İnsan, yapısı gereği sürekli olarak yeni bilgileri öğrenme arzusu içinde yaşamaktadır. Bu öğrenme isteği yüzyıllar boyu bilginin gelişimine katkıda bulunmuş ve evrensel ölçekte bilgilerin daha önceki bilgilerin üzerine eklenerek ilimin/bilimin gelişmesine katkıda bulunmuştur. İnsanlar yeni bilgileri ya aklederek ya görme/hissetme gibi duyu organlarıyla öğrenirler ya da bir başkasından elde ederler ki insanın hayatı boyunca sahip olduğu bilginin büyük bölümünü de başkalarından öğrendikleri oluşturmaktadır.
Hadis âlimleri bilginin tespiti konusunda yaptıkları araştırmalarla öne çıkmış ve aktarılan bilgiye “haber” adını vermişlerdir. Öte yandan tarih boyunca bazı kötü niyetli kimseler, insandaki bu bilgi talebini istismar ederek hatalı bilgiler üzerinden menfaat elde etmeye çalıştıkları için âlimler, haberin güvenilirliği için bazı şartlar öne sürmüşlerdir. Zira aktarılan bir haberin, dinleyen insanda güven oluşturabilmesi, ancak o bilginin doğruluğunun tespiti ile mümkündür. İslâmi ilimler alanında da haberin şartları ile en çok ilgilenenler hadis âlimleri olmuştur. Zira Allah’ın emir ve yasaklarını ümmete ulaştıran Rasûlullah’ın (s.a.v) sözleri, hadis-i şerîfleri, dünya ve ahiret saadetinin anahtarlarını ihtiva etmektedir. Âlimlerin, hadislerin güvenilirliklerini tespiti noktasında Rasûlullah’ın (s.a.v) “Kim benim adıma yalan bir söz uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.”[1] manasındaki sözü etkili olmuştur. Hatta sahabe tabakasından itibaren pek çok râvî, bu hadisin kapsamına girmekten korkarak hadis rivayetinden çekinmiş veya çok ihtiyatlı davranmıştır.
Hadis ilminde mütehassıs âlimler ise haberlerin sıhhatini tespit için Kur’ânî bir prensibi kendilerine rehber edinmişler ve haberi getiren kimseyi araştırmayı esas kabul etmişlerdir. Zira Allah Teâlâ, “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.”[2] buyurarak yanlış bilginin insanlara verebileceği zarara işaret etmiştir. Bundan dolayı hadis âlimleri, dünyada daha önceki hiçbir ümmete nasip olmayan bir sistem geliştirerek haberlerin kaynağını araştırmaya başlamışlardır.
Hadis âlimlerinin bu hassasiyeti aktarılan bilginin öneminden kaynaklanmaktadır. Zira günlük hayattaki bir yanlış bilgi insana bazı zararlar verebilirse de bu zarar sınırlı olacaktır. Hâlbuki hadis naklinde yapılan kasıtlı/kasıtsız bir hata, insanın ahiretini perişan edebilecektir. Bu sebeple muhaddisler kendilerine ulaşan her bir bilgiyi kimin aktardığını incelemiş ve onu nakleden kimseleri araştırmak üzere kaydetmişlerdir. İsnad adı verilen bu uygulama sayesinde Rasûlullah (s.a.v) adına yalan söylenmesinin önüne geçilmiş, buna teşebbüs edenler ise hemen ortaya çıkarılmıştır. Hicrî ikinci asrın en önemli muhaddislerinden Abdullah b. Mübarek (v.181), “İsnad dindendir, isnad olmasaydı, isteyen istediğini söylerdi.”[3] diyerek iki önemli konuya işaret etmektedir. Birincisi, “isnad” din ile önemli bağı bulunan bir sistemdir ve dinin korunması açısından önem arzetmektedir. Buna bağlı olarak da muhaddisler isnad incelemesini ibadet aşkıyla gerçekleştirmişlerdir. İkinci husus ise isnadın rivayet sistemindeki fonksiyonu ile ilgilidir. Zira isnad sebebiyle Rasûlullah adına söylenen bir söz onu aktaran kimsenin ismiyle beraber kayıt altına alınacak, herhangi bir hata veya kasıt görülürse nakleden ravinin suçu ortaya çıkacaktır. Günümüzde merkezi yerlerde veya trafikte suç oranını düşürmeye yarayan kamera sistemleri gibi hadis âlimleri de rivayet bütünlüğü içerisinde bu güvenlik şeridini oluşturmuşlardır.
İsnadın öne çıkardığı hususlardan biri de herhangi bir kastı olmasa bile bir ravinin yaşlılık, unutkanlık, ezberinin zayıflaması gibi sorunlardır. Bunun yanı sıra isnad sistemi, bir ravinin tam hatırlayamadığı bir hadisi, kitabı yanında değilken rivayet ederek hatalı bir nakilde bulunduğu takdirde düşebileceği hataları ortaya çıkarma imkânı sağlar. Bu vesileyle her bir ravinin; rivayetleri, kendisinden ders aldığı hocası ve hocasının diğer öğrencileri ile mukayese edilirek hataları ortaya konulur. Hataları fazla olan kimselerin hadis rivayetinde güvenilir olmadıkları rical eserlerinde kayıt altına alınır. Böyle ravilerin naklettikleri hadisler de artık zayıf hadis olarak değerlendirilir.
