İçeriğe geç
Anasayfa » HAKKI GÖZETMEK ve GIYBET

HAKKI GÖZETMEK ve GIYBET

Peygamber Efendimiz (s.a.v) henüz kendisine nübüvvet verilmediği dönemlerde dahi toplumun en seçkin, en faziletli ve erdemli insanı olarak meşhur olmuştu. İnsanın fıtratından gelen bütün güzel ahlakî vasıflara sahip olan Peygamberimiz’in müstesna özellikleri, onu herkes tarafından takdir edilen bir konumda tutmuştu. İşte sahip olduğu bu vasıflar Efendimiz’e nübüvvet görevi verildikten sonra pek çok kimsenin iman ile müşerref olmasına vesile olmuştur. Öte yandan iman etmeyenler ise Efendimiz’de ufak bir kusur bulup İslam’ı kabul edenleri dinlerinden vazgeçirmeye çalışmak istemişlerdir. Ancak Peygamberimiz’in ahlakî vasıflarının yüksekliği sebebiyle tenkid edecek bir özelliğini bulamıyorlardı. Nitekim daha sonradan Müslüman olan Ebû Süfyan’ın ticaret için Şam’a gittiğinde karşılaştığı Herakliyus ile konuşması o dönemki müşrik zihniyetini açığa vurmaktadır. Bilindiği üzere Herakliyus, Peygamberimiz’in diğer insanları imana davet etmesi üzerine onu tanıyan kimseler ile görüşmek istemiş ve o günlerde Şam’da bulunan Ebu Süfyan’a Efendimiz hakkında sorular sormuştur. Hadis kitaplarında ayrıntılı bir şekilde soru ve cevapları aktarılan bu olayda her sorudan sonra Herakliyus, Peygamberimiz’in sahip olduğu vasıfların peygamberlerin nitelikleri olduğunu beyan etmişse de[1] ne Ebu Süfyan ne de Herakliyus iman etmemişlerdir.

Allah ve Rasûlü’nün şiddetle yasakladığı davranışlardan biri de gıybet meselesidir. Ayette hiçbir insanın kabul edemeyeceği “ölmüş insan eti yemeye” benzetilen[2] gıybet, Peygamberimiz tarafından tanımlanmış[3] ve bu fiili işleyenlerin ahirette karşılaşacakları azaba işaret edilmiştir.[4] Zira Hz. Peygamber’in (s.a.v) en önemli hedeflerinden biri de mü’minler arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen gıybet konusundan uzaklaştırmaktır. Nitekim Efendimiz’in hayatına bakıldığı zaman ne kendisinin gıybet ettiği, ne de etrafındaki kimselerin gıybet etmesine müsaade ettiği görülmektedir. Bilakis huzurunda yaşanan bazı hadiselerde en yakınındaki kimseleri bile uyardığı dikkat çekmektedir. Mesela eşi Hz. Aişe, diğer bir hanımı olan Hz. Safiyye’nin boyunun biraz kısa olduğunu îmâ eden bir ifade kullanınca Efendimiz bu durumdan son derece rahatsız olmuş ve “Ey Aişe, öyle bir söz söyledin ki, eğer bu cümle denize karışsa onu berbat ederdi.[5] buyurarak yanlarında bulunmayan birinin arkasından konuşmanın tehlikesine dikkat çekmiştir.

Yukarıdaki örnekler başta olmak üzere pek çok hadiste ifade edildiği üzere bir Müslümanın arkasından konuşmak, onu çekiştirmek, onun kusurlarını başkalarına iletmek caiz değildir. Ancak çeşitli zorunluluklar sebebiyle bu genel kurala bazı istisnalar getirilerek bazı kimselerin eksikliklerini zikretmek caiz görülmüştür. Bu istisnalardan biri hadis nakleden ravilerin adalet ve zabt durumlarını tespit etmek için gerçeleştirilen cerh-ta‘dil uygulamasıdır.[6] Cerh-ta‘dil, hadis ravilerinin hem dinî güvenilirlik durumlarının araştırılması, hem de güvenilir kabul edilenlerin naklettiği hadisleri yeterince koruyup koruyamadıklarını inceleme olarak tarif edilmiştir. Muhammed b. Sirin’in ifadesiyle fitne çıkıp da Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz adına sözler uydurulmaya başlanınca hadisçiler “Hadisinizi kimden aldığınızı söyleyin. Eğer güvenilirse kabul ederiz, değilse reddederiz.[7] diyerek ravi tenkidini başlatmışlardır. Hadis âlimleri bir yandan ravileri tenkid etseler bile bir yandan da Peygamber Efendimiz’in, “birinin hoşlanmadığı bir özelliğini zikretmek” şeklinde tarif ettiği gıybet fiilini işlemiş oluyorlardı. Bu sebeple bazı münekkid muhaddislere, cerh faaliyetlerinin gıybete girdiği gerekçesiyle suçlamalar yapılmıştır.

