İçeriğe geç

HADSİZ NİMETLER VE SONSUZ ŞÜKÜRLER

Yüce Rabbimiz kendisini nimetleriyle biz kullarına tanıtarak şöyle buyurmaktadır:

               “Eğer Allah’ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, ne mümkün? Bunları toplu olarak bile sayıp bitiremezsiniz.”[1]

Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerini ihsan etmesi, kuluna değer verdiğinin en açık bir ifadesidir.

Rabbimiz, bahşetmiş olduğu sayısız, hadsiz nimetlerini bildirmek ve tamamlamak için iki cihan güneşi Hz. Muhammed -aleyhissalâtü ve’s-selâm- Efendimiz’i göndermiş ve Hak din İslâm’ı öğretmiştir.

Hiç şüphesiz Allah’ın insanlığa en büyük nimetlerinden biri yegâne huzur ve saâdet kaynağı İslam Dinidir.

İmânın tadını tatmak, İslâm’ın izzeti ile yaşamak da İslâm Dininden, Peygamberimizin Allah katından getirip haber verdiği, yaşayıp öğrettiği her şeyden hoşnud olmakla ancak mümkündür.

Hakk’ın Rızası, Nimetin Kaynağı, İlâhi Rahmet Nişânı İslamiyet

İslam Dininin, her şeyin kemâlini, her nimetin tamamını ve Rabbimizin hoşnutluğunu ifade ettiği, Kur’ân-ı Mübin’de şöyle açıklanmaktadır:

“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğenip seçtim.”[2]

Dünyadaki huzur ve mutluluk, hayatı İslâm’a bağlı yaşamanın bir neticesidir. Çünkü İslâm hayatı, Cennet hayatına eşittir. Cenâb-ı Hakk dünya hayatını Cennet hayatına dönüştürmek için din olarak İslâm’ı beğenip seçmiş, mü’min olarak salih amel işleyen kullarına da bu dünyada tatlı, hoş ve güzel bir hayatı va’d etmiştir.[3]

İslâm, gadaba uğratmadan, dalâlete düşürmeden, saâdet ve selâmetle Allah’ın nimetlerine götürüp “Elhamdülillah” dedirten apaçık, dosdoğru, hak, hakikat ve istikamet yoludur.[4]

Rabbimizin biz aciz kullarına Hak din İslâm’ı beğenip seçmesi, bizi İman ile şereflendirip kulluğuna kabul buyurması ve rızasına ulaştıracak yolları sevgili Habîbi Efendimiz aleyhisselâm ile öğretmesi en büyük nimetlerindendir.

İslâm’ı öğrendikten sonra sevmek de lazımdır. Severek İslâm’ı yaşamak, İslâm’dan insanların terk ettiklerini hayata taşıyıp, yaşamayı ve yaşatmayı bir sevda edinmek, bu eşsiz nimetin şükrünü edâya çalışarak, son nefesine kadar böyle gitmek ne büyük bir bahtiyarlıktır.

İman ve İslâm’ı tehlikeye düşüren, ahlak ve fazileti yok eden günahların başında, hiç şüphesiz İman ve İslâm’ın, Allah’ın eşsiz en büyük nimeti olduğunu bilmemek ve hayatı ona göre şekillendirerek şükrünü edâya çalışmamak gelmektedir.

Yüce Rabbimiz, inandığı gibi yaşayan ve yaşantısını inancına şahit tutan şükredici kullarını azaba uğratmayacağını bize şöyle haber vermektedir:

“Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niye azap etsin.[5]

Çünkü imanın şükrü, inandığı gibi yaşamak ve yaşantısını inancına şahit tutmaktır. İnandığı gibi yaşama derdinde olan Mü’min, şükür imtihanını başaran ve hayatına bereket kazandıran kimsedir.

Hakk’a Şükürde Örneğimiz Peygamberimiz Efendimiz

Rabbimizi, sayısız nimet ve rahmet müjdeleriyle bize tanıtan, İslâm Dini ile İlâhi nimetlerin tamamlandığını haber veren Rasûl-i Ekrem Efendimiz gecelerini namazla, kıyam ile secde ile ihya eder;  Ümmetini düşünür, onlar için duâ eder, bağışlanmalarını diler ve gözyaşı dökerdi. Teheccüd Namazı’nın kıyamında uzun müddet durması sebebiyle de mübarek ayakları şişer idi.

Bunun üzerine şu Âyet-i Celile’nin nâzil olduğu rivâyet edilir:

“Habibim! Biz, Kur’an’ı sana meşakkat çekesin diye indirmedik. O’nu ancak Allah’tan korkan kimse için bir nasihat olarak indirdik.”[6]

Hz. Âişe annemiz Peygamber -aleyhissalâtü ve’s-selâm- Efendimiz’e:

“Ya Rasûlellah! Sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız bağışlandığı halde ibâdet hususunda niçin bu kadar meşakkati tercih ediyorsunuz?” söylediğinde

“Ben Rabb’ime (bu İlahi ğufran ve sayısız nimetlerine karşı, geceleri namaz kılarak) şükredici bir kul olmayayım mı?…” cevabını vermişlerdi.[7]

Peygamberimizin göz bebeği olarak tanımladığı namaz, Hakk’ın sayısız nimet ve lütuflarını kuluna hatırlatır ve onu şükre sevk eder.

