Bir yığın art niyet sahibi zalim güruh karşısında hakkı söylemek, haktan ve haklıdan yana olanlar safında yer almak; tehlikesi söyleyene, faydası ise topluma yönelik olan
en büyük ve en üstün cihaddır.
Her zaman ve her durumda ilahi emir ve yasakların işaretlediği yolu izlemek durumunda olan Müslüman, bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunun farkında olmalı; haramlar, günahlar, isyanlar içinde geçen bir hayatın ise son derece vahim sonuçlara köprü olacağını daima göz önünde bulundurmalıdır.
İslâmiyet, hak ve adalet duygularıyla donattığı Mü’min gönülleri, haktan ve haklılardan yana olmak idealiyle olgunlaştırdığı ruhları, her türlü gelişmeye ve günlük olaylara aynı hassasiyet ve hak duygusuyla bakma, gerekli tavrı alma duyarlılığına ve sorumluluğuna çağırmaktadır. Bu sebeple Mü’min etrafında gördüklerine “adam aldırma” deyip geçemez. Aksine kendisini çevresinde olup bitenlerden sorumlu hisseder ve doğrular, doğru yolda olanlar istikametinde tam bir kararlılıkla hareket eder ve bunu kutlu bir “görev” bilir.
Cihad, en genel ifadesiyle, Allah rızası dışında hiç bir karşılık beklemeden, hak adına gerekeni yapmaktır. Bunu hak uğrunda iyilik idealinin bedelini ödemektir, diye de ifade edebiliriz. Cihad, Peygamberimiz tarafından “din binasının zirvesi” yani; din adına yapılacak en üst seviyede en asil hareket olarak tanımlanmıştır. Bilmeliyiz ki, her kişi için “en üstün” bir cihad türü daima vardır.
Ashab ve daha sonraki asırlarda yaşayıp onların yolunu izleyen Müslümanlar, daima haktan ve haklıdan yana olmuşlardır. Nitekim onlar öyle yetiştirilmişlerdi. Yöneticiler de buna teşvik ederlerdi. İşte ilk halife Hz. Ebû Bekr, daha halife seçildiği ilk gün, «Ben Allah ve Rasûlü’ne itaat ettiğim sürece, siz de bana itaat ediniz. Ben bu çizgiden çıkarsam, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez.” derken, istikamet üzere yaşamanın önemini ve ne ölçüde duyarlı bir toplum istediğini de ortaya koymuş oluyordu.
Hz. Ömer ise, “Ben hak ve adaletten ayrılırsam bana ne yaparsınız?” sorusunu çevresindekilere yöneltip, “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz.” cevabını alınca; “Beni kılıçlarıyla düzeltecek insanlar var, hamdolsun ya Rabb” diye Allah’a şükrediyordu. O, böylece her bir ferdin hakka bağlı oluşuna dikkat çekiyor ve ayrıca toplumdaki duyarlılığın kalite ve boyutuna şükrediyordu.
Duyarlılık, tepki ile tezahür eder. Kişiler için vurdumduymazlık ne ise, toplumlar için de tepkisizlik odur. Hâsılı, bir yığın art niyet sahibi zalim güruhlar karşısında hakkı söylemek ve haktan ve haklıdan yana olanlar safında yer almak; tehlikesi söyleyene, faydası ise topluma yönelik olan en büyük ve en üstün cihaddır.
Hangi konuda olursa olsun, ilahi emir ve yasaklara kasıtlı ve ısrarcı olarak muhalefet etmek, etkileme ve etkilenme özelliğini taşıyan insan üzerinde çok büyük ve önemli tahribatlar yapar. Onu özellikle yapısı ve karakteri bakımından insan olmaktan çıkarıp başka yaratıklar haline dönüştürür.
Kur’an’da, İsrâiloğulları’ndan cumartesi günü avlanma yasağını çiğneyenlerin ve onlara destek çıkanların maymuna1 ve domuza2 dönüştürüldüğünü bildiren ayetler, ilahi emir ve yasaklara uymamanın, haktan ve haklıdan yana olmamanın ne kadar vahim sonuçlara götüreceğini bildiren bir örnek olması bakımından da dikkat çekicidir.
Ayetlerde sözü edilen maymuna ve domuza dönüştürme olayı, Medyen ile Eyle arasında deniz kıyısında bulunan ve halkı balıkçılıkla geçinen bir yerleşim bölgesinde avlanma yasağına uymayanların başına gelmiştir.3 Olay, şu ayetlerde anlatılmaktadır.
