İçeriğe geç
Anasayfa » GÖRÜŞMEK… AMA NASIL VE NE KADAR?

GÖRÜŞMEK… AMA NASIL VE NE KADAR?

  • Konu

İğneden ipliğe hesaba çekileceği güne iman eden her Müslümanın, harama götüren yollardan uzak durması en öncelikli hedefi olmalıdır. Bu gayretin gösterilmesi gereken konulardan biri de eş seçimi ve takip eden dönemlerde görme ve görüşme konularıdır. Dinî hassasiyeti olan her Müslüman gencin bu konudaki “ilmihalini” bilmesi vaciptir. “İlm-i hal”, kişinin içinde bulunduğu halin hükümlerini bilmesi demektir. Namaz kılacak kişinin namazın hükümlerini bilmesi bir zaruret olduğu gibi evlenecek kişinin de bu hale dair hükümleri bilmesi bir zarurettir. “İlm-i hal” serlevhasını böyle anlamak lazımdır.

  • “Hain Gözler”

Cehenneme açılan kapılardan birinin de “hain gözler” olduğunu unutmamalıyız. Bunlar harama bakan gözlerdir. Cenab-ı Hak, “Allah, gözlerin hainini ve kalplerin gizlediğini bilir”(1) buyurarak bakışlarımızdan da sorumlu olacağımızı bildirmiştir. Onun için Rabbimiz, hem erkeklere hem kadınlara gözlerini haramdan sakınmalarını emretmiştir(2). Sevgili Peygamberimizin de bu konuda ikazları vardır: “Ya Ali! İkinci defa bakma, zira sana helal olan yalnız birincisidir”(3), “İki göz, onların zinası bakmaktır”(4) buyurmuştur. Bir defasında Rasûlullah (sav): “Sokaklarda oturmayın.” buyurdu. Ashab-ı kiram: “Oturup konuşabileceğimiz başka yerimiz yok.” dediler. Rasûlullah: “Öyleyse sokağın hakkını verin” buyurdu. “Hakkı nedir?” dediklerinde: “Gözleri indirmek, kimseyi rahatsız etmemek, selam almak, marufu emir, münkeri nehyetmektir”(5) buyurdu.

Arz edilen ayet-i kerime ve hadis-i şerifler, bakışlarımıza bir sınır getirmekte ve görme nimetini, bunu ihsan edenin istemediği şekilde kullanmamızı yasaklamaktadır. İfadeler umumi ve mutlaktır, kimse istisna edilmemiş, yasak, her göze şamil kılınmıştır. Dinimizde asıl olan budur. Ancak usulde bilindiği gibi: “Hiç bir âmm yoktur ki tahsis edilmiş olmasın.” kaidesi burada da hükmünü icra etmiş ve bazı durumlarda gözün “harama” bakmasına bir hadde kadar müsaade edilmiştir. Bunlardan biri de evlenmek maksadı olduğu durumlardır.

  • Eş Adayını Görmek

İnsanın, beraber mutlu bir ömür geçirmek niyeti ile evlenmek istediği kişiyi tanıma ihtiyacı duymasından daha tabii ne olabilir? Bu itibarla, bu kadar masum ve makul bir ihtiyaç için dinde bir meşruiyet delili aramaya ne gerek var denebilir. Ancak, yine de her dinî meselede olduğu gibi bunda da konuyu şer’î delillere ve âlimlerin bu deliller üzerine yaptıkları kıymetli yorumlara dayandırıp emin olmak en isabetli yoldur.

Deliller ve Yorumlar

Sehl bin Sa’d’in rivayetine göre bir kadın, Rasûlullah’a (sav) evlenme teklifinde bulundu. Rasûlullah, başını kaldırdı, kadını baştan aşağı süzdü, sonra başını önüne eğdi (6).

Ebu Hureyre’nin rivayetine göre birisi Rasûlullah’a geldi. Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini söyledi. Rasûlullah: “Ona baktın mı?” buyurdu. “Hayır.” dedi. Hz. Peygamber (sav): “Git bak, çünkü Ensarın gözlerinde bir şeyler (mavilik veya küçüklük) vardır.” (7) buyurdu.

Bu hadisler üzerine bazı âlimlerin yorumları da şöyledir:

İmam Nevevî der ki:

“Bu hadise göre, erkeğin evlenmek istediği kadının yüzüne bakması caizdir. Bu, mezhebimizin (Şafii), Malik, Ebu Hanife ve diğer Kûfe’lilerin, Ahmed bin Hanbel ve âlimlerin cumhurunun görüşüdür. Kâdî bazılarından bunun mekruh olduğunu aktarır. Ancak bu isabetli değildir. Çünkü yukarıda geçen hadisin açık ifadesine ve ayrıca alış-veriş, şahitlik vb. hususlarda ihtiyaç halinde bakmanın caiz olduğu üzerindeki ümmetin icmâına muhaliftir. Sonra sadece yüzüne ve ellerine bakabilir, Çünkü bunlar avret değildir. Yüzünden güzel olup-olmadığını, ellerinden de zayıf mı şişman mı olduğunu anlar. Bu, bizim ve çoğunluğun görüşüdür. Evzâ’î, etli yerlerine bakabilir, derken, Davûd ez-Zahirî, vücudunun her yerine bakabilir, demiştir. Ancak bu, sünnet ve icma delillerini bir kenara atan açık bir hatadır”(8).

