İçeriğe geç
Anasayfa » HADİS RİVÂYETİNDE ADALETİN LÜZÛMU

HADİS RİVÂYETİNDE ADALETİN LÜZÛMU

Dinimiz İslâm’ın doğru anlaşılmasında Kur’ân-ı Kerîm ile beraber zikredilmesi gereken en önemli kaynak hadîs-i şerîflerdir. Hadîs-i şerîfler, Peygamberimiz (s.a.v)’in vefatından sonra sahâbe ve tâbiûn âlimlerinin insanüstü gayretleriyle sonraki nesillere aktarılmıştır. Sahâbe-i kirâm, bir yandan insanları doğru yola ulaştırabilmek için canla başla çalışırken diğer yandan da Peygamberimiz (s.a.v)’in hadislerini korumak için ellerinden geleni esirgememiştir. Bunun gereği olarak, bazı sahâbîler hatâ yapma korkusuyla az hadis rivayet etmiş, bazıları duydukları hadislerde, nakledenden kaynaklanan yanlışları düzeltmişlerdir. Sahâbenin bir kısmı ise hadisleri öncelikle kendilerinin unutmaması, aynı zamanda diğer insanların da öğrenmesi amacıyla, hadis müzâkere ve rivâyet meclisleri oluşturmuşlardır.

Peygamberimiz (s.a.v)’le uzun süre bir arada bulunan Zeyd b. Erkam’ın kendisinden, hadis rivayet etmesini isteyenlere verdiği: “Biz yaşlandık ve unuttuk; Rasûlullah’tan hadis rivayet etmek ise zor iştir.”[1] cevabı, sahâbenin hatâ etme korkusuyla az hadis rivayet etmelerine en güzel misali oluşturmaktadır. Aynı şekilde Ebû Hureyre (r.a)’nin; Peygamberimiz (s.a.v)’in mirasının, ilim ve onun hadisleri olduğunu beyan etmesi[2] de sahâbe döneminde hadîs-i şerîfe verilen öneme işaret etmektedir.

Tâbiûn ve tebe-i tâbiîn döneminde de hadîs-i şerîfler daha önceki dönemde olduğu gibi ilim halkalarının merkezlerinde olmaya devam etmiştir. Zira kendileri sahâbe neslinden öğrenmiş, onların yolunu takip etmişlerdi. Ancak o dönemde yaşanan bazı siyasî ve ideolojik hâdiseler sebebiyle kötü niyetli bazı kimseler, Rasûlullah’ın Müslümanlar arasındaki bu müstesnâ yerini istismâr etmişler ve kendi menfaatleri için hadis uydurmuşlardır. Hadis âlimleri de bu gayretleri boşa çıkaracak tedbirler almış ve Sünnetin korunmasını sağlamışlardır.

Hadis âlimlerinin sünneti koruma gayretlerinin en önemli meyvesi, daha önce hiçbir ümmete nasip olmayan isnâd sistemini kurmaları olmuştur. İsnâdın başlangıcı ve nasıl uygulandığı konusunu Muhammed b. Sîrîn iki cümleyle şöyle özetlemektedir:

Bu -hadis- ilmi dininizdir. Onu kimden aldığınıza dikkat edin.

Eskiden isnâd sorulmazdı; ne zaman ki fitne çıktı, âlimler: ‘Bize, hadisi kimden aldığınızı söyleyin.’ dediler. Eğer aldıkları kimse Ehl-i sünnetten ise hadislerini kabul ettiler, değilse reddettiler.

Bu iki cümle, tâbiûn âlimlerinin hadîs-i şerîf ilmine hangi gözle baktığını ve o hadisleri kabul etmek için nelere dikkat ettiğini açıkça göstermektedir.

Hadis âlimlerinin bu kadar önem verdikleri sünnetin kaynağı olan rivayetleri alırken sadece senedin bulunmasını yeterli görmedikleri ve bu seneddeki râvilerin de incelendiği kaynaklarımızda tafsîlatlı bir şekilde yer almaktadır. Bu kaynaklarda râvîlerin incelenmesi için özel bir ilim dalı oluşturulduğu ve bu alanda mütehassıs âlimler yetiştiği görülmektedir. Muhaddisler işte bu râvî değerlendirme işlemine “Cerh ve Ta’dil” ismini vermişlerdir. Bu ilim; râvîlerin, rivâyetlerinin reddedilmesini gerektiren kusurlarını ortaya çıkarma anlamındaki cerh ile rivâyetleri kabul edilmesi gerekenlerin güvenilir olduklarını beyân etme anlamına gelen ta’dîl kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.