Rabbimize olan şükran borcumuzu ödemenin en güzel yollarından biri de, şüphesiz namaz kılmaktır. Namaz gibi bütün ibâdetler, Allah’a karşı hürmet ve bir şükürdür. Kişi muhabbet, hürmet ve şükrü nisbetinde Rabbine ibadet eder.

Peygamber Efendimiz’in evinde günler geçer ocak tütmez, yani yemek pişmezdi. Açlıktan uyuyamadığı bir gece sokağa çıktığında kendisi gibi açlık sebebiyle Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e rastlamış, birlikte bir dostlarının evinde ikram edilen taze hurma ve serin su ile karınları doyduktan sonra, Peygamberimiz Tekâsur Sûresi’nin“Elbette o gün her nimetten sorulacaksınız” mealindeki 8. âyetini okumuş ve “Şu yediklerimizden hesaba çekileceğiz. Çünkü hurma taze ve su serindi” buyurmuştu.[8]

Yüce Rabbimizin bahşetmiş olduğu nimetlerden biri de su nimetidir. Nitekim Kur’an-ı Mübin’inde bizi uyararak şöyle buyurmuştur:

“Eğer suyunuz yerin derinliğine çekilir giderse, size kim bir akarsu getirebilir?”[9]

Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve selem- Efendimiz, hamdin ve sayısız nimetlerin yegâne sahibi âlemlerin Rabbine şu sözlerle hamdetmemizi öğreterek bizi Rabbimiz’e sevdirmiştir:

“Bize rahmetiyle tatlı soğuk su içiren ve günahlarımız sebebiyle onu içilmez tuzlu su yapmayan Allah’a hamdederiz.[10]

İki cihan güneşi Efendimiz aleyhisselâm; sıhhat ve tatlı soğuk suyun, hesabı ilk sorulacak nimetlerden olduğunu şöyle haber vermektedir:

“Kula kıyamet gününde ilk sorulacak nimet suâli kendisine şöyle denilmesi olacaktır:

Senin bedenine sıhhat/sağlık vermedik mi?

-Seni soğuk sudan içirip kandırmadık mı?”[11]

Bir Nefeslik Sıhhatin Şükrü Ne Mümkün?

Bir nefeslik sıhhatin bile, şükrü gerektiren büyük bir nimet olduğu, Kanunî Sultan Süleyman Han tarafından veciz bir şekilde şöyle ifade edilmiştir.

Halk içinde muteber bir nesne yok “devlet” gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Rahatlıkla nefes alıp vermenin ne büyük bir nimet olduğunu ancak, nefes darlığı hastalığına mübtela olanları  (Allah cümlesine şifâ versin) ziyaret etmek ve kendilerine ilgi gösterip, hizmet etmekle daha iyi anlayabiliriz.

Şâir, en uzun gecenin kaç saat olduğunu, vakitlerin tesbiti ile uğraşana değil, dert ve hastalık sebebi ile inleyene sormanın gerektiğini, manzum olarak şöyle dile getirmiştir:

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir.

Mübtelâyı gam’a sor kim geceler kaç saat?

Sultan-ı Enbiya –sallallahu aleyhi ve selem- Efendimiz, biz ümmetini şu mübarek duâlarıyla uyarmakta, nimetin kadir ve kıymetini bilmeyi, Rabbimize karşı şükür görevlerimizi yerine getirmeyi ve asla nankör olmamayı bize hatırlatmaktadır:

“Ey Allah’ım! Verdiğin nimetin elden gitmesinden, lütfettiğin âfiyet ve sağlığın bozulmasından, âniden gelecek olan azabından ve gazabını gerektirecek her şeyden Sana sığınırım.”[12]

Yine Peygamber –aleyhissalât ü ve’s-selâm- Efendimiz; beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz buyurmaktadır. Bunlar:

1.Ölüm gelmeden önce hayatın,

2.Hastalıktan önce sağlığın,

3.Yoğunluk yokken vaktin,

4.Yaşlılık gelmeden gençliğin,

5.Fakirlik gelip çatmadan varlığın

nasıl birer büyük nimet olduğunun bilinmesidir.[13]

Ne yaparsak bu nimetlerin değeri bilinmiş ve şükrü edâ edilmiş olacaktır? Vücudun sağlığı yerinde iken, hayırlı hizmetlere koşmak; kafa sağlığı yerinde iken, güzellikler için onu yormak, ferde ve cemiyete zarar vermemek, hizmetleri geciktirmemek, hastalara ilgi göstermek, ömrün faniliğini düşünerek vaktini plansız ve prensipsiz kullanmamak, gençliğini hayırlı hizmetlerde geçirmeye çalışmak, elinde imkân varken hayr u hasenât yapmak suretiyle bu dev nimetlerin kadir ve kıymeti bilinmiş ve şükrü edâ edilmiş olacaktır. [14]

 

[1] Nahl, 16/18

[2] Mâide, 5/3

[3] bkz. Nahl, 16/97

[4] Mahmud Sami RAMAZANOĞLU, Fatiha Sûresi Tefsiri, Erkam Yayınları

[5] Nisa, 4/147

[6]  Tâhâ, 20/2-3

[7] Tecrîd-i Sarih Tercümesi, Hadis no: 580

[8] bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Biricik Önderim Peygamberim Efendim

[9] Mülk, 67/30

[10] Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, Hadis no: 6728

[11] Tirmizî

[12] Müslim: Zikir 96, Ebû Dâvud: Vitir 32

[13] Suyutî, el-Camiu’s-Sağir, Hadis no: 1321

[14] bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Bir Nefes Sıhhat, s: 34