İçeriğe geç
Anasayfa » HAYAT VERECEK DAVETİN MUHATABI OLAN ÜMMET

HAYAT VERECEK DAVETİN MUHATABI OLAN ÜMMET

Yüce Rabbimiz rahmetinin eserleriyle dopdolu olan cihana biricik Habibi aleyhissalâtü vesselâm Efendimizi hayat rehberi, can, cihan ve rahmet Peygamberi olarak göndermiştir.

Cenâb-ı Hakk, İki cihan güneşi Efendimiz aleyhisselâm’ı insanları karanlıklardan aydınlığa, vahşetten medeniyete, her çeşit şaşkınlık, sarhoşluk ve sapıklıktan kurtuluşa götüren ve nur saçan bir kandil olarak nitelendirmiştir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa –sallallahu aleyhi ve sellem-, insanları cehaletin sarhoşluğundan, zillet ve esaretten kurtarıp hakikî bir hürriyete, onurlu bir hayata, ilmin ve imanın aydınlığına kavuşturup ateş çukurlarına düşmekten kurtarmıştır.[1]

Peygamber Efendimiz’in peygamber olarak gönderildiği cahiliye dönemini, Habeşistan’a hicret eden ve Müslümanların sözcüsü Ebu Talip’in oğlu Cafer -radıyallahu anh-’ın, Habeşistan hükümdarı Necâşi’nin huzurunda yaptığı konuşması bize en güzel şekilde tanıtmaktadır:

-“Ey Hükümdar! Biz cahiliyet hayatı yaşayan bir millettik. Putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etini yer, her türlü kötülüğü yapar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerdik. Akrabalarımıza karşı vazifemizi bilmez, komşu hakkı tanımazdık. İçimizdeki kuvvetliler zayıfları ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinir, aramızda hak nedir bilinmezdi.

Biz bu halde iken, Yüce Allah bize içimizden soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffet sahibi olduğunu çok iyi bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O Peygamber bizi Allah’ın birliğine ve O’na ibadet ve kulluk etmeye çağırdı. Bize, bütün kötülükleri, kan dökmeyi, yalan şahitliği yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira atmayı yasakladı. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalara ihsanda bulunmayı ve komşularla güzel geçinmeyi bize emretti.

Biz de O’na inanarak dinine girdik. Allah’tan getirdiği esasları kabul ettik. Sadece Allah’a ibâdet ederek hiçbir şeyi O’na ortak koşmadık. Bize neyi haram kıldıysa onu haram bildik, neyi de helal eylediyse helal kabul ettik. Bu yüzden halkımızın düşmanlığını kazandık. Allah’a ibadeti bırakıp putlara ibâdete dönmemiz için kavmimiz bize korkunç baskılar ve işkenceler yaptı. Hayat çekilmez oldu. Bu durum karşısında Peygamberimiz sizin ülkenize sığınmamızı tavsiye etti ve ülkenize geldik. Zulme ve haksızlığa uğramayacağımızı ummaktayız.”[2]

Cenab-ı Hakk, insanlığın ve insanî değerlerin iflas ettiği bu dönemde lütuf ve ihsanının bir nişanı olarak Peygamber Efendimiz’i göndererek, buhranlar içinde olan insanları cahiliye hayatının kötülüklerinden arındırarak tertemiz onurlu bir hayata, zilletten izzete, her türlü şaşkınlık, sarhoşluk ve sapıklıktan kurtuluşa götürmüştür.

