İçeriğe geç
Anasayfa » GÜNAH-TEVBE İLİŞKİSİ

GÜNAH-TEVBE İLİŞKİSİ

Bazı sorular eşliğinde günah-tevbe ilişkisini ele almaya çalışacağız.

Önce şunu soralım: Günaha sevk eden faktörler nelerdir?

İnsanın yapısında bulunan meyil ve arzularla onu dışarıdan etkileyen âmiller olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. İslâmiyet’e göre insan yapısında bulunan kötülüklerin kaynağı nefistir. Çünkü nefis, “alabildiğine kötülüğü emreden” (nefs-i emmâre)[1] ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar halinde sürekli telkinde bulunan[2] bir güçtür. Günaha sevk eden bir başka faktör de ölümsüz bir dünya hayatı içgüdüsü ve âhireti düşünmeme tavrıdır.[3] Kendini bu psikolojiye kaptıran insan, hayat sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi pervasızca hareket etme arzusuna kapılır ve hayvanî istekleri tatmin etme duygusunun baskısıyla günaha kolayca kayabilir. Kur’ân-ı Kerîm bu menfî temâyüllü nefse karşı, kendini kınayan (levvâme) ve rızâ-i Hak’ta huzur bulan (mutmainne) nefisleri, yani dizginlenmiş ve eğitilmiş, iyilik yapmayı kabullenmiş nefislere ulaşmayı önerir.[4] Ayrıca insanın hassas bir psikolojik yapıya sahip olması[5], fizyolojik ve psikolojik bağımlılıklarının bulunması da önemli günah faktörleri olarak zikredilmektedir.[6] Günaha götüren hâricî sebepler içinde dünya hayatının cazibesi[7], kötü örneklerin bol miktarda mevcudiyeti[8] ve insanın manevî yücelişine karşı mücadele etmeye ahdetmiş olan şeytanın tahrikleri[9] de önemli bir yer tutar.[10]

Bir insan realitesi olan günaha karşı İslam’ın çözümü nedir?

İslam, günahı bir insan realitesi olarak kabul etmiştir. Ancak bu realiteye karşı insanı çaresiz bırakmamış, ona çıkış yolları da göstermiştir. Bu çıkış yolu en genel anlamıyla tevbedir. İlk insan ve peygamber Hz. Âdem’le birlikte günaha karşı ne yapılması gerektiği bizlere öğretilmiştir. Günahtan kurtulmanın en önemli adımı günahı itiraf etmek; “Ya Rabbi, ben nefsime zulmettim.” diyebilmektir. Bunu yapabilmek için araya aracılar koymaya, onlara itirafta bulunmaya gerek yoktur. Doğrudan el açarak Allah’a yönelmek yeterlidir. Bunun yanında günahların bağışlanması için çeşitli yollar vardır. Kur’ân ve sünnette Allah’ın affediciliğinden bahseden birçok ifade yer almıştır. Âyetlerde, küfür dışında kalan günahlara ait cezaların Allah’ın dilemesine bağlı olarak tevbe[11], ibadet ve taatte bulunma[12], büyük günahlardan kaçınma[13], dünyada cezasını çekme[14], zarûret halinde ve cebir altında bulunma[15], şehid olma, hastalık, musibet ve felâketlere mâruz kalma gibi durumlarla, ayrıca şefaat veya ilâhî lütûfla[16] affedileceği bildirilmektedir. Ancak burada affa konu teşkil eden uhrevî ceza olup beşerî hukukla ilgili sonuçlar, tevbe edilse bile zarara uğrayan kişi tarafından affedilmedikçe ortadan kalkmaz. Bazı günahlardan arınmanın bir yolu olan kefâret fakirleri doyurmak, giydirmek, kurban kesmek veya oruç tutmakla nefsi temizlemeyi amaçlar.[17] Günahtan sonra yapılan iyi ameller de o günahın menfî etkisini ortadan kaldırmaya yardımcı olur.[18]

Sahîh-i Müslim’de geçen bir hadîs günaha teşvik etmektedir, deniliyor. Doğru mudur?