İslâmî ıstılahta birinin arkasından onun hoşlanmayacağı şeyleri söylemek olarak tarif edilen ve Allah ve Rasûlü tarafından şiddetle kınanan gıybet, hadîs-i şerîfler sözkonusu olduğunda caiz görülmüştür. Hattâ Yahyâ b. Saîd el-Kattân (r.h), hadislerini terk ettiği (almadığı) kimselerin ahirette kendisine düşman olmalarından korkup korkmadığı sorulunca: “Onların bana düşman olması, ‘Yalana karşı hadislerimi niçin korumadın?’ diyerek Rasûlullah’ın düşman olmasından iyidir.” şeklinde cevap vermiştir.[3]

Muhaddislerin hadisleri koruma gayretlerinin sonucu olarak yerleşen cerh-ta’dil ilminin ele aldığı konulardan bir tanesi de râvînin sahip olması gereken şartlardır. Bu şartlar temel olarak iki ana başlık altında incelenmiş olup, birincisi râvinin âdil olmasıdır.

Sözlükte doğruluk, dürüstlük gibi manalara gelen adalet, hadis ıstlahında çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Mesela İbrâhîm en-Nehaî âdil kişiyi, kendisinden şüphe edilmeyen kimse olarak; Bakıllânî de adaleti; düzgün bir dinî yaşantıya, sağlam bir mezhep inancına sahip olmak ve fısk gibi adaleti ihlâl edici davranışlardan kaçınmak şeklinde tanımlamıştır.[4] İmâm Gazzâlî’ye göre ise adalet, günlük yaşayışta ve dinî hayatta doğru olmaktır.[5] Bu tanımlardaki ortak özelliğin, adaletin Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak şeklinde, aslında bütün Müslümanların sahip olması gereken davranışlar olduğu dikkat çekmektedir.

Hadîs-i şerîf âlimlerine göre yukarıdaki şekillerde tanımlanan adaletin gerçekleşmesi için bazı unsurlar tespit edilmiş olup, bunlardan biri bile eksik olduğunda râvî adl (adalet) sıfatını kaybetmektedir. Bu şartlar şunlardır:

  1. Râvînin Müslüman olması: Hadis âlimleri, kâfirin rivayetinin kabul edilmeyeceğinde ittifak etmişlerdir.
  2. Râvînin bülûğ çağına ermiş olması: Kişinin bülûğ çağından önce mükellef olmadığı dikkate alınarak, râvînin hadisi rivâyet edeceği zaman âkıl-bâliğ olması şart koşulmuştur.
  3. Râvînin akıl sağlığının yerinde olması: Hadis rivayeti son derece sorumluluk gerektiren bir iş olduğu için, akıl sağlığı yerinde olmayan kimselerin rivayeti geçerli kabul edilmemiştir.
  4. Râvînin fâsık olmaması: Büyük günah işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimseler İslâmî ıstılahta fâsık olarak tarif edilmiş ve böylelerinin rivâyeti caiz görülmemiştir.
  5. Râvînin mürüvvet/şahsiyet sahibi olması: Genel ahlâka ve dinin hoşgördüğü geleneklere uyma ve saygı gösterme şeklinde tarif edilen mürüvvet sahibi olma şartı da hadis râvisinin âdil kabul edilmesi için gerekli şartlardandır. Bu şart daha çok, toplum içindeki saygınlığın göstergesi olduğu, bunu taşımayan kimselere karşı halkın güveni sarsıldığı için, bu gibi kimselerin hadisleri kabul edilmemiştir.

Bu şartlar dikkate alındığında, muhaddislerin, bir râvînin rivâyetini kabul etmek için son derece hassas davrandıkları ve dinî-toplumsal bakımdan yeterli görülmeyen kimselerden hadis almadıkları belirtilmelidir. Bu da, adalet sıfatının hayatın her anında olduğu gibi hadis rivayetinde de ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.[6]

 

[1] Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 36.

[2] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, II, 114.

[3] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 63.

[4] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 79, 80.

[5] Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 157.

[6] Hadis rivayetinde adalet sıfatı hakkında daha tafsîlatlı bilgi için bkz. Emin Aşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkidi, İstanbul, 1997.