Günümüzde de medenî bir hayatın gerçekleşmesi, gönüllerin birbirine ısınarak İslam’a yönelmesi, kardeşler olarak Müslümanların birbirine güvenip destek vermesi; dinin, aklın, canın, malın ve neslin korunması, ancak iki cihan güneşi Peygamberimizi bütün yönleriyle tanımak, can u gönülden sevmek, yolunu izlemek, mesajına sarılmak ve davetine kulak vermekle mümkündür. Çünkü Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Mübin’inde şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine uyun.”[3]

“Peygamber size ne verdiyse onu hemen alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.”[4]

Peygamberimizin verdiğini ve getirdiğini almak, yasakladıklarından ve sakındırdıklarından uzak durmak, uyarılarına dikkat ederek perişan halimizi ve kötü gidişimizi düzeltmek, bizim için yegâne huzur ve saadet kaynağıdır. Aksine O’na karşı gelmek, davetine kulak vermemek ve Sünnetini hor görmek dünyada zillet ve felaketin, ukbâ da ise ebedi hüsranın sebebidir.[5]

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Müslümanların içine düştüğü perişanlık ve zilletin sebebini; hadis-i şeriflerinde yaşama zevkine düşkünlükten doğan sarhoşluk ve cehaletin verdiği sarhoşluk olarak şöyle açıklamaktadır:

“Şüphesiz siz, Rabbinizden gelen apaçık bir hüccet üzere bulunur, istikamet üzere yaşarsınız, ta ki sizde iki sarhoşluk yüz göstermedikçe; biri cehaletin verdiği sarhoş­luk, diğeri ise yaşama zevkinden doğan sarhoşluk.

Siz, ma’rûfu emreder, münkerden nehyeder ve Allah yolun­da cihâda devam edersiniz. Ne zaman ki, içinizde dünyâ sevgisi (yaşama zevki) ortaya çıktı; artık (bundan sonra) ma’rûf ile emredemez, münkerden nehyedemezsiniz ve Allah yolun­da cihâdı terkedersiniz (ve asıl gayenizi bilmez, körükörüne gidersiniz).

İşte o gün, Kitâb/Kur’an ve Sünnetle amel edenler,  (sevap yönünden) İslâmda birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensâr gibidirler!..”[6]

İslam’dan yüz çevirmek her fenalığın başı olduğu gibi, gönlü dünya sevgisine açmak da her günahın ve musibetin sebebi olmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz de buyurmuştur ki:

“Dünya sevgisi her günahın ve her musibetin başıdır.”[7]

Nazargâh-ı İlâhi olan gönüllerimiz, Yüce Rabbimizin ve biricik Habibi Efendimiz –aleyhisselâm-’ın sevgisiyle dopdolu olmalı, bu sevgiyle yaşamalı ve bu sevgiye gölge olacak yaşantı ve hatalardan uzaklaşarak Rabbimizin rızasını kazanabileceğimizi Efendimiz dualarında ne güzel ifade buyurmaktadırlar:

“Allah’ım! İmanı bize sevdir, gönüllerimizi onunla zîynetlendir! Küfrü, fâsıklığı ve isyanı bize çirkin gösterip nefret ettir. Bizi hak yolda gidenlerden ve en doğru yola erenlerden eyle!”[8]

İmanı sevmek ve Mü’min kardeşine muhabbet ve şefkat göstermek, Cenab-ı Hakk’ın sevdiği ve kullarına da sevdirdiği bahtiyar mü’minlerden olmanın en birinci özelliklerindendir. Çünkü Ümmetinin özlemiyle yaşayan güllerin ve gönüllerin Sultanı Efendimiz buyururlar ki:

“Bir kimsenin Müslüman kardeşine özlem, muhabbet ve şefkatle bakması; benim bu mescidimde bir sene itikâf etmesinden daha hayırlıdır.”[9]

Sultan-ı Enbiya Efendimiz diğer  bir Hadis-i Şeriflerinde, Kur’an ve Sünnete sımsıkı tutunan Ümmetinin her çeşit sapıklık ve sarhoşluktan korunacağını bize şöyle haber vermektedir:

“Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklısğa düşmezsiniz: Biri Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri Peygamberinin Sünnetidir.”[10]

Dünyanın nimet ve saadeti; şüphesiz ilmin ve kâmil imanın semeresi, salih amelin, güzel ahlakın ve bilinçli bir hayatın neticesidir. Nitekim Hadis-i Şerifte buyrulur ki:

“Allah, kimin için hayır dilerse; onu dinde fakih -derin anlayış,  şuur ve ilim sahibi- kılar.”[11]

Çünkü dini bilgiler kalbin hayatı, cehalet ise ölümüdür. Bize dünya ve ahirette mutluluk verecek olan şüphesiz ilim, şüphesiz inanç, salih amel ve güzel ahlaktır.

