İçeriğe geç
Anasayfa » HAKK’IN HER EMRİ BİZİ ARINDIRIP AZİZ KILAN BİR NİMETTİR

HAKK’IN HER EMRİ BİZİ ARINDIRIP AZİZ KILAN BİR NİMETTİR

Allah Teala Hazretleri Sözlerin En Güzelinde:

Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğenip seçtim.[1] buyurmaktadır.

İslam’ın hadd-i zatında hiçbir eksiği ve fazlası yoktur. Mevcut olan her türlü eksiklik bizim kendimizde ve kendi Müslümanlığımızdadır. Çünkü Rabbimiz İslam Dini’ni kemâle erdirmiş, biz kullarına olan nimetini tamamlamıştır. İslam’ın her emri Rabbimiz tarafından bizim için beğenilip seçilmiş birer nimet ve arınma vesilesi kılınmıştır.

İslam, Allah’a ve O’nun Rasûlü Efendimiz’e x teslimiyeti emreder. İnsanların, Kur’an ve sünnete göre kendilerini şekillendirerek Hakk’ın nimeti içerisinde yaşamalarını ve iki dünyada da aziz ümmet olmalarını hedefler.

Hz. Ömer 4 buyurur ki: “Biz bir millettik ki Allah Teala bizi İslam ile şereflendirdi. Ne zaman izzet ve şerefi İslam’dan başka bir yerde arar olunca da bizi zelil kıldı.[2]

İmanla kalbimizi; namazla ruh ve ahlakımızı; zekât ve infakla mal ve vicdanımızı; oruç ve hacla nefis, beden ve duygularımızı; zikrullah, tilavet-i Kur’an ve Efendimiz’e salat ü selam ile gönüllerimizi arındırırız. Böylece beden ve ruh sağlığımızı korumuş, ferd ve toplum olarak bir medeniyet inşa etmiş oluruz.

Cenab-ı Hakk biz kullarını tertemiz kılmak için abdestin nasıl alınacağını, teyemmüm ve guslün nasıl yapılacağını beyan ettikten sonra şöyle buyurmuştur:

 Allah, size herhangi bir güçlük/zorluk çıkarmak istemez, fakat sizi arındırmak/tertemiz kılmak ve size olan nimetini tamamlamak ister. Ta ki şükredesiniz.[3]

İbadetler Allah’ın emri ve Peygamber Efendimiz’in tebliği/uygulayıp göstermesiyle yapılır. Allah’ın hiçbir kulunun ibadetine ihtiyacı yoktur. Bütün ibadetler insanın ihtiyacı olduğu için emredilmiş olup faydası da ona yöneliktir. Şüphesiz her ibadetin bizim için nice dünyevî ve uhrevî faydaları vardır. Ancak biz, kulluk şiarı ve şükür vesilesi olan ibadetlerimizi, İlâhî bir nimet ve emanet bilir, Rabbimiz’in emri olarak, Peygamberimizin öğrettiği şekilde vaktinde, huzur-ı kalb, muhabbet ve samimiyetle ifa ederiz. Vaki olan kusurlarımızın affı için de Hakk’ın divanına Habib-i Ekrem’inin şu yakarışıyla iltica ederiz:

Allah’ım! Hatalarımı, bilmeden yaptıklarımı, işlerimdeki aşırı davranışlarımı ve Senin benden çok iyi bildiğin kusurlarımı mağfiret eyle.[4]

Allah’ın size verdiği nimetleri hatırlayın.[5] İslam’ın her emri Rabbimiz tarafından biz kulları için beğenilip seçilmiş İlâhî birer nimet ve unutulmaması gereken birer emanettir. Bu İlâhî emirler kıyamete kadar insanların her ihtiyacına cevap verecek, onları inkarın ve isyanın karanlığından İslam’ın aydınlığına çıkarıp, maddî ve manevî kirlerden arındırarak iki cihan saadetine kavuşturacaktır.

İslam, gadaba uğratmadan, dalalete düşürmeden, saadet ve selametle Allah’a ve Allah’ın nimetlerine götürüp “Elhamdülillah” dedirten apaçık, dosdoğru, hak, hakikat ve istikamet yoludur.[6]

Müslüman Kur’an ve sünnetin yani İslam’ın mesajına kulak verir ve hayatını onun ışığında şekillendirir. Şu İlâhî ifadeyle de Cenab-ı Hakk’ın müjdelediği kulları arasına katılır:

“Dinleyip/kulak verip de “Sözün En Güzeli”ne tabi olanları müjdele. İşte Allah’ın hidayet nasip ettikleri onlardır ve aklı başında hareket edenler de bizzat onlardır.[7]

