İçeriğe geç
Anasayfa » HÂCEGÂN ABDÜLHÂLİK GÜCDÜVÂNÎ

HÂCEGÂN ABDÜLHÂLİK GÜCDÜVÂNÎ

           Orta Asya sûfîliğinin gelişmesinde büyük bir rol oynayan ve Hâcegân silsilesinin kurucusu olan Abdülhâlik Gücdüvânî, Buhara yakınlarındaki Gücdüvân köyünde doğdu. Babası, İmam Malik neslinden gelen zâhirî ve bâtınî ilimlere vakıf, Hızır (a.s) ile dostluğu bulunan Abdülcemil İmam’dır. Malatya’da ileri yaşına rağmen Sultanın kızıyla evlenen Abdülcemil, Hızır (a.s) tarafından bir erkek evlatla müjdelenir ve adının Abdülhâlik koyulması söylenir.

Abdülcemil İmam, bu konuşmadan kısa bir zaman sonra bilinmeyen bir sebepten ötürü Buhara’ya göçerek Gücdüvân köyüne yerleşir ve Abdülhâlik burada dünyaya gelir. Abdülhâlik, beş yaşına geldiğinde ilim tahsili için Buhara’ya gönderilir. Burada İmam Sadreddîn’den Kur’ân-ı Kerim ve tefsîr öğrenmeye başlar. Bir gün “Rabbinize boyun büküp yalvararak ve gizlice dua edin. Bilin ki O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 55) mealindeki âyetin yorumu sırasında gizlilik kelimesinde tereddüt eder.

Hocasına, gizlilikten muradın ne olduğunu sorar. Eğer zikir ve dua, aşikâr ve sesli bir şekilde olursa bunu diğer insanlar da duyar. Sadece kalb ile zikretmiş olunsa dahi şeytan haberdar olur. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Şeytan, insanın damarlarında kan gibi dolaşır.” (Buharî, Ahkâm, 21) buyurmuştur. Bu konuda Abdülhâlik Gücdüvânî, hocasına zikr-i hafî’nin nasıl olacağını sorunca; hocası, bunun ilm-i ledünden olduğunu, ileride ehlüllahtan bir zâtın bu meseleyi kendisine öğreteceğini söyler.

Kısa bir süre sonra, doğumunu da müjdeleyen Hızır (a.s) gelerek, ona gizli zikri telkin eder. Ayrıca zikrin sayılarak yapılacağını da öğreterek “vukûf-ı adedî” prensibini de ortaya koyar. 22 yaşına kadar onu manevî evlat edinen Hızır (a.s)’ın terbiyesi altında kalır. Daha sonra, Buhara’ya gelen Yusuf Hemedânî’nin mürîdleri arasına katılır. Yusuf Hemedânî, cehrî zikir yolunu takip ettiği halde, Abdülhâlik Gücdüvânî’nin hafî zikirde devam etmesine izin verir. Böylece Abdülhâlik Gücdüvanî hazretlerinin sohbette üstâdı Yusuf Hemedânî, zikirde ta’lim hocası da Hızır (a.s) olur.

Hocası Buhara’dan ayrılınca, memleketine döner. Burada sohbetine layık birini bulamayınca inzivâya çekilir. Bu sırada vakit namazları kılmak için Mekke’ye gidip gelmesi gibi kerametleri sayesinde meşhur olur. Adına Şam’da bir hangâh kurulurken burada bulunan mürîdleri kendisini ziyarete gelirler.

Yusuf Hemedânî’nin halifelerinden Ahmed Yesevî’nin, Türkistan’da İslâmiyeti yaymak için Buhara’dan ayrılması üzerine; Abdülhâlik Gücdüvânî, inzivâsından çıkarak Buhara ve civarındaki mürîdlerin başına geçti.

Bir gün talebelerine velîlik hallerini anlatıyordu. Müslüman kıyafetinde olan bir genç içeri girip talebelerin arasına oturdu. Bir müddet sonra:

-Efendim! Rasûlullah (s.a.v), “Mü’minin ferasetinden korkunuz. Çünkü o, Allah’ın (c.c) nuru ile bakar.” buyuruyor. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir? diye sordu.