Önce hadîsi kaydedelim:Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şâyet siz günah işlemeseydiniz, elbette Allah sizi yok eder ve günah işleyen bir kavim getirirdi, sonra onlar bağışlanmalarını talep ederlerdi, Allah da onları affederdi.”[19] Bu hadîs günaha mı teşvik etmektedir?

Bu hadîs günah işlemeye teşvik etmemektedir. Burada iki şeye vurgu vardır:

a. İnsan günah işleyen bir fıtratta yaratılmıştır. Zira o melek değildir. Sadece melekler günah işlemez.

b. Fıtrat gereği günah zorunlu olunca çaresi tevbedir. İşte bu noktada Allah kullarının günaha karşı çaresiz olmadıklarına ve tevbe ile kendisine yönelmeleri gerektiğine işaret etmiştir.

Mevdudî, “Bu hadîsin günahları caiz göstermek için uydurulmuş bir hadîs olduğunu zannediyorum.” diyen bir okuyucuya şöyle cevap verir:

“Bu hadîse sened tekniği açısından tenkit yapılamaz. Konusuna gelince, ilgili hadîsleri birlikte değerlendirdiğimizde hadîslerden insanın bile bile günah işlemesi ve sonra da tevbe etmesi gerektiği manasının asla çıkarılamayacağı görülecektir. Aksine onun doğru manası şöyledir: İnsan tamamen hatasız, günahsız olamaz. İnsanın en iyi tarafı ondan hiç günah sâdır olmaması değil, aksine bir günah işlediği zaman pişman olup hemen Rabb’inden af dilemesidir. Bu manayı zihinlere iyice yerleştirmek için Hz. Peygamber (s.a.v) ‘Eğer Allah günahsız bir mahlûk yaratmayı isteseydi, insan yerine başka bir mahlûku yaratırdı.’ buyurmuştur. Allah, insanı günaha ve sevaba meyyal yaratmıştır. Böyle bir mahlûktan günahsız olması istenemez. Onun için en büyük rütbe, beşer gereği işlenen hatada ısrar etmemek, pişman olup af dilemektir.”[20]

Tevbenin şartları nelerdir?

Hiçbir mü’min tevbesiz kalamaz. Zira doğumdan ölüme kadar günahtan uzak olmak yalnızca meleklere mahsustur. Günah ve isyana gömülmek, bir ömür boyu Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı davranmak da şeytanın görevidir. Tevbe ederek günahtan vazgeçip, taat yoluna dönmek ise Âdem (a.s.) ile Onun çocuklarının işidir.

Âlimlerimiz, âyet ve hadîslerde gelen açıklamaları göz önüne alarak makbul tevbenin şartlarını tespit etmeye çalışmışlardır. Nevevî şöyle der: “Tevbe, lügât olarak dönüş (rucû) demektir. Öyleyse tevbe de günahtan dönüştür. Bu dönüşün (tevbenin) üç rüknü vardır:

* Günahtan kopmak, kesinlikle terk etmek.

* Bu günahı işlediğine pişman olmak.

* Bir daha o günahı işlememeye azmetmek, kesin karar vermek.” Nevevî devamla der ki: “Eğer tevbe edilen günah, bir insanın hukukuna karşı işlenmiş ise, bir dördüncü rükün daha var:

* Bu hak sahibi ile helalleşmek.”

Nevevî şu kıymetli bilgileri vermeye devam eder: “Tevbenin aslı nedamettir, pişmanlıktır. Bu, onun en büyük rüknünü teşkil eder. Ulema, bütün günahlardan tevbe etmenin vacip olduğunda ittifak eder. Ve tevbeyi, günah işler işlemez yapmak gerekir, geleceğe bırakmamalıdır. Günah büyük olmuş, küçük olmuş fark etmez. Tevbe, İslam´ın en mühim prensiplerinden, tekit edilmiş esaslarından biridir. Ehl-i sünnete göre şer´an, Mu´tezile´ye göre aklen vaciptir. Bütün şartlarına uyularak yapılmış olsa bile, Ehl-i sünnete göre, tevbenin kabul edilmesi Allah´a vacip değildir. Ancak Allah´ın kerem ve fazlı ile kabul edeceği umulur. Allah´ın kabul edeceğini, Mutezile´nin aksine şeriatla ve icma ile biliyoruz.”