Müslüman her söze değil amma, Hak Söz’e kulak verecek ve “Sözlerin En Güzeli” olan Kur’an-ı Kerim’e tâbî olacaktır. Başka bir alternatif yoktur ve böyle davranmak imanın, hidayetin ve aklın icabıdır. Dinlenilecek ve uyulacak sözlerin mi’yar ve ölçüsü Kur’an olunca; O’nun tasvib ettiklerine/onayladıklarına uyulacak, onay vermediklerine uyulmayacaktır.[8]

Kur’an ve sünneti yani İslamiyet’i öğretmek ve kullarını arındırmak için Cenab-ı Hakk’ın Peygamber-i Zişan’ını göndermesi bize olan en büyük lütuf ve nimetidir. Ayet-i celilede şöyle buyurulmuştur:

Allah, Mü’minlere kendilerinden, onlara Allah’ın Âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara Kitap ve Sünneti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.[9]

  Sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini takdir edip onları bize ihsan eden Allah Teâlâ Celle ve Alâ Hazretlerine layıkıyla hamd edemezsek bir gün o nimetler elimizden alınır.

  Kur’an-ı Kerim ve Rasûl-i Ekrem x Efendimiz’in bizler için en büyük nimet olduğunu hiç unutmayalım.

  Bizler Kur’an-ı Kerim’i ve Rasûlullah aleyhisselâm Efendimiz’in risaletini hakkıyla takdir edebilmiş değiliz. Eğer bunları hakkıyla takdir ederek kabul edebilseydik; Allah’ın emir ve yasaklarına, müjde ve tehditlerine karşı inancımız ve davranışımız bu şekilde olmazdı.[10]

Hasan-ı Basri Hazretleri demiştir ki: “Allah’ın, “Ey iman edenler” hitabını duyduğunda ona dikkatle kulak ver. O hitap ya sana verilen bir emir için ya da yasaklanan bir şey içindir.”

 Ca‘fer-i Sadık da diyor ki: “Hitaptaki lezzetle Allah Teâlâ ibadetin yorgunluğunu kulundan giderir. Bu hitap gösteriyor ki; seven kul, sevdiği Rabb’inin emrine derhal sarılır.”[11]

 Çünkü yaratılış gayesi olan kulluğumuz; Rabbimiz’in emirlerini duyduğumuzda cennet ve nimetlerine sevdalanarak tereddütsüz yerine getirmemizi, yasaklarını duyduğumuzda da cehennem ve sıkıntılarından korkup itirazsız kaçınmamızı gerektirmektedir.

Böylece ferd ve cemiyet olarak huzur ve saadeti yakalamış ve Rabbimiz’in nimetleri içerisinde yaşamış olacağız. Çünkü İlâhî emir ve yasaklar bizim için hayat verici İlâhî birer nimet ve emanettir ve onlara uymanın faydası tüm insanlığadır. Nitekim bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir:

Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine uyun.[12]

Hiç şüphesiz Rabbimiz katındaki kıymetimiz, naz ve niyazımız ve ibadetimizledir. İlâhî bir nimet olduğuna inandığımız dua ve ibadetlerimizin kabulü de takva ile mümkündür. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

 “Allah Teala, ancak takva sahibi olanların dua ve ibadetini kabul eder.[13]

 Takva ise her iş ve davranışta Hakk’ın rızasını aramaktır. Gönüllere takvanın yerleşmesi ve gönüllerin arınması, gönül ibresinin Hakk’ın rızasını göstermesi, Rasûl-i Ekrem x Efendimiz’e hürmet ve tazimle elde edileceği bir Kur’an hükmü olarak şöyle beyan edilmiştir:

Resûlullah’ın huzurunda ta’zim için seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği (temizlediği ve takvaya alıştırdığı) kimselerdir.[14]

Habib-i Ekrem x Efendimiz’e olan hürmet ve saygının, sevgi ve bağlılığın, kavuşma özleminin ve şefaatini talebin bir nişanı olarak Rabbimiz’in emri, Peygamberimiz Efendimiz’in teşviki ile salat ü selam getiririz. Nitekim hadis-i şerif’te şöyle buyurulmuştur:

Kıyamet gününde insanların bana en yakın (ve şefâatime en lâyık) olanı, Bana en çok salât ü selâm getirenleridir.[15]

Şüphesiz katılaşan kalplerimizin ilacı; zikrullâh, tilâvet-i Kur’ân ve Habib-i Ekrem x Efendimiz’e salât u selâm ve her türlü ihtiramdır.[16]

Şu hâlde iman, ibadet, zikrullah, tilavet-i Kur’an ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e salât u selâm getirmekle ruhlar doyurulur, vicdanlar arındırılır ve gönüller cilalanır. Böylece ferd ve toplum güven ve huzura kavuşur.

