İçeriğe geç
Anasayfa » HAKİKATİN PÜRÜZSÜZ AYNASI EVLÂTLARIMIZ

HAKİKATİN PÜRÜZSÜZ AYNASI EVLÂTLARIMIZ

“Mü’min, mü’minin aynasıdır.”[1]

Bu veciz ifadeye kulak vermemizle; aynanın nasıl bir şey olduğu, ne gibi işlere yaradığı sorularının zihnimizde belirmesi bir olacaktır.

Ayna karşısına geçeni olduğu gibi yansıtmayı, ona kendisini anlatmayı (hikâye etmeyi) vazife bilir. Ve ayna, ayna olduğu müddetçe bu vazifesini asla ihmal etmez. Ayrıca ayna, söz konusu vazifesini icra ederken karşısına geçenin şahsiyeti veyahut kimliğinden etkilenmez. Olanı, olduğu gibi ifade eder. Neyse, onu söyler. Ne büyük bir nimettir ki eğriyi doğrultmadan, doğruyu da eğriltmeden izhar eder.

Ancak bazen aynanın bu vazifesini icra etmesinin önünde bazı engellerin belirdiğini müşahede ederiz. Örneğin kimi zaman bulanıklaşır aynamız. Karşısına geçtiğimiz zaman yüzümüzü tam olarak görememeye başlarız. Belki yüzümüzde beliren bazı kırışıklıklar, başkalarının muttali olmasını istemeyeceğimiz kirler gözükmemeye başlar gözümüze. Veyahut bir perde geçer aynanın önüne hiçbir şeyi yansıtamaz olur. Artık kendimize bakmanın tek yolu olan sadık dostu kaybetmiş, aynamızı karartmış oluruz. Bu noktadan sonra kendi gerçekliğimizi kavramanın önü oldukça kapanır. Tabi bu, meselenin yalnızca aynaya bakan boyutudur. Bir de aynanın karşısına geçen kimsenin bakışıdır ehemmiyet arz eden. Zira hakikati sadece kendi nazarından ibaret zanneden kimse pırıl pırıl bir aynanın karşısında bile kendisini göremez.

Ama aynayı tanıyan kimse önüne onlarca perde çekilmiş olsa bile orada duran şeyin bir ayna olduğunu, perde kaldırılıverse, pürüzleri şöyle bir giderilse vazifesini layıkıyla yapabileceğini bilir. Ya da hiç olmazsa bir tek aynanın o olmadığını düşünüp diğer aynaların varlığından ve işlerliğinden ümidini kesmez. Aynada bulunan engelleri gidermeye takati yoksa işleyenini bulmaya gayret eder. Ve bulur da…

Serencamını anlatmaya çalıştığımız cismin yerine bir mü’mini koyup aynı vazifeyi icra edip etmediğini kontrol ettiğimizde hadîs-i şerîfte bizlerde bulunması beklenen fonksiyonun ne denli mühim olduğunu kavrayabiliriz. Zira mü’min, mü’min kardeşini Allah için sevdiğinden ona rıza-yı ilâhî dışındaki hiçbir gaye ile bakmamaya gayret eder. Onunla oturması da o rızayı celbetmek içindir, ondan ayrılması da. Mü’min, mü’mine böyle bakınca bir ayna misali ona kendini göstermeye başlar. Yaratılışının özü olan İslâm fıtratındaki saflığını koruduğu, benliği ve nefsinin getirdiği kötü ahlâkları terk edebildiği ölçüde pürüzsüzleşir gönül aynası. Öyle olur ki kardeşine hatasını rahatlıkla söyleyebilir hale gelir. Acaba ona kendisini yansıtırsam bana bir daha bakmaz mı, diye endişe etmez. Aynanın arkasının hakikati gösteremediğini bildiğinden hakikati kardeşinin arkasından da ifşa etmez.

Peki, bu ulvî vazifeyi en iyi kim icra eder? kim ola ki bu temiz İslâm fıtratını muhafaza eden mübarek zat? Bu zamanda kaldı mı ki böyle insanlar?.. diye sorduğumuzda aynayı tam olarak tanıyamadığımızı işte o an anlarız. Zira, merhametlilerin en merhametlisi olan yüceler yücesi Rabbimiz, bizlere İslâm fıtratı üzere doğan evlatlar nasip eylemiştir. Bizlere emanet olarak tevdi edilen evlatlarımız günahlardan ve tüm kirlerden azade bir şekilde verilir kucağımıza. Kulaklarına okunan ezan ve kamet ile isimleri konur ve bir bütün olan hayat yolculuğunun dünya safhasına başlamış olurlar. Bu noktadan mümeyyiz vasfa sahip oldukları evreye kadar yavrularımızı müşahede ettiğimizde vâkıalar karşısında ne kadar saf ve temiz tepkiler verdiklerine şahit oluruz. İçlerindeki neyse onu dışlarına da çekinmeden yansıttıklarını görürüz. İşte tam da bu evre, bu pürüzsüz aynaların hakikatlerini en güzel icra ettikleri evre olsa gerektir. Bir de bu pürüzsüz aynaya bakan kimseler olarak kendimizi düşündüğümüzde bu denli saf, temiz ve gerçekçi bir varlığa karşı nasıl sabır taşımızın çatladığını, içimizde bugüne kadar bir şekilde gizlemeyi başardığımız kötülüklerin nasıl da çekinmeden taşıp gittiğini görür de hayret etmeyiz. Bu ben miyim, ben bu muyum, demek dahi aklımıza gelmez. Halbuki evet, biz oyuz. O, biziz. Çünkü aynalar yalan söyleyemez. Bu gerçeğin farkına varamadığımızı düşündüğümüzde Rabbimizin bize lütfettiği pürüzsüz aynamız zaman geçtikçe pürüzleşmeye, kararmaya ve perdelenmeye başlar. Öyle ki yansıttığı şeyin biz olduğunu da fark edemez oluruz. Zannederiz ki ayna kendisini yansıtmakta. Aynanın yansıttığı şeyler öyle çirkindir, bizi rahatsız eder hatta kızdırır. Bu ayna nasıl bu hale geldi diye sormayız da sen nasıl aynasın diye yine aynaya kızarız. Halbuki nereye konduğu, ne olduğu unutulan bir ayna elbette gün be gün kirlenip paslanacak ve adeta taşıdığı kirler ve paslardan ibaretmiş gibi görünecektir. Ancak dedik ya, paslandı diye, karardı diye, önüne bir set çekildi diye ayna aynalıktan çıkmaz. Mesele onun bir ayna olduğunu fark edip güzelce temizlemektir. Tabi temiz bir bez ile…

Asıl olarak gözümüzün nuru evlatlarımızın; ana babasında, etrafında olanları yansıttığını fark etmeli ve kendimizi bu vesileyle tanımalıyız. Böylece Rabbimizin engin rahmeti ve nimetlerinin bizi ne denli kuşattığını daha net görebiliriz. Görüntümüzü ne kadar düzeltirsek aynamızla bir o kadar barışık olacağımızı da bilelim. Rabbim bizleri hatalarını fark edebilen ferasetli kullarından eylesin. Âmin.


[1] Ebû Davud, Edeb, 49, h. no: 4918.