İçeriğe geç
Anasayfa » GIYBETE MÜDÂHALE ve MÜSLÜMANA DESTEK

GIYBETE MÜDÂHALE ve MÜSLÜMANA DESTEK

Müslümanların, birbirlerine karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, bir ferdin diğer Müslümanların şahsiyetine saygı göstermesidir. Müslümanın şahsiyetine leke sürmek ve kimliğine zarar vermek olan gıybet, haram kılınmış ve bir ferdin işleyebileceği en büyük kabahatlerden sayılmıştır.

Rabbimiz (c.c.), Müslümanların birbirleri hakkında cahilce ileri-geri konuşmamalarını emretmiş[1]; gıybetin, kardeşinin ölü etini yemek gibi çirkin bir iş olduğunu anlatmış[2]; kaş-göz işaretiyle bile olsa insanlarla alay edilmesini[3] yasaklamıştır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de; kardeşin duyduğunda veya yüzüne söylediğin zaman kendisini rahatsız edecek her sözün gıybet olduğunu[4]; gıybetin denizlerin tamamını kirletecek kadar çirkin bir iş olduğunu[5]; -Mirac’ta şahit olduğu üzere- gıybetçinin, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalamak gibi[6] çetin bir azaba çarptırılacağını haber buyurmuştur.

Gıybetin, bir ferdin bedeni, soyu (ırkı), tabiatı, ahlakı ve dîn u diyaneti hakkında kötü konuşmak gibi çeşitli türleri vardır.[7] Bunun en şiddetli olanı ise elbette dindarlığı hususunda olanıdır. Çünkü bir ferdin şahsiyetine verilebilecek en büyük zarar, dini tutum ve davranışları üzerinden olmaktadır.

İtibar tahribatı olan gıybet, bilhassa gaflet ânımıza denk geldiğinde en dindarımızı da yakalayan salgın bir hastalık halini almıştır. Bu salgından sâlim olanımız maalesef azdır. Sadece anlık bir hata olarak kalmayan gıybet, bazen enkazı uzun süren bir vebale kapı aralamaktadır.  

Dillerimiz gıybet günahıyla kirlenmişse bir an evvel samimi tevbeye ihtiyacımız var demektir. Çünkü bu büyük kabahat sebebiyle, amellerimiz zayi olmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yıllardır biriktirdiğimiz sevaplarımızın, gıybet günahıyla elimizden kayıp gitmesi muhtemeldir.

Bu kötü işten dillerimizi korumayı başarabilmiş, eline, diline ve beline hâkim bir Müslüman olabilmişsek ne güzel bir payeye erişmişiz demektir. Bunun için de Allah’a şükretmek gerekir. Hassasiyet sahibi bir Müslüman olarak sadece, dilimizi gıybetten korumamız yetiyor mu? Gıybet edene karşı tavrımız da mühim değil mi? Ve yanımızda gıybet edilene desteğimiz ne durumda?…

Bu yazıda gıybetin haramlığı konusu değil, yanımızda bir Müslümanın gıybeti yapıldığında nasıl bir tavır takınmamız gerektiği üzerinde durulacaktır.

Gıybet edene karşı tavrımız!

Müslümanın desteğe en çok ihtiyaç duyduğu anlardan birisi de, arkasından kötü konuşulduğu zamandır. Bir insan para kaybeder, sonra çalışıp tekrar kazanabilir. Fakat şahsiyetine zarar verilmiş, kimliğiyle oynanmış biri kaç yıl çalışarak kaybettiği itibarı tekrar elde edebilir?! O halde bir ferdin şahsiyeti, malından daha değerlidir. Kendi Müslüman kimliğimizi koruduğumuz gibi, diğer Müslümanların da şahsiyetini korumakla mükellefiz.

“Sizden biriniz bir kötülük gördüğünüzde onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle söylesin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin ki; bu imanın en zayıf hâlidir.”[8]9 hadis-i şerifi çerçevesinde düşündüğümüzde gıybeti yapılan Müslümanın da bir kötülüğe uğradığı bellidir. İşte böyle bir anda gücümüz yettiği halde kötü söze müdahale etmemek ve Müslüman kardeşimizi müdafaa etmemek ciddi bir ihmaldir.

