İçeriğe geç

Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Hakkında Yeni Bazı Bilgi ve Belgeler: I

Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi Hakkında Yeni Bazı Bilgi ve Belgeler: I*

Es-Seyyid** Ziyâeddin Ahmed b. Mustafa el-Gümüşhânevî –Kaddesallahu sirrahu- (1228-1311) Hicri. -83 yaşında-

Yetişmeleri:

Gümüşhâne kasabasının Emîr mahallesinde doğmuşlardır.1 On beş yaşlarında iken hıfz-ı Kurân’a muvaffak olup (Kaside-i Bürde, Delâilu’l-hayrât, Ahzâb) dan icâzet almışlardır. Bilâhare pederlerinin ticaretle meşgul bulunduğu Trabzon’a gelerek onun yanında sarf, nahiv, fıkıh gibi ulûmun mebadîsini tahsil etmişlerdi. 1247 senesinde amcasıyla İstanbul’a [gelerek] Bâyezîd Mahmud Paşa medreselerinde ikâmetle ikmâl-i tahsil içün Hâce-i Şehriyârî ve “Şehrî” lakabıyla meşhur Hâfız Mehmed Emin, Laz Osman, Hoca Abdurrahman Efendiler gibi ecille-i ulemâ’nın derslerine devam etmişlerdir. İcâzetleri Şehrî Hâfız Mehmed Emin Efendi Hazretlerindendir. Talebe-i ulûma iki defa icâzet vermişlerdir. Esasen müstesnâ istidâdlerine binâen üstâd-ı mükerremleri Hazret-i Şehrî daha akâid dersinde iken kendilerini tedrise mezun kılmışlardı.

Tasavvufa İntisabları:

İlk, İstanbul’a teşriflerinde Bâyezid Medresesi’nde mazınneden2 mübârek bir zâtın hücrelerine girmişlerdi. Bu zattan aldığı zâhidâne neş’eler tasavvufa intisablarının mukaddimesini teşkil etmişti. Esasen, tab’an zâhid ve mutasavvıf olan Gümüşhâneli Hazretleri arayıcı nazarlarıyla etrafı süzüyor; bir mürşid-i kâmilin mülâkatını bekliyordu. 1261 tarihlerinde Şam’dan İstanbul’u teşrif buyuran Mevlânâ Ziyâeddin Hâlid el-Bağdâdi sümme eş-Şâmi en-Nakşibendî el- Müceddidî (1179-1242) Efendimizin hulefâsından “eş-Şeyh Abdulfettah”3 Hazretleriyle tanışan ve sohbetine nâil olan Gümüşhâneli bu zatdan çok istifâde etmiş ve mânevî zevk-u safâlar kazanmıştı. Kendilerine intisâb arzusunu izhar buyurduklarında feyzinin başka bir mürşidden olacağı bildirilmekle bu mürşidi beklemeye koyulmuşlardı. Filhakîka bundan sonra ecille-i ulemâdan Arif-i Rabbânî Kutb-u Samedânî eş-Şeyh Ahmed Ziyâeddin bin Süleyman el-Ervâdî et-Trablusî Hazretleriyle müşerref olup kendilerine intisab etmişler ve Mahmud Paşa Medresesi’nde halvet görmüşlerdi. Bu zat Mevlânâ Hâlid Efendimizin ehass-ı hulefâsından idi. Muhaddis, fakih, mutasavvıf, pek mübârek ve feyizli bir mürşid-i kâmil ve mükemmil idi. Şeyh Ahmedi Ervâdî Hazretleri Ayasofya’da hadis okuturlarken Gümüşhâneli Hazretleri muntazam devam ederlerdi. Kendilerinden hadis icâzeti almışlardı. Gümüşhâneli Hazretleri de ders okuttuğundan, mürşidi Ervâdî hazretleri de her sabah muntazaman halis müridlerinin derslerine devam ile iltifat buyururlardı. Şeyh Ervâdî Hazretleri Gümüşhânevî Hazretlerine tasavvuftan (Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye) tariklerine âid icâzet vermişlerdir.4 Ayrıca da kendi telifi olan (240) kadar kitaplarının tamamen tedrîsine de me’zûn kılmışlardı.