Andolsun, sizden cumartesi (günü ) yasağı çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara: “Aşağılık maymunlar olun.” dedik.4
«Yemin olsun ki, içinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara aşağılık birer maymun olun! Dedik. Bunu önlerindekilere ve arkalarındakilere bir örnek ve bir de Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüt olsun diye yaptık.”5
Allah’ın bazı insanların şeklini veya ahlâkını çirkin hale dönüştürmesi «mesh» terimi ile ifade edilir. Mesh, sözlükte “bir şeyin şeklini çirkinleştirmek, bir yiyeceğin tadını bozmak” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da yalnızca Yâsîn Suresi’nin 67. ayetinde fiil sîgasıyla geçen bu terimi müfessirler “inanmayanları oldukları yerde hareketsiz bırakmak, helâk etmek”6, “yaratılışlarını değiştirmek, taşa veya hayvana dönüştürmek”7 şeklinde açıklamışlardır.
Mesh kavramı, “taşa ve hayvana çevirme”, “insanın yaratılış ve ahlâkını çirkinleştirmek ve onu bir şekilden diğerine dönüştürmek” anlamlarına gelir. Buna göre kişinin köpek gibi hırslı, domuz gibi obur ve öküz gibi anlayışsız olması ahlâkî türden bir dönüşümün sonucu olup Kur’an’daki “Allah onların bir kısmını maymuna, bir kısmını da domuza çevirdi”8 mealindeki ayet bedenî dönüşümü; “Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik”9 ayeti de hem bedenî hem ahlâkî dönüşümü ifade eder.
Müslüman âlimlerin çoğu, ayetlerin zahirini esas alarak hayvana dönüştürme işinin fizikî olarak gerçekleştirildiği görüşünde olup bu tür açık anlamlı ayetlerin mecazi manaya hamledilmesini tercih etmemişlerdir.
Diğer bazıları da, günahkâr insanların bedenen olmasa da mânevî olarak insanlıklarını büyük oranda kaybetmiş olmalarının asla hafife alınamayacağını kaydetmişlerdir. Nitekim tâbiîn müfessiri Mücâhid b. Cebr’e göre maymun ve domuza çevrilme “bu hayvanların karakterine bürünme” anlamındadır; yani dönüşüme uğrayan onların bedenleri değil ruhları, kimlikleri ve kalpleridir.10
Hadislerde de mesh kelimesinin türevleri “Allah’ın bazı varlıkların durumunu daha kötü hale çevirmesi, onları bazı hayvanlara dönüştürmesi” anlamlarında kullanılmıştır.11 Kur’an’da İsrâiloğulları’ndan bir kısmının maymuna ve domuza çevrildiğinden bahsedildiği halde hadislerde onların fare, keler, kertenkele ve daha başka canlılara dönüştürüldüğünden de söz edilmiştir.12
Hz. Peygamber, “Allah hayvana dönüşen bir ümmet için soy sop bırakmamıştır.”13 buyurmuş, maymun ve domuzların Allah’ın meshettiği insanlardan olup olmadığı sorulduğunda, “Allah Teâlâ bir kavmi helâk etti mi ona nesil vermez. Maymun ve domuzlar daha önce de vardı.”14 şeklinde cevap vermiştir.
Mesh kelimesi bazı hadis şârihleri tarafından Kur’an’ın kalplerden silinmesi, insandan güven ve huşû duygusunun alınması şeklinde yorumlanmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bedenî dönüşümün mânevî ve ahlâkî dönüşümden daha önemli olmadığını söyleyerek insanlık değerlerinin kaybolduğu bir bedenin maymun şeklini almasının tabii görülebileceğini belirtmiş; hayvanların içinden maymunun seçilmesinin önemi üzerinde durarak insanla maymun arasındaki gerçek farkın akıl, mantık ve ahlâkta aranması gerektiğini söylemiş; maymunun bütün hünerinin taklitten ibaret bulunduğunu, mânevî dönüşüme tâbi olan insanların da kör bir taklitten öte bir şey yapamaz hale geleceklerini ifade etmiştir. Kur’an’da insanî değerlerini kaybetmiş kimselerin hayvanlara benzetildiği dikkate alındığı takdirde mânevî dönüşümün her zaman söz konusu olabileceği görülür.
İmtihan dünyasında Allah zalimlere fırsat verir, herkes kendi karakterine uygun davranışlar sergiler, fakat sonunda herkes dünyada da ahirette de iyi veya kötü amellerinin karşılığını görür. “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor.” 15
“Biz sana, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm vermen için hakikatin ifadesi olan bu vahyi indirdik. Sakın hainlere taraftar olma.”16 “Bir kimse zalim olduğunu bildiği halde yardım maksadıyla zalimle birlikte adım atarsa İslamdan çıkmış olur.”17
Pek çok ayet ve hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere, hakkı ve haklıyı bırakıp zulme ve zalime destek çıkmak azap ve helâk sebebidir. Destek olmak bir tarafa zulüm ve zalimlere karşı cephe olup savaşmamak bile büyük suçtur. “Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir. Sonra da İsrailoğullarına lanet ettiği gibi size de lânet eder.”18
Bütün peygamberler, müstekbirler karşısında mustazafların sığınağı oldukları gibi, peygamberlerin varisleri olan âlimlerin de mazlumların safında yer alarak hakkın ve haklının mücadelesini bayraklaştırmaları gerekir.