Buna göre, bir Müslümanın gıybetinin yapıldığı mecliste bulunan kişi, yardıma muhtaç kardeşini desteklemeyi emreden hadîs-i şerîfleri hatırlamalıdır. Mümkün ise derhâl bu çirkin işe güzel bir irşad ile müdahale etmeli, etki edemediyse o ortamdan ayrılmayı tercih etmelidir. Aksi takdirde bu günaha gıybetçiyle birlikte ortak olurlar. Çünkü gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından onu dinliyor görüntüsü verebilmemize bağlıdır. Daha da ileri gidip, gıybet edene bu işlediği günahı devam ettirecek şekilde ilgi alaka göstermek ve sorular sorarak teşvik etmek de vebali artırmaktadır.

Peki, bu işten razı olmadığı halde kardeşini müdafaa etmek vazifesini yerine getiremeyenler… İşte o kimseler hayatları boyunca kendi izzet-i nefislerini korumakta da zorlanacaklardır.

Gıybete müdahale etmek, üç kişiye fayda getirir: Birincisi gıybeti yapan kişiyedir; onun bu günahtan uzak kalması ve anlattıklarıyla ahirette pişman olmaması sağlanır. İkincisi gıybeti yapılan kişiyedir ki; onun şahsiyeti ve mü’min kişiliği korunmuş olur. Üçüncüsü gıybete tepki gösterenedir. Kişi bu müdahalesi sayesinde kendisini gıybet dinleme günahından korur.

Gıybete müdahale etmenin diğer faydası, başka bir zaman bizi de gıybet etmekten alıkoymasıdır. Çünkü insan genelde işleyeceği bazı günahları başkalarında görerek alışır da öyle işler. Kendimizi gerçekten gıybet etmekten korumak istiyorsak, gıybete karşı bir farkındalığımızın oluşması gerekir. Gıybete müdahale hassasiyeti, bu yollardan biri sayılabilir.

Peki, hiçbir faydası olmadığı halde kişiyi gıybet dinleme hatasına düşüren şey nedir? Bunun üzerinde de durmak gerekir. Kişiyi Müslüman kardeşi hakkındaki eleştirileri dinlemeye sevk eden bazı sebepler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı nefsî husumet ve gafletten, önemli bir kısmı da şeytanın tuzağına düşmekten kaynaklanır.

Nefsî husumetten olanı, gıybete razı olmak ve hatta dedikoducunun bizim de bazı davranışlarını beğenmediğimiz kişi hakkında daha fazla şey söylemesini istemek şeklindedir.

Gafletten kaynaklananı, medenî, olgun, görgü sahibi görüntüsü vermeye çalışmak tarzındadır. Böyle biri, dedikoducuyu sessiz sakin bir şekilde dinleyip, ona aykırı bir söz söylemediğinde doğru bir şey yaptığını zanneder.

Şeytan tuzağı olanı, gıybet yapanın oklarının bize dönmesinden yani, zararından korkmak, sevgisini kaybetmek gibi sebeplerledir. Bu da şeytanın insanın kalbine attığı bir vehimden ibarettir.

Gıybetle mücadele ve Müslümana destek olmak vazifesi arasında sıkı bir bağın olduğu aşikârdır. Nice sözü muteber, ilmî liyakati müsellem, arkasından yürünmeye layık âlimlerimiz, İslam önderlerimiz, toplum büyüklerimiz, hakkında üretilmiş iftiralar, yalanlar ve bunların neticesinde dedikodularla topluma hakikati haykırmak ve kitleleri peşinden sürükleme makamındayken sözü kısılmış, anlattıkları değersiz hale getirilmiş ve yalnız bırakılmıştır. Bu sebeple gıybete ve itibar tahribatına karşı mücadelemizin mihenk noktasını, âlimlerimizi ve İslam önderlerini müdafaa oluşturmalıdır.