İslam’ı bilmek yetmiyor severek, isteyerek, yaşamak ve yarışa girmek de gerekiyor.

İslam toplumunda ilmin her çeşidi teşvik edilmiş, tahsil edenler himaye görmüş ve yetiştirenler baş tâcı edilmiştir. Çünkü bu toplum, kurtuluşun; cehaletin sarhoşluğunda şaşkınlaşmak değil de sâlih bir nesli yetiştirerek dirilmek ve dirilişin kitabı Kur’an-ı Mübin’e sarılarak, nur saçan bir kandil olarak gönderilen Efendimiz aleyhisselâm’ın yolunun aydınlığında yürümekle mümkün olacağına inanırlar.

Peygamber Efendimiz bu kutlu yolun yolcularını bize tanıtarak, onlara bakışımızın ne olacağını şu sözleriyle öğretmektedir:

“(Dînî) İlim tahsil eden öğrenciye merhamet edip acıyınız! Çünkü o, (çok çalıştığı, bir de bu uğurda karşılaştı­ğı zorluklara katlandığı için) bedenen yorgundur. Eğer o, ucbe tutulmuş (kendini beğenmek gibi bir hastalığa ya­kalanmış) olmasaydı, emîn olunuz ki melekler, onun ale­nen elini sıkarlar (ihtiramda bulunurlar)dı. Ancak o, ucbe ka­pılır (kendini beğenip mağrurlanır ve bu sebeble) kendisinden daha bilgili olan kimseyi mağlûb etmek ister (de, böylece o müstesna kıymetini ve yüce faziletini zayi etmiş olur).”[12]

Ticaret ve alışverişin kendisini Allah’ı zikretmekten alıkoymadığı, dünyalıkların bozamadığı, yaşama zevkine düşkünlüğün şaşırtamadığı; İslâm’ı öğrenip severek yaşamakta yarışan, sorumlu olduğu her alanda hayırlı işler başaran bir neslin özlemini Hz. Ömer –radıyallâhu anh-’ın bize ders ve düstur olacak şu cümlelerinden öğrenelim:

Ömer ibnü’l-Hattâb’dan rivayet edildiğine göre bir gün bir evde otururlarken arkadaşlarına:

“Cenâb-ı Hak’dan; bir şeyler isteyiniz, temenni ediniz!” dedi. İçlerinden birisi:

“Allah yolunda infak etmek için şu ev dolusu altınım olsun isti­yorum” dedi. Hazreti Ömer:

“Daha isteyin!” dedi. Bir başkası:

“Şu ev dolusu inci, zeberced ve yakutum olsun, Allah yolunda infak edeyim, bunu istiyorum!” dedi. Ömer Radıyallahu anh:

“Daha isteyin.” deyince.

“Bu sözleriyle Emîr’ul-Mü’minîn ne demek istiyor; anlamıyo­ruz.” dediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer radıyallahu anh:

“Ben ki şu ev dolusu Ebû Ubeyde bin Cerrah gibi rical istiyo­rum! Nereye göndersem, hayırlı işler basarsın..”

İrtihalinde hanesinde ancak silahı ve bir koyun postu ve bir su testisi bulunmuştur. Hayatta iken hâline vâkıf olan : «Keşke bazı eş­yanız olsa!» diyenlere «Bizi kurtaracak bunlardır» diye cevap ve­rirler imiş. (Allah ondan râzı olsun ve şefâatına bizleri nail etsin.)

Bunu diyen Ömeru’l-Fâruk radıyallahu anh’dir ki, Suriye’ye teşriflerinde Haz­ret-i Ebû Ubeyde’nin bu hallerini görünce tevâzuan :

“Yâ Ebâ Ubeyde! Dünyâ, senden başka bizim hepimizi bozdu!”[13] buyurdukları meşhurdur.