 Zikirlerin en hayırlısı Kelime-i Tevhid’dir ki o aynı zamanda Urvet’ül-Vüskâ/kopması mümkün olmayan en sağlam kulptur.[17]

İlâhî ikram günleri ve arınma vakitleri olan Receb, Şaban ve Ramazan aylarında Kelime-i Tevhid ile meşgul olmakta üstün fazilet ve bereket vardır.

Receb ayı girdiğinde Habib-i Ekrem x Efendimiz şöyle dua ederlerdi:

Allah’ım! Bize Receb ve Şaban ayını mübârek kıl ve bizi Ramazan-ı Şerif’e ulaştır.[18]

Peygamber Efendimiz’in, Ramazan-ı Şerif’in dışında en çok bu aylarda oruç tuttuğu rivayet edilmektedir. Bizlere de düşen bu aylarda Peygamberimiz’in sünnet hayatını öğrenerek yaşadığımız günleri O’nun nuruyla aydınlatmak, Efendimiz’in semtine doğru hoşça esen rüzgarlar ile saygı, sevgi, selâm ve özlemimizi salat ü selamlarla dile getirmek, oruç tutmak, Kur’an-ı Azimüşşân ile gönül bağlarımızı kuvvetlendirmek, Müslüman kardeşini unutmamak, derdi ile dertlenmek, hukukunu gözetmek, düşmana teslim etmemek, Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek, hayatı Müslümanca yaşamak, gönülleri İslam’a meylettirmek, bu yolda çalışmak…, hem nasıl? Canlarla, başlarla; seher vakitlerinde Allah’a yalvarmak, istiğfarda, naz ve niyazda bulunmak, Hakk’ın divanına durmak, gözyaşı dökmek ve şu vecize ile kendini hesaba çekmek:

Kim ki hubb-i Hakk’ı da‘va eyledi,

Geceler uyuduysa yalan söyledi.   

 İnsanların dünya lezzet ve eğlencesine daldığı bu zamanda, Allah’a taat ve ibadetle büyüyen genç olabilmek en büyük bahtiyarlıktır. Cenâb-ı Hakk, dünya lezzetlerini ve eğlencesini terk edip de gençliği ile Allah’ın taat ve ibadetine yönelen genci “Ey şehvetini terk ederek gençliğini benim uğrumda feda eden genç! Sen benim yanımda bazı meleklerim gibisin. [19]sözleriyle övmektedir.

 Ne mutlu Peygamber-i Zişan’ımızın Allah Teâlâ katından getirip haber verdiklerine “kabulümdür” diyebilen, Hakk’ın her emrine İlâhî bir nimet olarak tutkuyla sarılan, güzel ahlak ve ibadetiyle dareyn saadet ve izzetini kazanabilen bahtiyar kullarına!

Tek tesellimiz, Hakk Teâlâ Hazretlerine kulluk ve ibadet borcumuzu layıkıyla yerine getiremediğimizi itiraf ile O’nun şu İlâhî müjdesine sığınmaktır:

Habibim kullarıma haber ver ki, şüphesiz Ben çok bağışlayıcıyım, çok merhametliyim.[20]

Temiz bir alınla yaşamayı, sonunda da Yüce Rabbimiz’in “Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya (Cennet’e).[21]hitabına muhatap olarak Hakk’ın rızasına ve Habib-i Ekremi x Efendimiz’in şefaatine erişebilmeyi niyaz ederiz.  Âmîn!


[1] Mâide, 5/3.

[2] Hakim, Müstedrek, Kitabu’l-İman, 214.

[3] Mâide, 5/6.

[4] Buhârî, Deavât 60; Müslim, Deavât 70.

[5] Mâide, 5/7.

[6] Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.), Fatiha Suresi Tefsiri, s. 56.

[7] Zümer, 39/18.

[8] Bkz. Prof. Dr. Osman Öztürk, Sözlerin En Güzeli, s. 11.

[9] Âl-i İmrân, 3/164; bkz. Bakara, 2/151.

[10] Ahmed Yaşar (k.s.), Akaid Sohbetleri, Kalem Yayınları, s. 281-283.

[11] bkz. İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, Bakara, 2/178.

[12] Enfâl, 8/24.

[13] Mâide, 5/27.

[14] Hucurât, 49/3.

[15] Tirmizî, Vitir, 21/484; et-Tâc, 5/146.

[16] Rûhu’l-Beyân, 1/265.

[17] Ruh’ul-Beyân, 1/265.

[18] İbn Hanbel, Müsned, 1/259.

[19] Bkz. Tirmizi, Zühd, 53; Tuhfetü’z-Zakirin, 241.

[20] Hicr, 15/49.

[21] Zümer, 39/73.