Yeis halinde tevbe geçerli midir?

Abdullah ibn Ömer’den rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tevbesini kabul eder.”[21] Yeis halinde iken tevbe makbûl müdür?

Evet, tevbe geçerli olur. Bu, Allah Teâlâ’nın Müslümanlara bir ihsanıdır. Yeis, kelime olarak ümitsizlik demektir. Tevbe-i yeis, ölüm alameti başlayıp hayattan ümit kesilince yapılan tevbe demektir. Yeis hâlinde, yani yaşamaktan ümit kesildiği [âhiret hâlleri görülmeye başladığı] an yapılan tevbe makbûl, ama iman makbûl değildir. Yani fâsık, tevbe ederse tevbesi kabul olur, ama kâfir, iman etse imanı kabul olmaz. Şûra Suresi’nin, “Kullarının tevbesini kabul eden Odur.” mealindeki 25. âyetine göre, fâsıkın tevbesi makbûldür. Son nefeste iman etmek kabul olmazsa da, Müslümanın günahlarına tevbe etmesi kabul olur.

Bazı âlimler de, Nisa Sûresi’nin, “[Ömrü] Kötülüklerle geçip de öleceği vakit, “Ben şimdi tevbe ettim.” diyenlerle, kâfir olarak ölenlerin tevbeleri makbul değildir.” mealindeki 18. âyet-i kerimesine göre, iman gibi, tevbenin de kabul edilmeyeceğini bildirmişlerdir. Eş‘arîler, “Allah, bir kulun tevbesini can çekişir hale gelmedikçe kabul eder.” hadîs-i şerîfini esas alıp, gargara halinde tevbenin de, imanın da makbul olmadığını bildirmişlerdir. Onlara göre bu hadîs-i şerîf, mü’min ve kâfirin tevbeleri için geçerlidir.

Tevbede ihtilaf olmuşsa da, yeis hâlindeki iman ittifakla makbul değildir. Kâfir o zamana kadar Allah’ı tanımamaktadır. Hayattan umudunu kesip hakkı ve hakikati görünce o anda iman etmektedir. O durumda yapılan iman, makbûl ve muteber değildir. Fâsık, Allah Teâlâ’yı tanımaktadır. Müslümandır, mü’mindir. İmanı mevcuttur ve bâkîdir. Bâkî olan bir şey, yeni baştan yapılandan kolaydır. Bunun için, Firavun’un son nefesteki imanı muteber değildir. Âyet şöyledir: “Firavun boğulacağı an, “İsrailoğulları’nın inandığından başka ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslüman oldum.” dedi. Ona, “Şimdi mi inandın, daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” dendi.”[22]

Razî, tefsirinde Nisa Sûresi’nin 18. âyeti çerçevesinde konuyu geniş ele almıştır. Ona göre muhakkik âlimler şöyle demişlerdir: “Ölümün yaklaşması, tevbenin kabulüne manî değildir. Aksine tevbenin kabulüne mani olan, meydana geldiklerinde, zarurî olarak Allah´ın bilinmesinin tahakkuk ettiği hallerin bizzat görülmesidir. Biz ölümün yaklaşmasının, tevbenin kabulüne manî olmadığını şu sebeplerden ötürü söyleriz:

a) Meselâ, İsrâiloğulları ve Hz. Eyyûb´ün (a.s) çocukları gibi toplulukları Hak Teâlâ öldürüp sonra diriltmiş; bu diriltmeden sonra da onları mükellef tutmuştur. Bu durum, ölümü müşahede etmenin, mükellef kılmaya zarar vermediğine delâlet etmektedir.

b) Ölmek üzere olan kimsenin karşılaştığı sıkıntılar, kadınların doğum sırasında çektiği sancılar gibidir veya bundan biraz daha ileridir. Binâenaleyh bu sıkıntılar, mükellefiyetin devamına manî olmadığına göre, ölüm esnasındaki sıkıntılar da aynı hükümde olur.

c) Ölmek üzere olan kimsenin ızdırabı arttığında, kulun bunalması çok şiddetli olur ki bu, Hak Teâlâ´nın, “Darda kalana kendisine duâ ettiği zaman icabet eden…”[23] âyetinde beyân ettiği husustur. Binâenaleyh o esnada elemlerin artmasının tevbenin kabulüne bir sebep olması, kabul edilmemesine bir sebep olmasından daha evladır.