Muhaddisler isnadı incelerken iki temel konuya temas etmektedir. Bunlardan birincisi ravilerin güvenilirlik durumu; ikincisi ise raviler arasındaki iletişimin incelenmesidir. Ravilerin güvenilirlik durumu tespit edilirken de iki temel husus dikkate alınır. Adalet yönünden yapılan inceleme; ravinin dinî/sosyal yaşantısını araştırarak yalan söyleme ihtimalinin bulunup bulunmadığını ortaya koyar. Buna bağlı olarak da ravinin aklî melekelerinin yerinde olup olmadığı, dürüst Müslüman, şahsiyet sahibi olup olmadığı tespit edilir.
Ravi hakkındaki ikinci inceleme alanı ise zabt gücüdür. Adalet sınırını geçen ravilerin incelendiği bu aşamada ravinin (ezberinden naklediyorsa) ezber gücü, (kitaptan naklediyorsa) kitabını şartlara uygun bir şekilde koruyup koruyamadığı incelenir. Bu araştırma sonucunda o ravinin, naklettiği hadiste ne kadar güvenilir olup olmadığı ortaya konulmuş olur. İsnaddaki her bir ravi hakkında yapılan bu inceleme neticesinde ravilerden biri bile zayıf olsa naklettiği hadise sahih hükmü verilemez. Ravilerin her biri güvenilir ise bu durumda isnaddaki ravilerin birbirleri ile olan iletişimi araştırılarak nakledilen hadisi bizzat hocasından duyup duymadığı, yani isnadda herhangi bir kopukluk bulunup bulunmadığı ortaya konulur. İsnaddaki ravilerin birbirleri ile görüşmediği tespit edildiği takdirde de hadise sahih hükmü verilemez. Öte yandan, raviler hakkındaki bu çalışmalar inceleme noktasındaki objektifliği ortaya koyabilmek adına da önem arzetmektedir. Zira kişisel değerlendirmeler bu açıdan önemini kaybetmekte ve somut gerekçeler söz konusu olmaktadır.
Hadis âlimleri yukarıda çok özet bir şekilde verilen bu uygulamayı Peygamberimize (s.a.v) izafe edilen bütün hadisler üzerinde uygulamış ve bu testi geçen hadisler sahih olarak isimlendirilmiştir. Yüzyıllar boyunca hadis âlimleri bu alanda yüzlerce eser kaleme almış, bu araştırmalar neticesinde yüz binlerce ravi hakkındaki bilgiler bu eserlerde toplanmıştır. Muhaddisler, Rasûlullah’ın (s.a.v) hadislerinin güvenilirliği konusunda yaptıkları bu gayretleri hadisleri öğrenme ve öğretme esnasında da uygulamış, bu amaçla gece-gündüz demeden araştırmalarına devam etmişlerdir. Onlar bu çalışmalarını Allah’ın rızasını gözeterek yapmış, bazen tek bir hadis uğruna yüzlerce km yol katetmişlerdir. Zira hadis eserlerinin kaleme alındığı yıllar İslam dünyasının birkaç önemli ilim merkezi bulunmaktaydı ve muhaddisler bu mesafelere rağmen birbirleri ile irtibat halinde kalıyorlardı. Mesela Horasan, Maverâünnehr, Irak, Suriye/Şam, Mekke/Medine, Mısır, Mağrib ve Endülüs gibi bölgelerde o dönemin büyük muhaddisleri bulunuyor ve raviler de bölgelere rihle adı verilen düzenli yolculuklar yapıyorlardı. Bu yolculuklar sayesinde İslam dünyasında sürekli olarak ilmî bir hareket bulunuyor; bir ravi, 1000 km uzaktaki bir ravinin bildiği bir hadise ulaşabiliyordu. Hadis rivayeti için rihle yapamayanlar ise farklı bölgelerin ilmine sahip âlimlere giderek onların rivayet ettiği hadisleri kendilerinden öğreniyorlardı. Öyle ki bazen bir âlimin ders halkasında yüzlerce hatta binlerce hadis talebesinin bulunduğu ortamlar yaşanmaktaydı. İslam dünyasının ilk 3 asrında gerçekleştirilen bu uygulamalar sayesinde oluşturulan hadis eserleri sonraki yüzyıllar boyunca ilim ehlinin başvuru kaynağı haline gelmiş, içerdikleri hadislerin anlaşılması, yorumlanması, hüküm bina edilmesi için büyük gayretler sarfedilmiştir. Hadis âlimlerinin bu muazzam gayretleri sayesinde Rasûlullah’tan (s.a.v) gelen haberler kayıt altına alınmış, onun ümmetine aktardığı sahih mirası, güvenilir olarak nesiller boyu nakledilmiştir.
[1] Buhârî, İlim, 38.
[2] Hucurât, 49/6.
[3] Müslim, Mukaddime, I, 12.