Abdülhâlik Gücdüvânî, gence heybetle baktıktan sonra:

-Öyleyse belindeki zünnârı (Hıristiyan keşişlerin bellerine bağladıkları ucu haçlı kuşak) kes de imana gel, deyince genç telaşla:

-Hâşâ! Yemin ederim bende böyle bir şey yok, dedi.

Bunun üzerine Abdülhâlik Gücdüvânî talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işaret etti. Gencin üzerindeki hırkası çıkarılınca, belinde zünnâr olduğu görüldü. Bu hâdise üzerine gençte İslâm’a ve Abdülhâlik Gücdüvânî’ye karşı bir sevgi meydana geldi. Böylece evliyânın, Allah (c.c)’ın nûruyla baktığını anlayarak Müslüman oldu.

Abdülhâlik Gücdüvânî, Allah (c.c) indinde duâsı makbûl kimselerdendi. Daha sağlığında ünü, İslâm memleketlerinin her tarafına yayıldı. İnsanlar ve cinler duâsına kavuşmak için, uzak yerlerden gelirlerdi.

Abdülhâlik Gücdüvânî’nin vefatı hakkında da açık ve kesin bir bilgiye sahip değiliz. Kaynaklar onun, 575/1179 veya 617/1220 yıllarında vefat ettiğini belirtir.

Hâce Abdülhâlik de, Ahmed Yesevî gibi dört halife bırakmıştır. Bunlar, Hâce Ahmed Sıdîk, Hâce Evliya-i Kebir, Hâce Habbâz Buharî ve Hâce Ârif-i Rivgerî’dir. Hâcegân silsilesi Hâce Ârif ile devam etmiştir.

Hz. Gücdüvânî’nin, “kelimât-ı kudsiyye” olarak tanınan ve kendisinden sonra ana ölçü haline gelmiş sekiz tarikat düstûrunu ortaya koyması son derece mühimdir. Bunlar:

1- Hûş der-dem: (Her anda gafletten uzak olmak)

2- Sefer der-vatan (Beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olmak)

3- Nazar ber-kadem (Yürürken gözü ayağının önünden ayırmamak)

4- Halvet der-encümen ( Zâhirde halkla, bâtında Hakk (c.c) ile olmak)

5- Yâdkerd (Lisanî zikir ile kalbî zikri birleştirmek)

6- Bâzgeşt (Maksud’un yanlız Allah (c.c) olması)

7- Nigâhdâşt (Meşguliyet verecek düşünceleri defetmek)

8-Yâddâşt (Zikrin sebeb olduğu uyanıklığı sürdürmek)’tır. Bunlara ilave edilen, vukûf-ı zamanî, vukûf-ı adedî ve vukûf-ı kalbî ile on bire çıkan bu prensipler, Nakşibendiyye’nin başlıca umdelerini oluşturmaktadır.

Abdülhâlik Gücdüvânî’nin asıl önemi, Hâcegân silsilesini kurmasının yanında manevî âlemde Şeyh Bahaeddin Nakşibend’e hafî zikri telkin etmiş olmasıdır.

Kendi dönemine kadar Bistamiyye veya Tayfûriyye adıyla anılan Nakşibendiyye, Gücdüvânî’den Bahaeddin Nakşibend’e kadar Tarik-ı Hâcegân adıyla anılmıştır.

Eserleri:

1- Risâle-i Sâhibiyye: Kendisinin ve Yusuf Hemedânî’nin menkıbelerini ihtiva etmektedir.

2- Vesâyâ: Halifesi Hâce Evliya-i Kebîr için yazdığı bu risale, küçük bir âdâb risalesidir. Risalede, cahil sofilerden kaçınmak, şeriat ve sünnetten ayrılmamak, hangâhta oturmamak, semâdan uzak durmak gibi öğütler bulunmaktadır.