Bununla beraber her Müslümanın onuru vardır. Bu, diğer Müslümanlar için de mukaddestir. Bize düşen kendimiz için istediğimizi, diğer kardeşlerimiz için de istemektir. Ve her halükarda Müslümanı desteksiz bırakmamaktır.

Bu arada şunu da hatırlatmış olalım: Günahını alenen işleyen fâsığın durumunu haber vermek, diğer bir Müslümanı kötülükten korumak, zulme uğradığında hakkını aramak gibi gıybet yapmanın caiz olduğu hususlarda, gıybet yapanın söylediklerini dinlemenin de caiz olduğu söylenebilir.

Görmüyor musun; o, Lâ ilâhe illâllah diyor!…

Müslümanın kardeşine olan en büyük desteklerinden birisi de onu gıyabında hayırla anmasıdır. Bu titizliği evvela hayat rehberimiz Peygamberimiz’in (s.a.v) şu tavrında görüyoruz. Bir gün Ensar’dan birinin evinde, Mâlik b. Duhşum hakkında şöyle bir diyalog geçmiştir. Allah Rasûlü (s.a.s.) “Mâlik b. ed-Duhşum nerede?” diye sormuş, ashabdan biri: O münâfıktır; Allâh ve Rasûlü’nü sevmez, cevâbını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v): “Onun hakkında böyle söyleme! Görmüyor musun ki o, “Lâ ilâhe illâllah” diyor ve bununla Allah’ın rızâsını istiyor!” buyurdular. Sahâbe, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. (Münafık diyen zât) Biz onun münafıklara hep yüz verdiğini ve onlara karşı iyilikle muamele ettiğini görüyoruz, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v): “Allah, (Lâ ilahe illallah) diyerek bununla Allah’ın rızâsını dileyen bir kimseye cehennemi haram kılmıştır.” buyurdular.[9]

Yanlış bir iş karşısında sükût etmesi ihtimali bile olmayan Peygamberimiz’in (s.a.v) buradaki tavrı mühimdir. Allah Rasûlü (s.a.v), zandan ibaret olan böyle bir kötü söz karşısında derhal doğru bildiğini ifade buyurmuşlardır.

O öyle bir tövbe etti ki…

Bu konuda başka örnek ise Peygamberimiz’in (s.a.s.) zinadan dolayı recmedilen bir kadın hakkındaki ifadesidir. Medine’de bir kadın zina etmişti. Pişman bir şekilde Allah Rasûlü’nün (s.a.v) yanına gelip suçunu itiraf etti. Kadının “Temizle beni, ya Rasûlallah! şeklindeki ısrarlı talepleri neticesinde, Allah Rasûlü’nün (s.a.v) emri ile recmedildi. Recm esnasında ashabdan biri, eline büyükçe bir taş alıp kadına ağır sözler söyleyince, Rasûlullah (s.a.v): “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o öyle bir tevbe etti ki, eğer insanlardan haraç toplayan biri böyle tevbe etseydi muhakkak bağışlanırdı.”[10] Cenaze defin hazırlıkları esnasında Hz. Ömer de “Yâ Rasûlullah! O zina etmiş olduğu halde, namazını mı kılıyorsun?!…” diye sorunca Allah Rasûlü (s.a.v), “O öyle bir tevbe etti ki, Medinelilerden yetmiş kişiye taksim edilse yeterdi. Sen bu tevbeden daha fazlasını mı buldun?” buyurmuştur.[11] 

Hadiseye birçok yönden bakıp kadının tevbesindeki samimiyetten ibret almak mümkündür. Ancak konumuz açısından bakıldığında fena söze karşı, Allah Rasûlü’nün (s.a.v) kadını tezkiye ettiğine dikkat edilmelidir.

Biz onun hakkında sadece hayır biliyoruz!

