İçeriğe geç
Anasayfa » Hakk’ın İstiğnâsı Halkın İftikarı

Hakk’ın İstiğnâsı Halkın İftikarı

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَمٖيداً

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكٖيلاً

اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَرٖينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَدٖيراً

مَنْ كَانَ يُرٖيدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَمٖيعاً بَصٖيرًا

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size kesinlikle “İtaatsizlikten sakının.” diye emretmiştik. Eğer inkâra saparsanız biliniz ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O her türlü övgüye lâyıktır.

Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Güvenmek için Allah yeter.

O isterse -ey insanlar! Sizi toptan yok eder ve yerinize başkalarını getirir. Allah’ın gücü kesinlikle buna yeter.

Dünya mükâfatını isteyenler bilsinler ki Allah nezdinde hem dünya hem âhiret mükâfatı vardır. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.[1]

***

Kur’ân-ı Kerîm, îman edip sâlih amel işleyenler için müjdeler içerdiği kadar, inkâr edip yeryüzünde fesat çıkaranlar için de tehditler ihtivâ etmektedir. Bu çerçevede bâzı âyetlerde bütün insanlar muhatap kabul edilerek hem müjde hem de tehditlerde Allah Teâlâ’nın her şeyden her açıdan müstağni olduğu vurgulanmaktadır. Girişte zikredilen âyetlerde de Hakk’a karşı nankörlük ve küstahlık eden inkârcılar ve itaatsizlik eden isyankârlar için müthiş bir meydan okuma ve tehdîde, onlar üzerinden mü’minlere mühim bir îkaz ve irşâda yer verilmekte, Hak Teâlâ’nın istiğna, yâni hiçbir şeye ihtiyâcı olmayıp her şeye sâhip oluşu ve kibriyâsı, yâni yücelik ve büyüklüğü öne çıkarılmaktır.

Allah Teâlâ, Peygamberinin dilinden âdetâ insanlara şöyle seslenmektedir:

Siz kabul etseniz de etmeseniz de iman etseniz de etmeseniz de, itaatsizlik etseniz de etmeseniz de O ﷻ, yer ve göklerdeki her şeyin sâhibidir. Sizin de sizin peşinde olduklarınızın da sâhibidir. Siz bâzı şeylerden korktuğunuz ya da bâzı şeyleri ümid ettiğiniz için O’nu ﷻ inkâr etme ya da O’na ﷻ itaatsizlik etme cür’etini gösterdiğinizde şunu unutmuş oluyorsunuz: Allah ﷻ, korktuklarınızın da ümid ettiklerinizin de yegâne sâhibidir. Sizin O’nu ﷻ kabul edip etmemeniz O’na ﷻ bir şey kazandırmaz ya da O’ndan ﷻ bir şey eksiltmez. O ﷻ, her şeyden müstağnîdir: Sizden de sizin peşinde olduklarınızdan da bunun için yapıp ettiklerinizden de emellerinizden de hayallerinizden de inkârınızdan da isyânınızdan da îmanınızdan da kulluğunuzdan da… her şeyden ama her şeyden. Siz hiçbir şekilde O’na ﷻ herhangi bir fayda ve zarar sağlayamazsınız. Nitekim faydanın da zararın da sâhibi O’dur ﷻ.

Yer ve göklerde olan her şey O’nundur ﷻ. Ümid ettiklerinizi size verecek olan O’dur ﷻ, zira sâhibi O’dur ﷻ. İstediğiniz şeyi sâhibini inkâr ederek elde edebileceğinizi düşünmek ne büyük yanılgı ve ne derin bir cehalettir! İsyan veya inkârınıza rağmen dünyâya dâir size bir şeyler veriyorsa bunun sebebi imtihandır.

Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim/imtihan edelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.[2]

İnkârcıların dünyâlık elde edebilmelerinin, hattâ nefes alabilmelerinin sebebi imtihan sırrı ve dünyânın Allah’ın nezdinde zerre kadar bir kıymetinin olmamasıdır. Nitekim Peygamber x Efendimiz çöpe atılmış bir hayvan leşinin yanından geçerken: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Allah nezdinde dünya, sahipleri yanında şu leşin kıymetsiz olduğundan daha kıymetsizdir.” demiş ve ardından: “Eğer dünya Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar dahi kıymetli olsaydı Allah Teâlâ hiçbir kâfire ondan bir yudum su bile içirmezdi.[3] buyurmuştur.