Hatta (Tarîkat-i Hâlidiyye)den icâzet aldıklarında hocası (Şehrî Hâfız Mehmed Efendi) Hazretleri, üstadları olduğu halde kendilerine intisab etmiş, hoca iken müridlik şerefini kaçırmamıştır. Gümüşhâneli Hazretlerine intisab eden ekâbir-i ulemâdan biri de (Rahmetullah el-Hindî) hazretleridir. Hicaz dönüşü Hind’e uğradıklarında Rahmetullah Hazretleriyle görüşmüşler ve hayrân-ı fazlı olan Rahmetullah Hazretleri kendilerinden teberrüken her fenden bir metin okumak suretiyle icâzet almışlardır. (1294) de ikinci defa hacca niyet ettiklerinde hacdan sonra İskenderiyye’ye ve Mısır’a uğramışlar orada Mevlânâ Hâlid Efendimizin hulefâsından (Küçük Âşık) Efendi Hazretleriyle sohbet buyurmuşlardır. Mısır’da üç sene kalarak Nâsıriyye ve Câmiu’l-Ezher’de eserlerinden (Râmuzu’l-ehâdîs)i okutmuş, yedi defa hatmetmek sûretiyle binlerce Arap ulemâsına icâzet vermişlerdir. Ayrıca evlâd-ı Arabdan yedi zâta tasavvufdan da icâzet ve neşr-i tarîka salâhiyet vererek İstanbul’a avdet buyurmuşlardır. (1280) tarihinde Mahmud Paşa Medresesi’nden “Salkım söğüt” de kâin (Fatma Sultan) Camii Şerifi’ne nakil ile ömrünün sonlarına kadar orada kalmışlardır.

Kendileri mezheben “Hanefî” itikâden “Mâturîdî” tarîkaten “Nakşibendî” meşreben “Şâzelî” idi. Kanaatkâr, müttakî fukarâ perver, sadakaya pek fazla müdâvim, ibâdete düşkün bir mürşid idi. Ekseriyetle katıksız ekmek yemek âdetleri idi. Çok defa yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldıkları, (18) sene kadar (savm-ı dehr)e devam ettikleri hayatlarının son 20 senesinde ayaklarını mûtâd vechile uzatıp uyumadıkları; sabah dersinden sonra öğleye bir saat kalıncaya kadar oturdukları yerde uyudukları herkesçe malum idi.

Az söyler çok düşünür, ziyâretine gelenlere bir müddet hatır, hal sorduktan sonra dâimâ dînî sözlerle Şerîat-i mutaahharaya dâvet buyururlardı. Kendileri heybetli ve celâlli bir zat olmakla herkes, huzurunda haddini bilir, kalbini sâfî tutardı. Zira kalplerin sırlarına âşinâ, hutûrata vâkıf, bir merd-i zûsena olduğundan gönüllerin muhtevâsına bazen işâret bazen de tekdir sûretiyle mukâbelede bulunurlardı. Nihayet (1311) senesinin Zülka‘desinin sekizinci Pazar günü sabah namazı sıralarında cânib-i Rahmete davet buyurulmuştu. Vasiyetleri muktezâsı Süleymaniye Camii Şerîfi Mezarlığı’na Kanûnî Sultan Süleyman Hazretlerinin türbelerinin bitişiğinde defin-i hak-i ğufran olmuştur.

(Kaddesallâhu sirrahul-azîz ve nefeanallâhu bi ulûmihî ve berakâtihî Ve fuyûdâtihî. Âmin. Bihurmeti seyyid’il-mürselîn.)

HÜVİYET-İ İLMİYELERİ

(Şeyh Ahmed Ziyaeddin el-Gümüşhanevi -Kuddise sirruhu-) Yukarıda da işâret olunduğu vech ile müstesnâ bir zekâya mâlik, parlak bir istidâda sahip, ittikâ ve sûfiyâne neşelerinin neticesi yüksek bir inkişaf ve füyûzâta mazhar olduğundan ulûm-ı ilâhiyye ve şeriyyede büyük bir kemâl arz ederek telif buyurduğu eserler, kerâmetlerinin aynalarıdır.

Gümüşhânevî Hazretleri, hakîkaten zamanının ferîdi, asrının vahîdi idi. Fakih, muhaddis, allâme, âbid, zâhid, kâmil bir mürşid bulunuyordu. Altmışı mütecaviz teliflerinden bilhassa: (Câmiu’l-mütûn- Câmiu’l-usûl- Câmiu’l-menâsik alâ ahseni’l-mesâlik, – Necâtu’l-gâfilîn- Râmûzu’l-ehâdîs- Levâmiu’l-ukûl şerhu râmuz-i ehâdisi’r-Rasûl- Garâibu’l-hadîs- Mecmûatu’l-ahzab) pek meşhurdur ve hepsi basılmıştır.

