Allah Teâlâ Hazreleri lütuf ve rahmetinin nişanı olarak gönderdiği Kitabını ve Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve selem- Efendimizi biz kullarına “müjdeleyici” ve “uyarıcı” olarak tanıtmaktadır.
Kulluğumuzun gereği uyarıldığımız konulardan sakınmalı, müjdelendiğimiz hususlara sevdalanmalıyız. Çünkü değişmez doğrular kitabımız Kur’an-ı Kerim hak ile batılı ayıran kesin bir sözdür, asla şaka değildir.[1]
Hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz’in müjdelediğini almak, yasakladıklarından kaçınmak, bizi cennete yaklaştıracak ve Rabbimizin rızasına kavuşturacaktır.
Hakkın rızasına sevdalanan ve Cennetle müjdelenen mü’minlerin en birinci vasfının bütün güzellikleri emredip, her türlü kötülükten sakındırma olduğu Kur’ân-ı Mübîn’de bize şöyle haber verilmektedir:
“(Bu müjdeye erişen Mü’minler); tevbe ederler, ibadet ederler, hamd ederler, seyâhat ederler[2], rukû’a varırlar, secdeye kapanırlar, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar ve Allah’ın koyduğu sınırları/hudûdullah’ı korurlar, emir ve yasaklarına riâyet ederler. Habibim! Sen böyle Mü’minleri Cennet’le müjdele.”[3]
İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak vazifesi Hz. Muhammed Aleyhisselam ümmetinin -en hayırlı ümmet- olmasının asıl sebebi, kurtuluş ve izzet vesilesidir ki; bu sözlerin en güzelinde şöyle açıklanmaktadır:
“Siz, insanların faydası için seçilip çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. Çünkü Allah’a inanıyorsunuz.”[4]
Ümmet-i Muhammed Âleyhisselam bütün insanlık için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmettir. Bütün insanlığa; doğruları ve yanlışları öğretme ve emretmeyle vazifelidir. Bu ise yönetilen olarak değil, yöneten olarak îfa edilebilecek bir görevdir.
Yüce Allah’ımız, “dünyaya sâlihlerin sahip çıkmasını” istemektedir ki, salâh ve felâhın takipçisi olsunlar.[5]
Biz, Müslümanlar olarak dünya insanlığının yönetimi ile vazifeliyiz. Bütün insanlık bizden sorulur. Dolayısıyla sürü değil, çobanız. Bu vazifemizin gereği ne ise o uğurda; sabır, sebat, azim, ilim, amel ve ihlâsla yürürüz.[6]
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[7]
Nitekim hadis-i şeriflerde de şöyle buyrulmaktadır: “Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, bunu da yapamazsa bari kalbiyle protesto etsin ki bu, imanın en zayıf tezahürüdür.”[8]
“İnsanların en hayırlısı en çok Kur’an okuyanı, Allah’tan en çok korkanı, iyiliği emredip kötülükten sakındıranı ve en çok akraba ziyareti yapanıdır.”[9]
İyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı terk etmenin acı neticesi:
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, ya iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ya da Allah’ın kendi katından size bir azap göndermesi uzun sürmez. Sonra O’na dua edersiniz, fakat duâlarınız kabul edilmez.”[10]
Müslümanların içine düştüğü perişanlık ve zillet sebebi:
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem – Efendimiz Müslümanların içine düştüğü perişanlık ve zilletin sebebini; hadis-i şeriflerinde yaşama zevkine düşkünlükten doğan sarhoşluk ve cehaletin verdiği sarhoşluk olarak şöyle açıklamaktadır:
“Şüphesiz siz, Rabbinizden gelen apaçık bir hüccet üzere bulunur, istikamet üzere yaşarsınız, ta ki sizde iki sarhoşluk yüz göstermedikçe; biri cehaletin verdiği sarhoşluk, diğeri İse yaşama zevkinden doğan sarhoşluk.
Siz, mâ’rûfu emreder, münkerden nehyeder ve Allah yolunda cihâda devam edersiniz. Ne zaman ki, içinizde dünyâ sevgisi (yaşama zevki) ortaya çıktı; artık (bundan sonra) ma’rûf ile emredemez, münkerden nehy edemezsiniz ve Allah yolunda cihâdı terk edersiniz (ve asıl gayenizi bilmez, körü körüne gidersiniz.)