Böylece bu izahlar ile ölümün yaklaşmasının ve ölümün elemleri ile sıkıntılarının artmasının, tevbenin kabulüne manî olamayacağı sabit olmaktadır. O halde tevbenin kabulüne mâni olan şudur: Ölmek üzere olan insan, birtakım haller ve dehşetler müşahede ettiğinde, bunları müşahede ederken, zarurî (kesin) olarak Allah´ı tanıyıp inanır. Her ne zaman insan zarurî olarak Allah´ı tanırsa, ondan mükellefiyet sâkıt olur. Baksana, âhirettekilerin bilgileri zarurî olduğu için, her ne kadar orada bir ölüm ve bir ceza olmasa da, onlardan teklif sâkıt olmuştur. Çünkü haşr ve hesâb esnasında ve cehenneme girmezden önce onların yaptıkları tevbeler makbûl olmaz.”

Katilin tevbesi makbul müdür?

Hadîslerde 99 adamı öldüren kimsenin tevbesinin kabul edildiği geçmektedir.[24] Kur’ân-ı Kerim’de kasten bir mü’mini öldürenin ebedî cehennemlik olduğu ifade edilir: “Kasten bir mü’mini öldürenin cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir.”[25]Bu durumda katilin tevbesi makbûl müdür?

Yukarıdaki âyete dayanarak İbn Abbas, katilin tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyler. Ama Yüce Mevlâ, şirkin dışındaki günahları, dilediği kişilerden sileceğini beyan etmektedir:

“Yüce Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kişilerden bağışlar.”[26] Kaldı ki, bir müşrik ve kâfirin, şirkine ve küfrüne tevbe edip imana gelmesi de câizdir.

Selef uleması, gerek âyetteki ve gerek bu hususta rivâyet edilen hadîslerdeki şiddetli tehdit ifadesini, caydırıcılık gayesine hamletmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de bir insanı öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olduğu[27] da belirtilir. Binâenaleyh bu konudaki ağır ifadeler, insanları, adam öldürme fiilinden uzak tutmak gayesine yönelik olmalıdır.

Âyetteki “ebedî cehennemlik olduğu” ifadesi, onun böyle bir cezayı hak ettiği şeklinde de te’vîl edilmiştir. Bu durumda ona ceza vermek veya affetmek, Allah’a kalmış bir iştir. Hanefîler, âyetteki “ebedî” lafzını, uzun müddet cehennemde kalmaktır, diye izah ederler. Âyetin, adam öldürmeyi helâl sayanlar hakkında hüküm ifade ettiği de söylenmiştir.

İzahına çalıştığımız hadîs de, katilin tevbesinin câiz olduğunu ifâde etmektedir. Gerçi hadîs, Benî İsrâil’e ait bir olayı ifade etmektedir. Ancak, “Bizden önceki ümmetlerin şeriatı, bizim için de şeriattır.” kaidesine dayanarak, bu hadîs Muhammed ümmeti için de hüküm ifâde etmektedir.

Yalnız önceki ümmetlere ait hükümlerin bizim için de geçerli olması için, onu Allah veya Peygamberinin bildirmiş veya bu hükmü reddetmemiş olmaları şarttır. Bizim şeriatımızda onu teyit eden bir delilin bulunması halinde ise, hiçbir tereddüt ve şüphe kalmaz. Az önce geçen Nisâ Sûresi’nin 48. âyeti, bu hükmün de delili kabul edilir. Ayrıca İbn Hacer, Muhammed ümmetine, eski ümmetlere nispetle daha az külfet yüklendiği prensibinden hareketle, Benû İsrail’de 100 kişiyi öldürenin bile tevbesi câiz oluyor idiyse, bizde öncelikle câiz olur, der.

