İçeriğe geç
Anasayfa » GÜNAH AMA SONRASI…

GÜNAH AMA SONRASI…

İnsan fıtratının, özünde, iyi mi kötü mü olduğu yüzyıllar boyu çeşitli düşünce akımlarında tartışma konusu olmuştur. Bazı fikir akımları insanın aslının iyi olduğunu savunurken diğerleri ise fıtratta kötülüğün hâkim olduğunu savunmuşlardır. Bu noktada Allah Teâlâ’nın, insanı tanımlayan âyetleri dikkat çekmektedir: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.[1] Âyette açıkça belirtildiği gibi insan melek değildir, kötülüğü de iyiliği de yapacak bir hâlet-i rûhiyede yaratılmış ve iyiye yönelmesi emredilmiştir. Öte yandan âyetten, kulların, Allah’ın huzurunda “Bizim özümüzde kötülük vardı, biz onun için kötülük yaptık, bize azap etme.” diyebilecekleri bir mazeretlerinin olmayacağı anlaşılmaktadır.

İnsan, fırtatında yer alan günah işleme meyli sebebiyle imtihana tâbî tutulmakta ve ondan bu sınavı başarı ile vermesi istenmektedir. Bu zorlu imtihan koşullarında kendisine rehberlik edecek peygamberler gönderilmiş ve yine insana kendisini doğru yolda tutacak salih insanlarla beraber olması emredilmiştir. Nitekim âyette, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.[2] buyrulmaktadır. Bu emirde insana iki görev tanımlanmıştır, birincisi ferdî olarak Allah’ın emirlerine uymak, ikincisi ise doğru yoldaki insanların yanında kalmak. Allah’ın, insan fıtratını tanımladığı mezkûr âyetlerde erdemli toplumun, erdemli insanlardan oluştuğunu, kötülüğün de iyilik gibi bulaşıcı olduğu vurgulanmaktadır.

Âyetlerde ve hadislerde kötülük yapabilme tabiatına sahip bulunan insanın ümidini kaybetmemesi ve Allah’ın şefkatini daima hissetmesi gerektiği tavsiye edilmektedir. Bu noktada “günah”ın ne olduğu açıklanmalıdır. Günah, aslen Farsça bir kelime olup Allah’ın yapılmasını yasakladığı bir işi yapmak, emrettiği bir şeyi yapmamaktır. Kısaca Allah’ın emirlerine uymamak günah olarak tanımlanabilir.

Pek çok âyette, tarih boyunca insanların yapabildikleri hatalara yer verilmiş ve bunlardan ibret alınması tavsiye edilmiştir. Bu noktada Allah’ın, kullarına yönelik “Ey iman edenler, Allah’a nasûh tevbesi ile tevbe edin.[3] emri dikkat çekmektedir. Allah Teâlâ, kullarının tevbe etmesini isterken hata ve günahlarının olabileceğini göstermektedir. Bu durumun bir benzerini ise Rasûlullah (s.a.v), daha açıkça ifade etmektedir. O, “Bütün insanlar hatalıdır. Ancak hata yapanların en hayırlıları tevbe edenlerdir.[4] buyuruken, insanın fıtratına vurgu yapmakta ancak yanlış yapan insanların hatalarından bir an önce vazgeçmeleri gerektiğini beyan etmektedir. Peygamberimiz’in (s.a.v) bu uyarısı, insanın, özünde var olan kötüyü yapabilme ihtimalinin varlığını kabul etmekle birlikte, Hz. Âdem’den bu yana tevbe kapısının hiç kapanmadığına işaret etmektedir. Hatta bütün insanlar için ölüm anı gelip can çekişinceye kadar tevbe edebileceği[5] ısrarla vurgulanmaktadır.