Mesh, yalnız mânevî veya hem sûret (görünüş olarak) hem de sîret (mânevî durum, hal ve hareketler, ahlâk ve karakter) olmak üzere iki türlüdür. Mânevî mesh, ahlâk ve karakterlerdeki düşüklükle sonuçlanan psikolojik değişme; hakiki ve tam mesh de ahlâkî çöküntü ile birlikte hayatî ve şekil/beden değişikliğini de doğuran dönüşümdür. Tam ve gerçek değişime uğrayanlarda tenâsül/üreme olmaz, nesilleri devam etmez. İbn Abbas’tan gelen bir rivayetle mesh edilip maymuna çevrilen o insanlar, üç gün bu şekilde yaşadıktan sonra ölmüşlerdir. Hiçbir nesil bırakmamışlardır. Hatta bu zaman diliminde hiç yiyip içmemişlerdir.
Ayet aynı zamanda, ahlâkî bir dejenerasyona/bozulmaya işaret eder ki, bu, her zaman ve her toplumda olur. Bilinmeli ki, insanlar nefislerinin kölesi oldukları, hak ve gerçek ölçülerin çizdiği yoldan çıktıkları zaman şeklen, sûreten değil; fakat sîreten, yani huy ve karakter itibariyle herhangi bir hayvanın karakterine girmiş olurlar. Bunlar şeklen insan görünseler de mânâda başka yaratıklar mertebesindedirler.
Bu konuda şunu da hatırlayabiliriz ki, tarihin farklı dönemlerinde ender görülen bir belâ ve musîbet olarak kan kimyasındaki bozulma sonucunda insan şeklinin olağanüstü deforme olarak tıpkı hayvanlara benzer hale geldiği görülmüştür. Buna tıpta Progeria hastalığı deniliyor. Batıda yaygın olan “kurt adam” ve hayvana dönüşen insan efsanelerinin kaynağını araştıran Dr. Dolphi’nin tespitine göre, kanda meydana gelen bir hastalık sonucunda insanın organları şekil değiştiriyor, yüz ve beden tamamen hayvanlarda olduğu gibi kıllanıyor, bu illete yakalanan biri her haliyle insandan çok, bilinen bir hayvana benziyordu.
Yüce Allah tarafından en güzel şekilde yaratılan insan, bu üstün ruh ve beden yeteneklerini serbest iradesiyle kötüye kullandığında, yaratıcısına isyana kalktığında varlıkların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.19
Yüce Allah’ın gökteki ve yerdeki varlıkları hizmetine musahhar kıldığı insan20, verilen emanetlere ihanet edip şükredeceği yerde nankörlük ettiğinde, iman etmesi gerektiği halde inkâra sarıldığında, yürüyen canlıların en şerlisi/en kötüsü durumuna düşecektir.21
Hangi dünyevi menfaati vaad ederlerse etsinler, hiçbir zaman ard niyet sahibi kesimler safında yer almamak gerekir. Duyarlı, yerinde tepkili olmalıyız, aksine vurdumduymazlıktan hep uzak kalmalıyız. Bilmeliyiz ki zalim güruhlar karşısında hakkı haykırmamız ve haktan ve haklıdan yana olmamız; muhtemel tehlikesi bize, faydası ise, topluma yönelik olan en üstün ve en asil cihaddır. i
1 Bakara, 2/65-66; A‘râf, 7/163-166
2 Mâide, 5/60
3 Taberî, 9/ 61-62
4 Bakara, 2/65
5 A’râf, 7/65-66
6 Taberî, 13/18; Fahreddin er-Râzî, 16/103
7 İbn Kesîr, 3/575; Şevkânî, 4/ 378
8 Mâide 5/60
9 Yâsîn 36/67
10 Taberî, I/263; Beyzâvî, I/27
11 İbnü’l-Esîr, 4/328
12 Buhârî, “Bed’ü’l-Halk”, 15; Müslim, “Sayd”, 48, 50; “Zühd”, 62
13 Müsned, I/390
14 Müslim, “Kader”, 33
15 İbrahim, 14/42
16 Nisa, 4/105
17 Keşfû’l-Hafâ, 2627
18 Ebu Dâvud, Melâhim, 17
19 Tîn, 95/5
20 Lokman, 31/20
21 Enfâl, 8/55