  1. Câmiu’l-mütûn: [Sahife adedi: 140, satır adedi:19, ebâdı: 16×26.]

(1273)de “Dâru’t-tıbâatil-âmire”de Mehmed Recâi Efendi nezâretinde basılmış olan bu eser. (Elhamdu lillâhi alâ zâtihi ve cemâlihi) diye başlar. Üç bab üzerine tertib olunmuştur. Birinci Bab: İtikadlar. İkinci Bab: Elfaz-ı küfür. Üçüncü Bab: Tashîh-i a’mâlden ibârettir. Kenarında (minhuvât ve mütemmimât) vardır ki: İtikadi mesâile ve bir takım ahkâm-ı fıkhiyye’ye dairdir.

  1. Câmiu’l-usûl: [Sahife adedi: 263, satır adedi: +15, Ebâdı: 12,5×16.]

(1276) da basılan bu eserin evveli: (Elhamdu lillâhillezi haleka evliyâehu ve keşefe lehum hıyâda cemâlihi) dir. Kitabın kenarında (e’l-Mütemmimat) vardır ki: Huruf-ı hecâ, tertibli ıstılâhât-ı sûfiyye ve bin makam açıklanmıştır. Bu eser, tasavvufa âid olmak üzere pek mühimdir. Bütün tarîklerin usûlüne, sülûkün âdâbına dâir pek mühim mâlûmât vardır. Eserin sonunda esâtize ve meşâyihden mühim zevatın takrizleri vardır.

  1. Câmiu’l-menâsik ala ahseni’l-mesâlik: [sahife: 220, Satır: 14, ebâd: 6,5×9,5.]

Evveli: (Elhamdu lillâhillezî ceale kelimeteyişşehâdeti hırzen li-ıbâdihî) diye başlayan bu eser hac mesâiline ve âdâbına dâirdir. Ancak bu eserin kenarında “Rahmetullah e’l-Sindi”nin de (Hucecu’l-menâsik ve nef’un-nâsik) adlı eseri vardır ki: (sahife: 439, satır:29, ebad: 13×19.5) dur. Gümüşhâneli Hazretlerinin eseri (330)uncu sahifede hitam bulur, (439)uncu sahifede de Sindi tamamlanır. Sindi’nin eseri (Elhamdu lillâhillezi hedâna ilel-islâm ve kellefenâ bişşerâi’i velahkâm) diye başlar. Hacca dair pek mufassal malûmât vardır. İkisi bir kitapta olan bu eser İstanbul’da Vezir Han’ında kâin “Mahmûdiye” Matbaası’nda (1289) tarihinde (el-Hac Ömer Dağıstani) ile (Hüseyin el-Ahıskavi) nezaretinde basılmıştır.

  1. Necâtu’l-gâfilin: [Sahife adedi: 80, satır:17, ebâdı: 16.5×22.5]dur.

Büyük ve küçük günahlara ve rezâil-i ahlâkiyyeye dâir fıkhî bir eserdir: Kenarında “Minhuvât” vardır. Evveli (Elhamdu lillâhillezî zeyyene kulûbel-mü’minine bil-imani vel-ahlakil-ızam) dır. (en-Necâtul-kebîr) adı da verilmiştir.

  1. Râmûzul-ehâdîs: [Sahife: 562, satır:25, ebâd: 19.5×27.5]

8000 hadis-i şerifi ihtivâ eden bu mübârek eser: iki kısımdan ibârettir. Birinci kısım: hurûf-u hecâ tertîbi üzere -her hadîs-i şerîfin ilk kelimesindeki harf nazar-ı itibâra alınarak- yazılmıştır. Yalnız -Süyûtî’nin “el-Câmius-sağîr”indeki tertîbe kısmen muhâlif olarak -eliften yâ’ya kadar sıralanarak lâm-ı tarifli kelimeler- yine Huruf-ı hecâ takib olunarak alınmış, sonra harful-bâ’dan başlayan birinci kısım ikmâl olunmuştur. Süyûtî’de ise her harfin sonunda o harfe âid lâm-ı tarifli kelimeler sıralanmıştır.

