İçeriğe geç
Anasayfa » GÜCÜNÜ RAHMET-İ İLAHİYE’DEN ALAN MÜESSESE UHUVVET-İ İSLAMİYE

GÜCÜNÜ RAHMET-İ İLAHİYE’DEN ALAN MÜESSESE UHUVVET-İ İSLAMİYE

Âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihan serveri Hz Muhammed Mustafa (sav.) Efendimiz şu fani hayata pahası biçilemeyecek ahlâkî meziyetleri miras bırakmıştır. Öyle ki bu meziyetler sadece Onu (sav.) tasdik edip gönülden teslim olanlara değil bütün insanlığa huzur ve saadet vadetmektedir. İmam Bûsirî’nin deyişi ile “Rasûlullah’ın faziletlerinin ucu bucağı yoktur ki şu konuşan dilimiz onları anlatabilsin.”[1] Hal böyle olunca bu hasletleri bir yazıya sığdırmak talebi muhal olur. Bizler yalnızca bu hasletlerin pratik hayatta en çok makes bulanlarından biri olan İslam kardeşliğine gücümüz yetirildiğince değinmeye çalışacağız.

İslam kardeşliği adından da anlaşıldığı üzere İslam Dini etrafında şekillenen bir bağı ifade eder. Nasıl ki iki insanı biyolojik açıdan birbirine kardeş yapan şey aynı babadan dünyaya gelmiş olmaları ise iki Müslümanı birbirine kardeş yapan şey de aynı dine müntesip olmalarıdır. Bu bağı taşıyanlar adeta aynı kaynaktan akan bir su misalidir. Her ne kadar kesrete tekabül edecek şekilde müstakil birer damlacıktan ibaret olsalar da onları bir eden bağ sayesinde vahdet içinde bir sudurlar. Evet, bu müessese öncelikle tevhidi hedefler. Her bir ferdi aynı kaynağa bağlı olan bir müessesedir İslam kardeşliği. Hepsi aynı Yaratıcı tarafından, aynı babadan, aynı malzemeden var edilmiş ve üstüne üstlük aynı dine iman etmiş aynı insanlar topluluğu… Bu halkalara sonuncusunun eklenmesi söz konusu kardeşliğin en mümeyyiz vasfıdır elbette. Bu hususi kardeşliğin de sınırlarını elbette mümeyyiz vasıf olan Din-i Mübin-i İslam belirler. Peygamber-i Zîşân Efendimizin nihayetsiz hasletlerini ideal alan fertlerin oluşturduğu bu müessese ideale yaklaştığı ölçüde güzellikten nasibini alır. Bizler yine bu ideallerin yalnızca bize görünen bir kısmını dillendirmiş olacağız. Öyle ya aksine zaten takat yetişmez.

İslam kardeşliği diğerkâmlık üzerine kurulu bir müessesedir. Kişi bu müessesede “Ben” diyerek yola çıkamayacağı gibi yolun bir kısmında hedefini “ben” olarak da belirleyemez. Çünkü kişinin benlik davası her türlü marazın başlıca kaynağıdır. Ulemamızın da ifade buyurduğu gibi her türlü kalp hastalığının sebebi dünya sevgisidir. Dünya içinde insana en sevgili olan da herhalde yine kendisidir. Aslında insan dünyayı da benliğini sevdiği için sever. Örneğin malı, mülkü, zevk ü sefâyı, makamı, şöhreti hep benliğine olan menfaati sebebiyle arzular. Ve benlik haddi zatında öylesine küçük olsa da taşıdığı tehlike kadar da büyüktür. İnsanın kalbinde bu kadar küçük olmasına rağmen başka hiçbir şeye yer bırakmayan başkaca bir şey herhalde yoktur.

İnsanın kalbinde kendisi oldu mu artık orada ne Yaratana ne de herhangi bir yaratılana yer kalır. Ondandır birbirimizi sevmememiz, ondandır birbirimize tahammülümüzün olmayışı. İnsanın nirengi noktası kendisi olunca değer yargıları da ona göre şekillenir. Benliğine faydası dokunanı sever, zararı dokunanı sevmez ve düşman addeder. En iyi ihtimalle kendisi dışındakine ehemmiyet atfetmez. Sevdiğini kendisine benzediği için sever, sevmediğini kendisi gibi olmadığı için sevmez. Kendisi ile aynı kültürel, sosyal ve ekonomik durumda olanlara meyyal iken bunun aksi pozisyonda olanlara fezanın genişliğince uzak olur. Sanki kendisine sarahaten diyemese de onun için insan kendisine eşit bir kıymete bürünmüştür.

Hâlbuki Hak Teâlâ’ya kul, Habibine ümmet olan bir âdem hiçbir zaman “ben” diye bir hedef taşımaz. Aslında “sen” diye bir hedef de taşımaz. Zira diğerkâmlık başkasını hedeflemek değildir. Başkasını hedeflemektir ama Cenab-ı Hak öyle istediği için. Buradaki mühim fark asıl hedefin Cenab-ı Hakkın yüce rızası olmasıdır. Bu rızaya giden en kestirme yollardan biri yine Cenab-ı Hakkın takdiri ile diğerkâmlık olmuştur. Bunun gibi daha nice yol bizi asıl maksûda eriştirsin diye vardır. Ve İslam kardeşliği bu yolları birlikte yürüme imkânını bizlere sunmaktadır. İslam Dini bu yolculuğun rehberi olduğu müddetçe, dünyalar verilse temin edilemeyecek bir sevgi peyda olur gönüllerde. Rehbere tâbî oldukça kalpler arasındaki ülfet artarken kalplerdeki ülfet arttıkça da rehbere tâbî olmadaki meşakkat azalır gider. Bu yolun yolcuları bilirler ki ne duydukları ülfetin ne de yürüdükleri yolun nihayeti vardır. Hepsinin güzelliği nihayetsizliğindedir. Nihayetsiz oluşları da Hak Teâlâ’dandır.

Ne mutlu hakiki gayeye gönlünü verip aynı yolun yolcusu olan bahtiyar kullara. Onlar ile ve onlardan olmak duasıyla.

Vesselâm.


* Arş. Gör., FSMVÜ İslami İlimler Fakültesi.

[1] Mealen ifade etmeye çalıştığımız Kaside-i Bürde’de yer alan beytin orijinal ifadesi şu şekildedir:

“فإن فضل رسول الله ليس له    حد فيعرب عنه ناطق بفم ”