İbnü Kudâme, baş başa kalmamak şartı ile kişinin evlenmek istediği kadına bakmasının caiz olduğunu kaydettikten sonra: “Ehl-i ilim arasında bu konuda ihtilaf bilmiyoruz.” demektedir. Baş başa kalmanın hükmü konusunda da şöyle der: “Baş başa kalmaları caiz olmaz, çünkü kadın ona mahremdir, bakmanın dışında delil gelmediğinden dolayı bakmaktan gerisi haram olarak kalır. Zira harama düşmekten emin olamaz. Bundan dolayı Rasûlullah (sav): “Kesinlikle bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın, çünkü üçüncüsü şeytandır” (9)buyurmuştur”(10).

  • Değerlendirme

Arz edilen deliller ve bunların yorumlarından, erkeğin evlenmek istediği hanımın ellerini ve yüzünü görmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu kadarı, bir zarurete ve ihtiyaca binaen “yabancı kadına bakmayı nehyeden umumî ve mutlak naslardan” tahsis veya takyit edilmiş ve müstesna tutulmuştur. “Zaruretler, miktarınca takdir olunur”. Daha fazlası zaruret dışı kalır ve orada asıl hüküm geçerli olur.

Günümüz insanının beklentisi ve ihtiyacı dikkate alındığında, yukarıda arz edilen delil ve yorumlarda zihinlerde dolaşan şu üç sorunun cevabı verilmemiş bulunmaktadır ki bunlardan biri, kadının erkeği görmesi; diğeri, birbirlerinin huy ve ahlaklarını tanımak için yapılacak görüşme ve sonuncusu da bu görüşmelerin sayısı. Kısaca bunları da arz edelim:

  • Kadının Erkeği Görmesi

Bu delillerde kadının erkeği görmesinden bahsedilmemiştir. Ancak erkeklerin setr-i avret hükmünde dinimiz, kadınlara nispetle erkeğe daha müsamahalı davrandığı için, kadının kendisine talip olan erkeği görmesinde – örfî ölçüler içinde – bir sakınca olmayacağını söylemek mümkündür.

  • Ahlakını Tanıma

Ömür boyu beraber olma niyetinde olan kişilerin huy ve ahlak bakımından birbirlerini tanımaları, fizik bakımından tanımalarından çok daha önemli olduğu açıktır. Dolayısıyla sadece fizik yapısını görmek için değil, ayrıca bu maksatla da görüşmelerinin caiz olması gerekir. Daha zayıf bir ihtiyaç için caiz olan bir görüşmenin daha kuvvetli bir ihtiyaç için caiz olmasından daha makul ne olabilir? Tahâvî ve Tirmizî’nin rivayetine göre, Muğîra bin Şu’be evlenmek istediğinde Rasûlullah (sav), Ona: “Git onu gör, böylesi aranızdaki sevgi ve muhabbetin devamlı olması için daha uygundur”(11) buyurmuştur. Bu hadisten, en azından muhabbetin alametlerini keşfedecek kadar görüşmenin caiz olduğunu anlamak mümkündür. Bu da sadece tek taraflı görmekle değil görüşmek ve tanışmakla mümkün olur.

  • Görüşme Sayısı

Her iki maksatla görüşmenin sayısı için ne hadislerde ne de yorumlarda bir sınırlama bulunmaktadır. İnsan denen meçhulü bir iki görüşme ile tanımak mümkün değildir elbet. Hatta bazı insanların bazı insanları tanıması bazen bir ömür alabilir. Onun için “kişi eş adayını çok iyi tanımalıdır, iyice tanımadan evlenmemelidir” gibi sözler bazı ortamlarda bir kural gibi algılansa da bunlar kural değil aksine kuralsızlıktır. Çünkü kurallar sınırları belirlemek için konulur. “İyice tanıyıncaya kadar” gibi sonu belirsiz bir görüşme sürecini ne din ne örf ne de Müslüman bir aile kabul eder. Dolayısıyla dinimizin “görüşmelidir, tanışmalıdır” iznine bir sınır getirmek vacip olmaktadır. Aksi halde dinin verdiği bu cevaz kötü maksatlara alet edilebilir. Bu konuda “üç” sayısının esas alınmasının uygun olacağını düşünüyorum. Çünkü bu sayı pek çok dinî meselede esas alınmıştır:

