Kulluk hayatımızın ana gayesi Allah Zülcelâl Hazretleri’ni tanımak ve bize verilen ömür sermayesinin her anında Onu zikretmektir. Onu zikirden gafil olmanın, sonsuz lütûf ve ihsanlarına karşı nankörlük yapıp Onu zikirden yüz çevirmenin cezası çok ağırdır. Bu gafletin cezası yalnızca ahiret hayatına has değildir. Dünya hayatında da zikirden yüz çevirenleri madden ve manen sıkıntılı bir hayat beklemektedir. Dünya hayatında Allah Teâlâ Hazretleri’nin tecellilerini görmeyen, Ondan habersiz, O yokmuş gibi yaşayanlar, asıl ebedî hayatın yaşanacağı ahiret hayatında kör olarak haşredileceklerdir. Bu, onların dünyadaki körlüklerinin ve nankörlüklerinin cezasıdır. Dünya hayatında Allah’ı unutup kulluğun verdiği manevî huzurdan mahrum kaldıkları gibi ahirette de Allah tarafından unutulacaklar ve şiddetli bir azaba uğrayacaklardır:
“Her kim benim zikrimden yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. O da o gün der ki: ‘Rabbim, beni neden kör haşrettin? Ben dünya hayatında gözleri gören birisi idim.’ Allah Teâlâ (bunun üzerine) şöyle buyurur: ‘Öyledir. Sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. İşte bugün de sen böyle unutulursun. İşte biz, haddi aşanları ve Rabbinden gelen âyetlere inanmayanları böyle cezalandırırız.’ Ahiret azabı elbette daha çetin ve daha süreklidir.”[1]
Kul, Allah’ı zikirden uzaklaştıkça Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaya, Allah’ın yardımından mahrum kalmaya başlar. Allah’ın kullarına büyük bir lütfu olan sâdıklarla birlikte olma nimetinden mahrum kalır. Hevâ ve hevesine karşı korumasız hale gelir ve nefsinin esiri olmaya başlar. Allah Teâlâ onu şeytanlarla baş başa bırakır. Şeytanlar arkadaşı haline gelir, etrafını çepeçevre kuşatır ve onu kulluk yolundan çıkarırlar. Bunu öyle sinsice ve kurnazca yaparlar ki kul, kendisinin doğru yoldan çıktığının farkında bile olmaz. Kendisini hâlâ hak yolda, hidâyet üzere sanır. Yanlış yolda olduğu halde kendini doğru yolda sanmak dünyadaki nasipsizliklerin en büyük ve en tehlikelilerindendir.
“Her kim Rahmân olan Allah’ın zikrine karşı nankörlük yaparsa biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık bu şeytan, onun ayrılmaz bir arkadaşı olur. Şüphesiz bu şeytanlar onları yoldan çıkarır da onlar da kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar. Nihâyet o (şeytanıyla birlikte kıyamet günü) bize geldiğinde şeytanına: ‘Keşke seninle benim aramda gün doğusu ile batısı arasındaki mesafe kadar mesafe olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın.’ der. (Bu pişmanlığınız ve temennileriniz) bugün size asla fayda vermeyecektir. Çünkü siz zulmettiniz. Hepiniz aynı azaba uğrayacaksınız.”[2]
Allah Teâlâ, dünyada maddî, manevî rızık kapılarının açılmasını takva ve istikamet şartına bağlamıştır. Şayet yeryüzündeki toplumlar Allah’a iman edip takva sahibi olsalar yani Allah’ın belirlediği sınırlar içerisinde ve Onun koyduğu ölçülerle yaşasalar ve istikamet sahibi olsalar göğün ve yerin bereket kapıları onların üzerine açılırdı. Fakat insanlar istikamet üzere bir hayatı tercih etmeyip Allah’ı zikirden gafil bir şekilde yaşamayı tercih ederlerse dünyada da ahirette de onları, şiddeti sürekli artan elim bir azap beklemektedir:
“Şayet o memleketlerin halkı iman edip takva sahibi olsalardı üzerlerine gökten ve yerden nice bereket hazineleri açardık. Fakat onlar (kendilerine gelen hakikatleri) yalanladılar da biz de onları yapıp ettikleri sebebiyle kıskıvrak yakaladık.”[3]
“(Bana) şu hakikat de (vahyedildi): Şayet (insanlar ve cinler) istikâmet üzere olsalardı onları bol su ile nimetlendirirdik (rızıklarını bollaştırırdık). Bunu onları imtihan etmek için yaparız. Her kim Rabbini zikirden yüz çevirirse onu sürekli artan bir azaba dûçâr ederiz.”[4]
“De ki (Ey Habibim!): ‘Allah’ın, geceleyin veya gündüzün (gelebilecek azabına karşı) o çok esirgeyici olan (Allah)dan başka sizi kim koruyabilir?’ Hayır, onlar (korkmak şöyle dursun) Rablerini hatırlayıp anmaktan (bile) yüz çevirirler.”[5]
Konu ile ilgili İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, et-Te’vîlatü’n-Necmiyye isimli tefsirden, şu veciz ve hikmetli sözü nakleder:
“Zikir, kalbin anahtarıdır. Zikirden yüz çevirmek ise kalbin kapısını kapatmaktır.[6]
[1] Tâhâ, 20/124-126.
[2] Zuhruf, 43/36-39
[3] A‘râf, 7/96
[4] Cin, 72/16-17.
[5] Enbiyâ, 21/42.
[6] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 5/441.