Günahkâr bir kimse, günah işlemekten aciz olduğunda, bunu yapamaz hale geldiğinde (mesela dili kesilen yalancı, hadımlaştırılmış zânî, dört taraftan kıstırılmış hırsız, eli kesilmiş, sahtekar) tevbesi sahih olur mu?

a. Bazı alimlere göre olmaz. Çünkü irade şarttır.

b. İbnü’l-Kayyım’a göre sahihtir. Zira burada tevbenin rukûnleri vardır. Kişi pişman olmuştur. Hadîste, “Pişmanlık tevbedir.” diye geçer.

Tevbe, kul hakkı ödendikten sonra veya helalleştikten sonra makbûldür. Kul hakkı; gıybet, iftira gibi manevî ise bunu hak sahibine haber verip vazgeçtiğini söylemesi şart mıdır?

a. Özellikle iftirada, hak sahibine bunu bildirmek şarttır.

b. Hiçbirinde bildirmeye gerek yoktur. Allah ile kul arasındadır. Bildirince bir fayda elde edilmeyecektir.

Birinci görüşün daha isabetli olduğu söylenebilir.

Günah işlememiş olan mı, günah işleyip tevbe eden mi daha üstündür?

Günah işleyen insanda bir zillet, boyun eğiş ve kalp kırıklığı vardır. Bu durumlarda Allah, bu kula daha yakındır. İyilik/taat, insanda kibre sebep olabilir. Tevbe eden sürekli günahını hatırlar, kalbi kırıktır.

Tabii her günah işleyen böyle değildir. Yine her taatte bulunan da taati sebebiyle ameline güvenecek, kendini beğenecek ve kibre kapılacak değildir. 

Tevbenin kabulü için o günaha bir daha dönmemek şart mıdır?

Çoğunluk şart olmadığı görüşündedir.

Kişi, tevbesini bozduğunda geçmiş günahlarından sorumlu olur mu?

Bazıları bunu irtidata benzeterek, olur, demişlerdir; ancak çoğunluğa göre irtidat başka, diğer günahlar başkadır. Dolayısıyla sorumlu olmaz.

Biri dururken diğer bir günahtan tevbe etmek sahih midir?

Bu konuda farklı görüşler vardır. Şu söylenebilir: İçki günahı duranın faizden tevbe etmesi sahihtir. Ama aynı türden bir günahta ısrar ediliyorsa tevbe sahih olmaz. Mesela peşin faizden tevbe eder, ama veresiye faizinden tevbe etmezse tevbe sahih olmaz. Haşhaş almaktan tevbe edip içkiden etmezse; bir kadınla zina etmekten tevbe edip bir başka kadınla olan zinasından tevbe etmezse; üzümle yapılan içkiden tevbe edip başka şeylerden yapılan içkiden tevbe etmezse tevbesi sahih olmaz.


[1] Yûsuf, 12/53.

[2] Kâf, 50/16; Necm, 53/23.

[3] Bakara, 2/95-96.

[4] Kıyâme, 75/2; Fecr, 89/27-28.

[5] Nisâ, 4/28.

[6] Bakara, 2/155; Âl-i İmrân, 3/14.

[7] Meselâ bk. Âl-i İmrân 3/14, 185; Yûnus, 10/23; Ra‘d, 13/26.

[8] En‘âm, 6/116; Furkân, 25/27-29.

[9] A‘râf, 7/14-18; Hicr, 15/36-42.

[10] Harman, Ömer Faruk, “Günah”, D.İ.A, c. 14, s. 278-282.

[11] Meselâ bk. Mâide, 5/39; Tâhâ, 20/82; Furkân, 25/70-71.

[12] Hûd, 11/114.

[13] Nisâ, 4/31.

[14] Nisâ, 4/92; Mâide, 5/38, 89, 95.

[15] Bakara, 2/173; Nahl, 16/106.

[16] Nisâ, 4/48; Yûsuf, 12/87; Zümer, 39/53.

[17] Mâide, 4/89, 95; Mücâdele, 58/3-4.

[18] Hûd, 11/114; Furkân, 25/70-71.

[19] Müslim, Tevbe, 11.

[20] Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, III, 153-154.

[21] Tirmizî, Daavât 98.

[22] Yunus, 10/90-91.

[23]  Neml, 27/62.

[24] Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48.

[25] Nisâ, 4/93.

[26] Nisâ, 4/48.

[27] Mâide, 5/32.