Birinci Kısım: (492)nci sahifede sona erer. İkinci kısım: Buradan (kâne) ile başlar, (562)nci sahifede tamamlanır. Eserin sonunda (10) kadar takriz vardır. Ecille-i ulemâ ve meşâyih tarafından yazılmıştır. Hadis-i şerifler senedleri mahzûf olarak sadece hadis imamlarından tahrîc eden zât ile râvi sahabe adı kayd olunarak tesbit olunmuş, ayrıca hadisin sıhhatine, hüsnüne, kuvvet ve za’fına temas ile muharric isimleri rumuzlarla işaretlenmiştir: Mesela Buhâri (ha), Müslim (mim), Ebû Dâvûd (dal) ilh. gibi. Râmûzul-ehâdîsin evveli (Elhamdu lillâhillezi evcede Âdeme vel-kevâkibel-levami‘)dir.5 Dinin itikâd, ibâdet ve ahkâma âid nazarî ve amelî mühim esasları ve teferruâtı ihtivâ eder. Bu eser bizzat Gümüşhâneli Hazretleri tarafından (Levâmiul-ukûl şerhu Râmûz-i ehâdîsir-Rasûl) adıyla [yazılan bir] şerhdir.

  1. Levâmiu’l-ukûl şerhu Râmûz-i ehâdîsi’r-Râsûl: [Beş cild –Mekteb-i sanayi- de basılmıştır.]

Birinci cild: (740), ikinci cild: (719), üçüncü cild: (720), dördüncü cild: (800), beşinci cild: (646) sahife olmak üzere mecmuan: (3625) sahifeliktir. Her cildin satır adedi: 27, ebad: (16×23). Şerhin evveli: (Elhamdu lillâhillezi cealel-insâne hüve’n-nüshate’l-kübrâ) diye başlar. Şerhin (25) sahife bir mukaddimesi vardır ki: Üç fasıl üzerine mürettebdir: (Birinci fasıl: Ehl-i hadîsin şerefi ve fazileti hakkında, ikinci fasıl: Hadisin tedvîni hakkında, üçüncü fasıl: “Usûl-i hadîs” hakkında veciz ve şümullü bilgiler ihtiva [etmektedir]: Müellif Gümüşhaneli Hazretleri bu eserine (1281) tarihinde başlamış ve nihayet (1290) tarihine doğru hitam bulmuştur. Tab’ına (1292) de başlanmış (1294) senesinin Aşure gününde tamamlanmıştır.

Bu mübarek şerh: Bir hakikat denizi halinde dalgalanmakta, çeşitli bilgi dalgaları, inâyet rüzgârlarıyla, irfan sahillerine çarpmakta ve

[arabic-font]

لباسُ حروفٍ كالظلامِ وتحتها 

ٌضياءٌ من العلمِ الإلهيِ ساطع

[/arabic-font]

Beytindeki ifadesi gibi: harflerinin siyahlığı altında ilahi ilim ziyaları parlamaktadır.

  1. Garâibu’l-ehâdîs: [Matbudur. Garip hadisleri toplamıştır.]
  2. Mecmûatu’l-ahzâb: [3 cilddir, mecmuan 7000 sahifeliktir.]

Not: Merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın notları kendi yazısıyla bu kadar 4 sayfadır. Devamında daha başka şeyler yazdı mı, yazmadı mı bilmiyorum.

Bu konuda en geniş çalışma arkadaşımız Prof. Dr. İrfan Gündüz’ün “Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüddin (KS): Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı ve Halidiye Tarikatı (Seha Neşriyat, İstanbul, 1984)” adlı kitabıdır. Gümüşhanevi ailesinin kollarına dair çeşitli tafsilat hakkında şu yazıları da burada kaydetmeliyiz:

1-Zekeriya Emiroğlu, “Konusu: Emirler Atik Camii ve Gümüşhaneli Ahmet Ziyaeddin Efendi ile ilgili “ , (Gümüşhane’de çıkan) Kuşakkaya Gazetesi, 5 Ekim 1979, Yıl: 13, sayı 1243.

2-Hüseyin Kerim Ece’nin “Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hayatı ve Eserleri” Atatürk Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Tefsir, Hadis Bölümü Bitirme Tezi (1978)

3- Sabri Özcan San’ın Gümüşhane’de çıkan Kuşakkaya gazetesinin 12 Aralık 1967’deki “Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin Hazretleri” adlı yazısı.

