsızlığı arzu etmenin cezası

Cenab-ı Hakk Mü’minler arasında hayâsızlığın yaygınlaşmasını arzu edenleri uyararak şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler için dünyada da, Âhirette de acısına dayanılmaz can yakıcı bir azâb vardır.”[12]

İki cihan güneşi Peygamber Efendimiz edep ve hayâdan uzaklaşmanın felaket sebebi olacağını bize şu sözleriyle haber vermektedir:

“Allah, bir kulu helak etmek istediği zaman, önce ondan hayâyı çekip alır. Hayâ duygusunu çekip alınca da o kimseyi sen, sevmeyen ve sevilmeyen bir şahıs olarak görürsün.

Allah, emaneti/güvenirliği de ondan alır. Emanet alınınca, (peşi sıra) merhameti de alır. Merhameti alınca da İslam’ın esasını/bağını da o kimseden çekip alır. İslam’ın esası/bağı koparılıp alınınca da o kimseyi artık kovulmuş bir şeytan olarak görürsün.”[13]

Ashâb-ı Kiram’ın, Peygamber Efendimiz’e:

“-Ya Resûlallah! İçimizde Salih kimseler varken helak olur muyuz? sorusuna karşılık,

-Evet, Hubs: zinâ gibi hayâsızlık ve edepsizlikler çoğaldığı zaman.” diye cevap vermiştir.[14]

Hayâsızlık yüzünden gelecek olan belâ ve müsîbetlerin önüne geçebilmek için, kötülerin ve kötülüklerinin çoğalıp yayılmasına engel olmak şarttır. Yüce Rabbimiz, hiçbir zaman hem nefislerini, hem de birbirlerini ıslah edip düzelten, iyileri ve iyiliklerini destekleyip teşvik eden, kötülükleri bünyesinde barındırmayan, hayâ noksanlığı ile asla tanınmak istemeyen toplumları helak edecek değildir.[15]

Amel ve ibadetlerin boşa çıkmasının ve geçersiz kılınmasının sebeplerinden birinin de Hakk’tan ve halktan utanmamak olduğunu Peygamber Efendimiz bize haber vererek buyurur ki:

“Altı şey ameli boşa çıkarır:

1-Halkın ayıbıyla iştiğal etmek

2-Kalbin kasveti

3- Hubb-i Dünya

4- Kılletü’l-hayâ/Hakk’tan ve halktan utanmamak

5- Tûl-i emel

6- Zulme devamdır.”

Yine Peygamberimiz, insanlardan utanmayanın Allah’tan da utanmayacağı konusunda bizi şöyle uyarmaktadır.

“Kim insanlardan utanmazsa Allah’tan da utanmaz.”[16]

İmanımızın ve ibadetlerimizin kabul sebebi, İslam toplumunun kurtuluşu, huzur ve saadeti; yaratılışımızdaki utanma hissine sahip olmamız, bu hisle yaşamamız ve bütün hal ve sözlerimizi buna şahit tutmamızla mümkündür.

İslam şâiri Merhum Mehmet Akif ERSOY bu gerçeği şu beytiyle ne güzel dile getirmiştir:

Göster Allah’ım, bu millet kurtulur, tek mucize:

Bir utanmak hissi ver gâip hazinenden bize

Hayânın güzelliği

“Hayâ/utanmak güzeldir, fakat hayâ kadınlarda daha güzeldir.”[17]

Hz. Musa (a.s) Medyen’e vardığında iki kızla karşılaştı. Bunlar Bedevice yaşamaya alışkın oldukları halde seçkin vasıfları vardı. Cenab-ı Hakk onlardan bahseder. Bunların adetleri şöyle idi:

Bütün halk, doyuncaya kadar su içip hayvanlarını da sulamadıkça onlar kendi hayvanlarına su vermezlerdi. Maksatları, erkeklerin kargaşalıklarından uzak kalmak idi. Bir ara onların babası onlardan birini Hz. Musa’nın yanına yolladı:

“Derken Şuayb (a.s)’ın o iki kızından birisi bir edep ve hayâ üzere yürüyerek Musa (a.s)’a geldi:

“Bizim hayvanlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni davet ediyor” dedi.”[18]

Utanma hissi, insanlarda fıtrî olarak mevcuttur. Terbiye ile daha da gelişir. Kişi kötü ortamda yaşar ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkarsa, iyi insanlarla görüşmekten mahrum kalırsa bu his yavaş yavaş silinip ortadan kalkar. Bunun için İslam Dini bu hissin korunmasını emretmiştir.

Setr-i Avret, nazar berkadem/bakışları dikmeyip indirmek, çirkin kelimelerle konuşmamak, çırılçıplak gezmemek, hatta çıplaklık gusülhane ve tenhada bile uygun görülmemiştir. Maksat gözlerin hayâsızlığa alışmamasıdır. Bir kere göz hayâsız şeylere alışırsa, yavaş yavaş hayâ hissi ortadan kalkar. Çok geçmeden insan tamamen hayâsız olur.[19]

“Allah’ım! Senden; sıhhat, haramlardan kaçınmayı, iffetli ve güvenilir olmayı, güzel ahlâk ve kadere rızayı ihsan etmeni isterim.”

Âmin!…

[1] Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-i Alâî, s:103

[2] Buhâri, Menâkıb, 23; Müslim, Fezâil, 67

[3] Buhâri, İman 3; Müslim: İman 59

[4] Rûhu’l-Beyan: 1/357

[5] Tirmizî, Kıyamet: 24; Tâc Tercemesi, cilt:5, Hadis no:220

[6] Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s), Musâhabe 6, s:181

[7] A’raf, 7/26

[8] Buhâri, Enbiyâ 54, Edep 78; Tâc Tercemesi, cilt-5, Hadis no: 219

[9] Tirmizî: Nikâh 1

[10]  Ankebut 29/45

[11]  bkz. Ekrem Doğanay, En Büyük Saadet Kaynağı Namaz, s:204

[12]  Nûr, 24/19

[13]  İbn-i Mâce: Fiten, 27

[14]  Buhâri, Müslim, et-Tâc: 5/300

[15]  bkz. Hûd, 11/117

[16]  Taberâni

[17]  Deylemî, Kenzü’l Hakâyık

[18]  Kassas, 28/25

[19]  bkz. Seyyid Süleyman Nedvî, İslam Ahlak Nizamı, s: 292, Erkam Yayınları