O ﷻ, nezdinde kıymeti olmayan şeyi vermekle sözlü veya fiilî inkârcılara mühlet tanımakta, ancak kıymetli olan hidâyeti, yâni Hakk’ı tanıma ve O’na ﷻ kulluk etme nîmetini ve âhireti ise sâdece mü’minlere lütfetmektedir: “Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine ulaştıran dosdoğru bir yola iletecektir.[4]

Mü’minler dünyâ ve içindeki her şeyin sâhibini tanıyarak sâhip olduklarını Hakk’ın bir emâneti görüp ona uygun kullanmakta, münkirler ve isyankârlar ise inkâr ve itaatsizliklerinin dünyayı elde etmelerine engel olmadığını gördüklerinden dolayı inkârda ve itaatsizlikte daha da cür’etli olmaktadırlar. Halbuki kıyâmet sabâhı ne kadar da yakın!

İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz fırsatın sakın onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Onlara verdiğimiz fırsat ancak günahlarını arttırmaya yarıyor. Onlar için alçaltıcı azap vardır.[5]

Yazının başında zikredilen âyetlerde ayrıca mü’minlere bir ahlâk târif edilmekte ve âdeta şöyle denmektedir:

“Siz sakın münkirler gibi olup da Allah’a rağmen dilediğimizi elde edebiliriz diye düşünmeyin! Nihâyetinde her şeyin sâhibi olan Allah’tan talep edin ve sâhibi olduğu şeylerden elde etmek istedikleriniz ve kaçınmak istedikleriniz için O’nu ﷻ vekil edinin.” Sübhânellâh, Allah Teâlâ “Beni vekil edinin.” buyurmakla mü’minlere ne büyük lütuf ve imkân sunuyor aslında. Düşünsenize bir şeyi elde etmek isteyeceksiniz, onun için bir yardımcı, vekil arayacaksınız ve elde etmek istediğiniz şeyin sâhibini, onu sizin adınıza elde edip size vermesi için vekil edineceksiniz. O’nu ﷻ vekil edinmek aslında dileğini doğrudan elde etmek demek değil mi zâten! Allah Teâlâ biz mü’minlere bunun farkına varmamız için îkaz ve irşadda bulunmaktadır. Yer ve göklerdeki her şeyin O’nun ﷻ olduğunun, yukarıdaki iki âyette üç kere vurgulanmış olmasının işâret ettiği hususlardan biri de bu olsa gerek. Ayrıca bu vurgu, inkârcı insanın da onun peşine düştüklerinin de zerre kadar kıymetinin olmadığını ifâde ediyor gibi: Senin Allah’a îman etmedikten ya da O’na ﷻ isyan ettikten sonra ne değerin olabilir ki?! Yer ve göklerdeki her şey zâten O’nun ﷻ! Sen hiçsin bunlar arasında, nitekim seni yok edip yerine başkasını getirebilir, ne yapabilirsin ki? O halde boyun eğ, kulluk et, itaat et ve O’nu ﷻ vekil edin ki O’nun ﷻ nezdinde bir değer kazanasın, gördüğün ve görmediğin her şeyin sâhibi sana gördüklerini ve görmediklerini lütfeylesin!

İnsan, talep ettiğinin peşinden gider, onunla meşgul olur, onu sever ve onda kendini kaybederek yine onda kendini bulur. Dünyâyı talep eden dünyâ ile meşgul olur, âhireti talep eden ise âhiretle meşgul olur. Mü’min için dünyâ bir hedef değil, sâdece vâsıtadır, yoldur, en fazla geçici bir konaklama yeridir. Bundan dolayı mü’min dünyâyı, âhiretini ve Hakk’ın rızâsını kazanmasına yarayacak şekliyle kullanmalı ve rızâya tâlip olmalıdır. Herkes aslında neyi talep ettiğini, ne ile ne niyetle meşgul olduğuna bakarak anlayabilir. Kişi, Allah’ın rızâsını talep ettiği nisbette O’na ﷻ kulluk eder, kulluk ettiği nisbette O’na ﷻ ubûdiyetle meşgul olur, meşgul olduğu nisbette O’nu ﷻ tanır, tanıdığı nisbette O’nu ﷻ sever ve sevdiği nisbette nefsi, hevâ ve hevesi yok olur ve kendisi O’nunla ﷻ var olur ve değer kazanır!

Bu âyetlerde Hak Teâlâ, kendine hiçbir zararı ve faydası olmamasına rağmen insanın lehine olacağından onu îmâna, şuura ve farkındalığa dâvet etmekle büyük bir lütufta bulunmaktadır. Bu lütfun ve nimetin şükrü; önce onu bilmek, bildiğini anlamak ve anladığının gereği gibi olmak/olgunlaşmaktır, nasib olsun inşallah!


[1] Nisâ, 4/131-134.

[2] Kehf, 18/7.

[3] İbn Mâce, Zühd, 3.

[4] Nisâ, 4/175.

[5] Âl-i İmrân, 3/178.