Osmanlı ilim geleneği asırlarca pek çok eserin, okunup öğretilmesine vesile olduğu gibi pek çok eserin de kaleme alınmasına aracı olmuştur. Bu sayede hakkında kalem oynatılmamış dini, ilmi, edebi, fenni, ictimai, tarihi v.s. mevzu yok gibidir. Yine bu eserler arasında sayabileceğimiz seyahatnameler, hatıratlar, divanlar, reddiyeler, risaleler yek nev olarak bir kütüphane doldurmaya kâfidir. Tabii olarak bunları yazıya döken kimseleri, yazma gayelerini, kitapların maceralarını saya saya bitiremeyiz.
Öyle sebepler olur ki kitap yazmak için… Misal, Fevzi Efendi ve kitaplarından biri olan Tesliyetü’l mahsûdîn[1] yani “hasede uğrayanların tesellisi”. Edirne müftüsü diye meşhur Fevzi Efendi 1826-1900 seneleri arasında ömür sürmüş bir zat. Aslen Denizli’nin Tavas kazasında dünyaya gelmiş olsa da ilimle iştigal etmek arzusu ve aldığı vazifeler sebebiyle Haremeyn’de, Balkanlarda Filibe’de ve Anadolu’nun pek çok şehrinde bulunmuştur. Onun bu geniş güzergahı kat etmesi Osmanlı coğrafyasının muhtelif yerlerinde ulema, devlet adamı, halk ve talebelerle dostluklar kurmasını sağlamıştır. Belki de muhitinin bu denli geniş olması onu kitabını yazmaya iten sebeplere ön ayak olmuştur.
Müellifimiz mezkûr eserini kendisi gibi haset yüzünden çeşitli sıkıntılara uğrayanları teselli etmek ve hasedin zararlarını anlatmak üzere kaleme aldığını söylemektedir. Zira isminin dahi önüne geçen Edirne Müftülüğünden kendisini çekemeyenlerin dedikoduları yüzünden azledildiğini beyan etmiştir. Eserinin başında, bu kitabı Kayseri Niyabet-i Şeriyesi’nde iken kaleme aldığını dile getirip küçüklüğünden itibaren avam ve havastan iftira, zulüm ve hased ederek aleyhinde bulunan kimselerin Allah Teâlâ tarafından mühlet verilmeksizin helak ve berbat edildiğini ifade etmiştir. Kitabını,
“Mahsûdiyet ve mazlûmiyette kendisiyle hemhal olan kimselere teselli olarak,
Bir hizmet-i cüziyye ile onları kuvvetlendirmek ve kendi dahi teselli olmak arzusuyla
Hayır ve insaf sahiplerine, mahsûdîn ve mazlûmîn olan bî çare din kardeşlerine” takdim etmiştir.
Dolaştığı yerlerde “zulm ve hasede” maruz kaldıkça “fesubhanallah” diyerek şaşıran müellif Müfti’s sekaleyn şeyhülislam Kemalpaşazade’nin
Maslahat-ı âlemîn dört şeye olmuş bina
Ben yiyeyim sen yeme, ben iyiyim sen fena
beytini daima terennüm ettiğini söylüyor.
Fevzi Efendi, “De ki: Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”[2] ayet-i kerimesi ve Kur’an-ı Kerim’de sabredenlerin müjdelendiği ayetleri göz önüne alarak her sûrette Allah Teâlâ’ya karşı hamd ve şükür makamında olduğunu beyan ediyor.
Başlangıçta hamdele ve salveleden sonra eserin ilk kısmı iki gazel, bir mesnevi ve bir mukaddimeden müteşekkil olup tamamı altı fasıldan meydana geliyor. Toplamda otuz beş sahife olan kitabımız sonunda bir “hatime-i manzume”yi ihtiva ediyor. Bunun dışında pek çok yerde ve özellikle de fasılların sonunda “mesnevi” ve “kıt’a” adlarıyla onlarca beyte yer verilmiştir. Bu bakımdan eser zengin bir beyit hazinesidir.
Müellif birinci fasılda kötü bir hasetçinin şerrine giriftar, dert ve kaygıya düçar biri olarak kendisinin başına gelen şeyler yüzünden mahzun olan diğerleri için teselli vermenin, insaniyetin merhamet şiarı olduğunu ve hatta İslamiyet’in gerektirdiği bir haslet olduğunu beyan edip bunun Cenab-ı Rabb’in halis rızasını kazanmanın en kuvvetli vesilelerinden olacağını iddia etmektedir.
İkinci fasılda müellif kitabın ismine lügavi manada izah getirmekte ve “mahsûdîn” kelimesinin hem erkek hem de hanım kimseleri şamil olduğunu arap dilindeki tağlip kaidesiyle delillendirmektedir. Yine bu fasılda hasedin tarifini yapmakta, ne demek olduğu açıklamaktadır.
Üçüncü fasılda ise hased gibi çirkin ve kötü bir fiilin meydana getirdiği zarar ve hüsranlar ihtisar edilmiştir.
Dördüncü fasıl, hased fiiliyle muttasıf fasid ve hasid(hasetçi) kimselerin yerilmesi ve ayıplanacak davranışları hakkındadır.
Beşinci fasıl, pek güzide ümmet-i Muhammediyye içerisinde enbiya-i ızâmın varisleri mesabesindeki kıymetli ulemaya, kalp afetlerinin ve kötü ahlakın en habisi olan hasedin hiçbir surette yakışmadığını anlatır. Fakat gene de alim ve fazilet sahibi kimselerden dahi hasetler zuhur etse de bunların sebeplerini düşünmek gerektiğine dikkat çekilmiştir.
Altıncı fasıl, hasede giriftar olup da sabredenlerin hiç şüphesiz inayet ve mükâfata nail olacakları ve selamete kavuşacaklarından bahsetmektedir. Ayrıca bu nimetlerin bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından vad edildiğini bu kimselere müjdelemek gerektiği vurgulanmıştır.
Hased ettiği zaman hased edenin şerrinden Rabbimize sığınır ve hasetçilerden bizleri uzak eylemesini ondan niyaz ederiz.
[1] Millet Kütüphanesi, Kureyşîzâde Mehmed Feyzî (Edirne Müftüsü), h.1318 [Müellifin ismi hataen ‘Feyzî’ olarak yazılmıştır], yayın yeri ve tarih yok, bölüm: A.E. Şeriyye, sınıflama: 170, demirbaş: AEsry652.
[2] En’âm, 6/11.