Cerh-tadil ilminin en meşhur şahsiyetlerinden kabul edilen Şu‘be b. Haccâc, bu gerekçeyle ilk tenkidle karşılaşan âlimlerden biridir. Mesela, Hammad b. Zeyd, Şu‘be b. Haccâc’a ravileri tenkid eden birinin yaptığı fiilin gıybet olup olmadığını sorduğunda “Bu din işidir, bu işi terk etmek Allah’ın hakkını gözetmek dururken adam kayırmak sayılır.” diye cevap vermiştir.[8] Aynı şekilde en önemli cerh ta‘dil imamlarından Yahya b. Saîd el-Kattân, cerh ettiği kimselerin ahirette gıybetten dolayı davacı olabilecekleri konusundaki uyarıya “Onların davacı olmaları Allah Rasûlünün ‘Neden hadislerimi korumadın? diye davacı olmasından iyidir.” şeklinde cevap vermiştir. Buhârî de, “Gıybetin haram olduğunu öğrendikten sonra hiç gıybet etmedim.” ifadesiyle yapmış olduğu cerh-ta‘dîl faaliyetlerinin gıybet olmadığı kanaatini vurgulamaktadır. Hatta Sehâvî cerhin gıybet olmadığı ve caizliğinde bir icma oluştuğundan bahsetmektedir.[9] Usûl eserlerinde cerh-ta‘dil faaliyetleri şahısların kusurlarını gösterme açısından şahitliğe kıyas edilerek caiz olduğu ifade edilmişse de bu durum sınırsız bir izin kabul edilmemelidir. Nitekim önemli usûl âlimlerinden el-Karâfî, bir kişinin hakkını korumak için şahitlikte bir şahsın kusurunu zikretmek caiz ise sünneti koruma hedefinden dolayı ravilerin eksikliklerini kaydetmenin evleviyyetle caiz olduğunu belirtmektedir. Hatta bu aşamada ravilerin durumlarının tespit edilmesi amacıyla rical eserlerinin yazılmasını da vacip görmektedir. Ancak Karâfî cerh uygulamasında münekkidin niyetinin samimi olmasını şart koşarak ravinin hadis değerlendirmesine etki etmeyecek konulardaki kusurlarının nakledilmesinin haram olduğunu vurgulamaktadır.[10] Aynı şekilde İbn Dakîki’l-îd “İnsanların saygınlıkları cehennem çukurları gibidir ve buna en çok muhaddis ve hâkimler düşecektir.” diyerek dikkatsizce yapılabilecek şahitlik ve cerh faaliyetlerinin tehlikesine dikkat çekmiştir.[11] Kısaca ifade etmek gerekirse toplumun huzurunu sağlamak için mü’minlerin birbirlerinin arkasından konuşmaları caiz görülmemişse de bazı durumlarda buna izin verilmiştir. Ancak bu iznin sınırsız olmadığı, bilakis amacını aşan bir durum gerçekleştiğinde kişinin ilk durumdaki gibi gıybet etmiş sayılacağı ifade edilmiştir.


[1] Hadisin metni için bkz. Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; İman, 36; Müslim, Cihad, 74.

[2] Hucurât, 49/12.

[3] Rasûlullah (s.a.v), gıybeti “mü’min kardeşinin hoşlanmadığı bir fiilini söylemek” şeklinde tarif etmiştir. Bunun üzerine sahabe “Bu fiili gerçekten yapıyorsa gıybet olur mu?” diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, “Yapıyorsa gıybet, yapmıyorsa iftira olur.” buyurarak hafife alınan bu günahın gerçek mahiyetini gözler önüne sermiştir. Bkz. Müslim, Birru’l-vâlideyn, 70.

[4] Nitekim Rasûlullah Efendimiz, Miraç gecesi bakır tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini parçalayan bazı insanlar gördüğünde onların insanların gıybetini yapanlar olduğunu öğrenmiştir. Bkz. Ebû Davud, Edeb, 35.

[5] Ebû Davud, Edeb, 35.

[6] Gıybetin caiz görüldüğü diğer durumlar için bkz. Leknevî, er-Ref’u ve’t-tekmîl, s. 9.

[7] Müslim, Mukaddime, I, 12.

[8] Suyûti, Tahzîru’l-Tahzirü’l-havas min ekazibi’l-kussas, s. 178.

[9] Bu konudaki diğer örnekler için bkz. Sehâvî, el-İ’lân bi’t-tevbîh li men zemme’t-târîh, s. 89-90.

[10] Karâfî, el-Furuk, IV, 206, 207. 

[11] İbn Dakîki’l-îd, el-İktirah fî beyâni’l-istilah, s. 453.