İşte o gün, Kur’ân ve Sünnetle amel edenler, (sevap yönünden) İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensâr gibidirler.”[11]
Cenâb-ı Hakk, engin rahmetini iyiliği emredip kötülükten sakındırma şartına bağlamıştır:
“Erkek, kadın bütün mü’minler (tevhid’de) birbirlerinin velileridir. Bunlar (insanlara) iyiliği emreder, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûl’üne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir.”[12]
Mü’minlerin imandan sonra öncelikli vazifesi: insanları hayra çağıran, bütün güzellikleri emreden ve her çeşit kötülükten sakındıran Hakk’ın rızasına sevdalı bir topluluk oluşturmaktır.
Çünkü toplumu hayra davet etmek, iyiliği emretmek ve fenalıklardan sakındırmak bütün müslümanlar üzerine farz-ı kifaye’dir. Ya herkes bu vazifeyi îfa edecek veya içlerinden bu vazifeyi yerine getirecek bir topluluk oluşturup görevi onlara verecek ve gerektiğinde de yardımı esirgemeyecektir. Aksi takdirde müminler olarak yaşamak, imanla can verip Hakk’a ve Hakk’ın Habibi Efendimiz Âleyhisselam’a tertemiz bir alınla kavuşmak belki de mümkün olmayacak. Bu ihmalden dolayı da hiçbir Müslüman kendisini sorumluluktan kurtaramayacaktır.
İman ve İslam nimetinin en büyük nimet olduğunu bilmemiz gerekir. İmanı tehlikeyi düşüren, ahlak ve fazileti yok eden her türlü günaha kapıların açık olduğu, haram ve helale aldırış edilmediği, hak ve hukukun gözetilmediği, büyüklere hürmet ve küçüklere şefkatin unutulduğu, yetim, fakir ve muhtaçların ezildiği, dünya nimetlerinin her şeye tercih edildiği, zevk ü sefa ve cehaletin yaygınlaştığı, İslam’ın edep ve ahlakına özlem duyulduğu ortamda, mü’minin gözlerinin nuru olan neslini salih kimseler olarak koruyabilmesi için şu İlâhi uyarıya kulak vemesi gerekir:
“Ey iman edenler! Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki; onun yakacağı insan ve taştır.”[13]
Ancak, Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmet ve lütfunun nişanı olarak indirdiği Kur’an-ı Azimuşşan’daki şu ilahi müjdeyi de unutmaması gerekir:
“Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarındayken O (c.c), sizi oradan kurtardı.”[14]
Şu halde kendimizi İlahi azaptan ancak Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılmak, Resul-i Ekrem Efendimizin yolunu izlemek, bütün güzellikleri emredip, kötülüklerden sakındırmak, bu gayeye hizmet eden bir çevre oluşturmak ve bu iklimde çocuklarımızı Kur’an ve Hz. Muhammed Aleyhisselam sevdalısı genç bir nesil yetiştirmekle koruyabiliriz.
“Toprağı verimli güzel memleketin nebatı/bitkisi, Rabbinin izni ile bol çıkar. Çorak olandan ise faydası az bitkiden, başkası çıkmaz.”[15]
[1] bkz. Tarık, 86/13-14.
[2] “Oruç tutarlar” diye tefsir edenler varsa da buna cihad ve ilim tahsili için “seyâhat ederler” anlamı verilmiştir.
[3] Tevbe, 9/112.
[4] Âl-i İmran, 3/110.
[5] bkz. Enbiyâ 21/105.
[6] bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Müslümanın Değişmez Mesleği KULLUK, s. 23.
[7] Âl-i İmran, 3/104.
[8] Müslim: Îmân, 78.
[9] Buhâri, Rikâk 34; İbn-i Mâce, Ahkam 37.
[10] bkz. Tirmizi, Fiten 9; İbn-i Mâce, Fiten 20.
[11] Bu Hadis-i Şerifi Bezzâr, Muâz b. Cebel (r.a)’den tahriç etmiştir. Ayrıca bkz: el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid 7/273.
[12] Tevbe, 9/71.
[13] Tahrim, 66/6.
[14] Al-i İmran, 3/103.
[15] A’raf 7/58.