Yemin keffaretinde üç gün oruç tutma, hıyar-ı şartta düşünme müddetinin üç gün olması, üç günden fazla dargın durmama, kadının kocasından başka bir yakınının ölümüne üç günden fazla yas tutmasının caiz olmaması, seferde mestler üzerine üç gün mesh edilmesi, hayzın en azının üç gün olması, abdest azalarını üçten fazla yıkamanın mekruh olması, talak sayısının en fazla üç olması, vasiyetin malın üçte biri ile sınırlı olması, başkasının evine girmek için en fazla üç defa kapının çalınması, kötü rüya görenin muavvizeteyni okuyup üç defa sol tarafına üflemesi, kadının üç günlük yola mahremsiz çıkmaması, insan uyuduğunda ense köküne şeytanın üç düğüm atması, suyun olmadığı yerde üç taşla istinca yapılması, sünnet olan kefen sayısının üç olması, Arap dilinde “AZ” ile “ÇOK”un ayırıcı sayısının ÜÇ olması… bunlardan bazılarıdır. Bunlar her ne kadar konumuza doğrudan delil olabilecek esaslar olmasa da bir işaret olabilir. Bir başka ifade ile istidlal için olmasa da isti’nas için olabilir. Buna göre, hem dinî hem de işin ciddiye alınması bakımından eş adaylarının görüşmesinin üç ile sınırlı olması gerekir diye düşünüyorum.

  • Sözlülük ve Nişan Dönemi

Bilindiği gibi birbirlerine nikâh düşen kadınla erkek arasındaki mahremiyet ancak nikahla sona erer ve mehir, nafaka, talak, miras gibi evliliğe ait haklar ve helallik ancak bu nikahla başlar. Dolayısıyla sözlülük ve nişanlılık dönemi, adı üstünde bir “söz ve vaad” dönemidir. Vaad ve sözün ahlakî ve örfî bir bağlayıcılığı olsa da, vaadden dönmek nifak alameti sayılsa da hukuki bir sonuç terettüp etmez. Bu dönem, dinen mahremiyetin kalktığı bir dönem olmadığı gibi örfen de öyledir. Örfümüzde kimse sözlü ve nişanlıları evli saymaz. Ancak yine örfümüz bu dönemde taraflara tamamen yabancılar gibi de bakmaz. “Nas olmadığı yerde sahih örf, hükme esas alınır” kaidesine sığınarak bu dönemdeki görüşmelere bir miktar müsamaha gösterilebilir. Ancak mahramiyetin devam ettiği asla unutulmamalıdır.

  • Sonuç

Netice olarak diyebiliriz ki: Eş adaylarının ilk merhalede tamamen gözlerden ırak baş başa olmamak şartı ile toplum içinde her yönden birbirlerini tanımak için, iyi niyetle, üç defa görüşmelerinde bir mahzur olmasa gerektir. Bundan fazlası, ruhsat sınırlarını çiğnemek olur.

Müslüman, her işinde olduğu gibi bu işine de iman penceresinden bakmalıdır. O takdirde yukarıda tespit edilen ölçülere uymakta teslimiyet olacak ve sıkıntı olmayacaktır. Günümüzde Müslüman çevrelerin bu konuda daha fazla müsamaha beklemelerinin sebebi, bazı çevrelerin her hangi bir manevi değere bağlı kalmadan “görüşmelerini, tanışmalarını” yapmalarının örnek alınmasıdır.  “Özgürlük” adı altında onların yaptıkları nefsimize hoş gelse de -ortaya koyduğumuz gibi- bu, yanlıştır; yanlış örnek alınmaz. “Sû-i misal numune-i imtisal olmaz”, “batıl makîsun aleyh olmaz”.

Arz etmeye çalıştığım konunun ayrıntılarına dair deliller sınırlı olduğundan bu konuda kesin ve keskin hükümler koymanın kolay olmadığı erbabının malumudur. Nazarî olarak bazı sınırlar tespit edilse de, yine de uygulamadaki sınırları tespit edecek asıl kaynak mü’minin takvası ve mahremiyet konusundaki hassasiyeti olacaktır. “Müftüler fetva verse de sen fetvayı kalbine sor”.

_________________________________________

  1. Mü’min, 40/19.
  2. Nur, 24/30,31.
  3. Ebu Davut, Nikâh, 44.
  4. Ahmet b. Hanbel, El-Müsned: 2/276.
  5. Buhari, İsti’zan, 3; Müslim, Libas,114.
  6. Buhari, Nikâh, 14.
  7. Buhari, Nikâh,7.
  8. Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi, 9/210.
  9. Tirmizi, Rada’, 16.
  10. İbni kudame, El-Muğni, 6/552-553; bkz. Umdetü’l-Kâri; Aynî, 20/119.
  11.  Tirmizi, Nikâh,7.