Hadis eserlerinde yer alan önemli başlıklardan biri de “Tevbe” hakkında olup Müslüman olmanın bir gereği olarak Allah Teâlâ ile olan yakınlığımızın bir çeşidinin de tevbe ile gerçeleşebileceği ifade edilmektedir. Hatta bir kulun tevbe etmesi halinde Allah Teâlâ’nın mutluluğunun; çölde devesini kaybetmiş, yaşama imkânı kalmayan bir kimsenin, devesini bulduğundaki tekrar yaşama sevinci ile dolmasına benzetilmektedir.[6] Bu veciz örnek bile insanların hayatını devam ettirirken yapabileceği hatalar karşısında asla ümitsizliğe düşmemesi gerektiğini, bilakis yapacağı tevbeden dolayı çok mutlu olacak bir yaratıcıya kul olmanın güzelliğini göstermektedir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) de bir hadisinde insanın içinde yer alan kötülük duygusunun ağır basması sonucu günah işlemeye devam eder de tevbe etmez ise bunun hayatında olumsuz sonuçları olabileceğini güzel bir örnekle tasvir etmiştir. O (s.a.v), bir mü’min günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşacağını, tevbe etmesi halinde bu noktanın silineceğini, eskisi gibi tertemiz olacağını[7], tevbe etmeyip de tekrar günah işlemesi halinde bu noktaların kalbi kaplayacağını, hatta üzerinde en ufak bir beyaz tüyü bulunmayan kapkara koyunlar gibi olacağını ifade buyurmuştur.[8] Bu örnek de Müslüman bireyin, hayatında tevbenin önemini göstermekte, bir kere günaha düşen kimsenin bir an önce bu fiiline son vermesi gerektiğini, yoksa bu günahın onun hayatında başka günahlara sebebiyet vereceğini hissettirmektedir.

Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde bizim için çok güzel örnekler bulunmaktadır. Asr-ı saadeti iyi bilen bir mü’min, neredeyse karşılaştığı bütün problemlerle ilgili çözüm yolları bulabilmektedir. Nitekim hadis kaynaklarında geçen pek çok hadis, sahâbe döneminde hata yapan kimselerin kendilerinin affettirmek için yaptıklarını bize aktararak adeta örnek olmaktadır. Mesela, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) çağrısına uymayarak Tebük Gazve’sine gitmeyen Ka‘b b. Malik’in (r.a) pişmanlığı o kadar etkileyici bir şekilde tasvir edilmiştir ki, bütün ashâb kendisi ile iletişimi kesmiş, Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesi ile yeryüzü olanca genişliğine rağmen onlara dar gelmiştir.[9] Sonunda ise Allah Teâlâ onun tevbesinin kabul edildiğini bizzat âyetler ile izhar etmiştir.[10] Sahâbe arasında işlemiş olduğu günahlardan dolayı Rasûlullah’a gelerek pişmanlığını beyan eden pek çok sahâbî arasında günahından dolayı canını feda eden kimseler dahi bulunmaktadır. Hatta işlemiş olduğu günahtan dolayı pişman olup idam edilen bir sahâbî hanımın arkasından kötü söz söyleyen birine, Efendimiz (s.a.v), “Eğer onun tevbesi 70 kişiye pay edilse onlara bile yeterdi.” buyurarak[11] günahın peşinden yapılacak tevbenin Allah’ın huzurunda pişman olmamak için gerekli olduğunu göstermektedir. Kur’ân ve hadislerden anlaşıldığı kadarıyla insanın içinde bulunduğu imtihan dünyasından temiz bir şekilde ayrılabilmek ancak halis bir tevbe ile mümkün olabilmektedir. Rabbimiz, cümle Müslümanları günah işlememeye gayret eden, işlemesi anında hemen pişman olarak bir daha o fiile dönmemeye azmeden kullarından eylesin.


[1] Şems, 91/7-10.

[2] Tevbe, 9/119.

[3] Tahrîm, 66/8.

[4] Dârimî, Rikak, 18.

[5] Ahmed b. Hanbel, II, 132.

[6] Müslim, Tevbe, 2.

[7] Ahmed b. Hanbel, II, 297.

[8] İbn Ebî Şeybe, Musannef, XV, 582.

[9] Tevbe, 9/118.

[10] Buhârî, Meğâzî, 75.

[11] İbn Hıbbân, Sahîh, X, 290.