***

Habîb-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadis-i şerifleriyle bizleri yine şöyle irşad ve ikaz etmektedir:

“Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların hepsi Cehenneme girecektir, ancak biri müstesna!

Ashâb-ı Kiram: O kimdir Yâ Rasûlallah! diye sordu.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “O fırka-i Nâciye (Kurtuluşa erecek olan fırka): Benim ve Ashâbımın üzerinde bulunduğu yolda giden (bizim gibi iman ve itikat eden) lerdir.” cevabını verdi.”[14]

Şüphesiz ki bu topluluk, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin ve Hulefâ-i Râşidin’in izinden yürüyen, sünnetlerine tutunup sarılan, Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetine uymak ve getirdiği dini hükümleri uygulamakta birleşen hidayete ermiş Mü’minlerdir ki, bunlar âlimler ve fukahâ’dır. Bunlara EHL-İ SÜNNET ve’l-CEMÂAT denir.

Hadis-i Şerifte zikredilen yetmiş iki fırkanın cehenneme girmesinden murad, azaba dûçar olmalarıdır. Yoksa kâfirlere mahsus olan ebedi cehenneme giriş değildir. Çünkü bu fırkaların cehenneme girişlerine sebep bozuk inançlarıdır.

Fırka-i Nâciye’den yani kurtuluşa erecek olan fırkadan olmanın yolu ise; İnançta, amelde ve ahlâkta Rasûlallah (s.a.v) Efendimiz’e ve O’nun seçkin Ashâbına uymaktan ve her konuda onları örnek alarak, Tevhid yolu olan Sırat-ı Mustakîme tâbi olmaktan geçmektedir.[15]

En önemli görevimiz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in Allah ve Rasûlünün yolu olduğunu bilip, ona sımsıkı sarılmak, bölünüp parçalanmamak; hayatın her alanında takvayı gözeterek şu ilâhi müjdeye göre Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanmayı kendine şiar edinmektir.

“Allah Teâlâ, ancak müttakî/takvâ sahibi olanların duâsını ve ibadetini kabul eder.”[16]

Allah’ım! Bizi ilimle zenginleştir, hilimle süsle, takva ile şereflendir ve afiyetle güzelleştir. Âmin…

[1]  bkz. Al-i İmran, 3/103.

[2]  bkz. Fıkhu’s-Siyre, Prof. Dr. M. Said Ramazan el-Bûti.

[3]  Enfal, 8/24.

[4]  Haşr, 59/7.

[5] bkz: Nisa 4/115; Biricik Önderim Peygamberim Efendim, Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK s: 58.

[6]  Bu Hadis-i Şerif’i Bezzâr, Muâz b. Cebel (r.a.)’den tahriç etmiştir. Ayrıca bkz: el-Heysemî,  Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid 7/273.

[7]  el-Camiüssağir.

[8]  İmam Buhârî, Edebu’l-Müfred: 699.

[9]   Ramûzu’l-Ehâdîs, el-Câmiüssağir.

[10]  İmam Malik, Muvatta: Kader 3.

[11]  Buhârî: İ’tisam 10; Müslim: Zekât 100.

[12]  Buhârî Şerhi İrşâdü’s-Sârî  -Kastallânî- : 1/164; bkz. Hadis-i Şerifler; Ekrem DOĞANAY, s:191.

[13]  Tabakât, 3/413; Ashâb-ı Kiram, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Erkam Yayınları.

[14]  bkz: Ebu Davut Sünen’inde 4596, Tirmizî: 2640, İbn-i Mâce, 3991; Mişkâtü’l-Mesâbih: 171-172 numaralı Hadis-i Şerifler ile Tâc Tercemesi: 1/71. Hadis-i Şerif.

[15]  bkz: En’am 6/153; Ekrem Doğanay, Selef Müdafaası, s:17-18.

[16]  Maide, 5/27.