4-Orhan Sahir Eskicioğlu’nun 16 Ekim 1976’da Demokrat Gümüşhane Gazetesi’nde çıkan “Veli, Mürşid, Âlim, Mevlânâ Ahmed Ziyâüddin Hazretleri” adındaki yazı dizisi.

5- Fazıl Velibeyoğlunun 31 Ocak 1986’da Kuşakkaya gazetesinde “Gümüşhânevi Mevlânâ Ahmed Ziyaüddin” adındaki altı makalelik yazı dizisi.

——————————————————————————————

*   Bu yazının aslı İstanbul müftüsü -rahmetlik- Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı (1904-1978)’nın yazıp -Allâhu Teâlâ, sağlık ve afiyetler ihsan eylesin- Emin (Saraç) Efendi hocama verdiği 4 sayfalık nottur. Tanıyanların bildiği gibi, hocam elindeki vesîkalardan istifade etmek isteyenlere çok sehâvet sahibidir. İşte bu belgeyi gösterdiği zaman ben de bir fotokopi almıştım. Hem bu belgenin benim nezdimde mahsup kalmasına, hem de dergiden gelip yazı isteyen gençleri eli boş göndermeye gönlüm razı olmadı. Bu vesileyle bu yazı ortaya çıktı. Gümüşhâneli Efendimizin çevresine yaydığı füyûzât-ı rabbâniyeden, yazan ve okuyanların da hissedâr olmasını niyâz ederim.

**  Daha önce bu abd-i aciz de bir çalışmamda “Emir” kelimesinden hareketle Gümüşhânevi Hazretlerinin neseben “seyyid” olduğu husûsunu dile getirmiştim. (Bkz. Ahmet Turan Arslan, Son Devir Huzur Hocalarından Beyşehirli Ahmed Nuri Efendi, İstanbul, 2008, s. 29)

1 13.05.2002’de Gümüşhane Belediyesi’nin düzenlediği “Ahmed Ziyaeddin Efendiyi Anma Toplantısı” münasebetiyle, hazretin doğdukları evin yerini tesbit etmek istedim. Beni, Zihni Değirmencioğlu ile tanıştırdılar. Kendisi Ali ve Zehra’dan olma 1933 Gümüşhane doğumlu idi. Bir nüfus kayıt örneğini de verdi. Gümüşhane İli, Merkez İlçesi, Eskibağlar Mahallesi, cilt no: 4, hane no: 34’te kayıtlı idi. Zihni Bey, kendisinin de Gümüşhanevi Ahmed Ziyaeddin Efendi ile aynı soydan olduğunu ve Gümüşhânevi’nin doğduğu evin yıkılmış, arsanın boş durumda bulunduğunu ve mülkiyetinin de kendisinde olduğunu söylemişti. Ayrıca Ömer ile Fehime’den olma, Gümüşhane, Merkez, Canca Mahallesi nüfusuna kayıtlı (cilt 002-01, aile sıra no: 14,Sıra no: 21 ) Cenayi Emiroğlu da aynı soydan olduğunu söyledi.

2 Kerâmet sahibi bir veli olduğu zannedilen kişi demektir. Şemseddin Sâmî Kamus-ı Türkî’de ve Muallim Nâcî Lügat-ı Nâci’debu kelimenin “zâ” harfinin fethasıyla “mazanne” şeklinde söylenmesinin yanlış olduğunu söylerler.