İslam Tarihi’ndeki çetin savaş hazırlıklarından birisi de Bizanslılar’ın Müslümanlara saldırma hazırlığında olduğu bilgisi gelince olmuştur. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v), ashabına savaş hazırlığı yapmalarını emretmiştir. Sahabenin bir kısmı çeşitli sebeplerle savaştan geri kalmışlardır. Tebük Seferi’nden geri kalan üç sahabîden birisi de Kâ‘b b. Mâlik’tir. Bu süreci başından sonuna kadar etraflıca anlatan Kâ‘b, Rasûlullah’ın (s.a.v) Tebük’e varıncaya kadar adını hiç anmadığını ve Tebük’te ashâbın arasında otururken aralarında şöyle bir diyaloğun geçtiğini nakleder:

Allah Rasûlü (s.a.v), “Kâ‘b b. Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: “Yâ Rasûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine’de alıkoydu.” demiştir. Bunun üzerine Muâz b. Cebel ona: “Ne fena konuştun!” demiş, sonra da Peygamberimiz’e (s.a.v) dönerek, “Yâ Rasûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz.” demiştir. Peygamberimiz (s.a.v) ise bu diyalog karşısında sükût etmiştir.[12]14

Buradaki sükût, Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v), Muaz’ın (r.a) ifadesini, yani Müslüman kardeşi hakkındaki hüsn-i zannını takrir ettiğine işarettir. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün fakat maksadı ifade edeceği düşüncesiyle bunlarla yetinip, selef âlimlerin görüşlerini naklediyoruz.

Seleften nakiller…

Gıybet edene nasıl davranılacağı konusunda, selef-i sâlihinden bazı nasihatler kaynaklarımızda yer almaktadır. Bazıları şöyledir:

“Sen bir mecliste nasıl hatırlanmak istiyorsan, kardeşini de öylece hatırlat. O halde, bu hususta senin elinde iki ölçü vardır:

Birincisi, şayet senin hakkında bir şey söylenir ve arkadaşın da orada hazır bulunursa o arkadaşının senin için neyi söylemesini istiyorsan, arkadaşının şerefine saldırana, senin kendin için arkadaşından beklediğin davranışı göster.

İkincisi, arkadaşının duvar arkasında olduğunu, senin onun hakkında söylediklerini dinlediğini düşün. İşte böyle bir durumda nasıl davranırsan, o olmadığı zamanda da böyle davran.”

Bir başkası da şöyle demiştir: “Ben arkadaşımın bulunmadığı bir sırada sanki yanımdaymış gibi düşünürüm. Eğer orada olup da neyi dinlemeyi seviyorsa, onun için onu söylerim.”[13]

Netice…

Rabbimiz (c.c.), Müslümanları kardeş kılmıştır. Dinimiz, Müslümanların birbirlerinin haklarını,  her zaman ve mekânda korumalarını, kardeşlik hukuku gereği yanlarında ve arkalarından desteklemelerini istemiştir. Kişinin kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemesini, imanın kemâli ile ilişkilendirmiştir. Buradan hareketle denebilir ki, kendimizi ve gıybet edeni günahtan korumak, arkadan çekiştirilen Müslümanın itibarını ve şahsiyetini muhafaza etmek için, gıybete ve fena söze güzel bir üslûpla müdahale etmek gerekir. Buna rağmen müdahalemiz fayda vermediyse bu yanlıştan razı olmadığımızı belli etmek ve günaha ortak olmamak için o ortamdan ayrılmamız icap eder. 


[1] İsrâ, 17/36.

[2] Hucurât, 49/12.

[3] Hümeze, 104/1.

[4] Müslim, el-Birr ve’s-sıla ve’l-âdab, 70.

[5] Ebu Dâvud, Edeb, 40.

[6] Ebu Dâvud, Edeb, 40.

[7] İmam Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 3, 2604.

[8] Müslim, İman, 78.

[9] Müslim, İman, 54.

[10] Müslim, Hudud, 23.

[11] Müslim, Hudud, 24.

[12] Müslim, Tevbe, 53.

[13] İmam Gazzâlî, İhyâ, 3, 2604.