3 Şeyh Abdülfettah el-Akri Hazretlerinin İstanbul’a geliş tarihi ile ilgili olarak âlim ve müellif bir zat olan Şiblî Nu‘manî şu bilgileri vermektedir: 26 Nisan 1892’de Aligarh’tan hareket ettim (…) 1 Mayıs 1892 günü saat 9.00’da (Bombay’da) gemiye bindik (…) Mayıs’ın 20’sinde sabah vakti İstanbul’a ulaştık (…) Gemide tanıştığım Abdülfettah adında Suriyeli bir Arap’a durumumu ve perişan halimi anlattım. Bunun üzerine O bana “Benim durumum da hemen hemen seninki gibidir. O bakımdan ikimiz birlikte kalalım” dedi (…) Bir hana yani kervansaraya gidip yerleştik. (…) 6-7 gün boyunca bu handa kaldık. Daha sonra Bâbıâli’nin yanından iyi bir ev kiralayarak oraya geçtik. (…) Arkadaşlık kurduğum Şeyh Abdülfettah çok asîl ve şerefli bir âilenin insanı çıktı. Şam’da Hz. Hâlid-i Nakşibendî adında büyük bir zat gelip geçmiş. Burada pek çok insan O’na intisap edip mürid olduklarından adını söylemiyorlar, aksine kendisini andıkları zaman söyledikleri “hazret” kelimesiyle O’nu kastediyorlar. Hâlid-i Nakşibendî diye bilinen bu büyük zat bizim, Hindistan topraklarının yetiştirdiği gönüller sultanının, yani Mîrzâ Cân-ı Cânân Dehlevî Hazretlerinin mürîdidir. Şeyh Abdülfettah işte bu büyük zâtın yeğenidir. Onunla olan bağından dolayı insanlar kendisine saygı duymakta, hürmet göstermekte idi. İstanbul’da Suriyeli büyük bir zümre bulunduğu için iki üç gün içinde Şeyh Abdülfettah pek çok insanla tanıştı, onlarla hemen kaynaştı. Onun sayesinde ben de bu insanlarla tanıştım. Bir gün babası ünlü mutasavvıflardan olan Şeyh Ali Zabiyyan, Şeyh Abdülfettah’la görüşmeye geldi. O sırada ben de vardım (…) Bana karşı büyük bir sitâyiş ve muhabbet gösterdi. Şeyh Abdülfettah birkaç gün sonra Şam’a geri döndü. O’nun gitmesiyle benim yalnız kalmam belki beni hayli üzecekti. Fakat Şeyh Ali Zabiyyan’ın dert ortaklığı, fedakârca dostluğu benim bütün endişelerimi içimden silip attı. (Bkz: Şiblî Nu‘manî, Anadolu, Suriye ve Mısır Seyahatnamesi. Sefernâme-i Rûm-u Şâm-u Mısır (tercüme: Yusuf KARACA), Bilim Evi, Risale Yayınları, İstanbul, 2002, s.36,48,52-54).

4 Nitekim bu Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin kendi mühürlerinde de bu tarîkatlerin isimleri yer almaktadır. (Bkz. Ahmet Turan Arslan, “Hâlid-i Bağdâdî’nin İsmâil-i Şirvânî’ye Verdiği Hilâfetnâme”, Reyhan Dergisi, Sayı 18, 2010/2.)

5 Râmûzu’l-ehadis: iki defa basılmıştır. İkinci tab’ı (1326)da Hulusi Matbaası’nda basılmıştır.

Hazin bir not: (Râmûz metni ve şerhleri, Mecmuatu’l-ahzab gibi bu güzel eserler İstanbul Müftülüğüne intikal ettiğinde “Sicillât” dâiresinin mahzenine atılmış, ihmalin rutûbetiyle bir kısımları çürümüş; bir kısımları üzerine nisyan ve lakaydi örümcekleri iptal ağlarını çekmişlerdi. Birtakım kadirşinâs arkadaşların himmeti ile temizlenip ehillerine tevzi’ ve taksim olunmuştu.) (Evet, bu son cümleye ben de şahitlik edebilirim. Şöyle ki, 1969 yılında –rahmetlik- hocam, Süleymâniye Câmii yakınındaki Kirazlı Mescid Camii İmamı Arvâsizade Cemâleddin Parlakışık (ö.1979) ile bir hadis kitabı okumayı kararlaştırdığımız zaman evinden, parçalanmak üzere olan bir Râmûz nüshası getirmiş ve bana hediye etmişti; ben de onu ciltletmiştim ve okumaya başlamıştık. Cennet mekân hocam kitabın hikâyesini şöyle anlatmıştı: Ömer Nasûhî Efendi, İstanbul Müftüsü iken ziyaretine gitmiştim. Harf inkılâbı sebebiyle, Gümüşhanevi tekkesinin deposunda bulunan kitapların yakılması, atılması, satılması kararlaştırılmış; partide bulunan bir kimseden böyle bir karar haber alınınca o kitaplar gizlice İstanbul Müftülüğüne taşınmış; orada kömür deposuna atılmış, duruyormuş. Müftü Efendi bana dedi ki: “Siz talebe okutuyorsunuz; bunlardan alın da talebelere verir, okutursunuz.” Ben de bir hammal tuttum, onlardan bir iki çuval getirmiştim. İşte bu kitap onlardan biridir. )