İçeriğe geç
Anasayfa » HİTÂBI ANLAMADA BAĞLAMIN ROLÜ ÇERÇEVESİNDE SÜNNETİN DEĞERİ

HİTÂBI ANLAMADA BAĞLAMIN ROLÜ ÇERÇEVESİNDE SÜNNETİN DEĞERİ

Kelamın, mütekellimin asıl kastettiği anlam ile muhatapta oluşan algı olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Kelamda asıl olan ise muhataba asıl kastedileni ulaştırmak olup anlaşılmamak veya yanlış anlaşılmak değildir. Konuşanın asıl maksadı ya ona sorulmak suretiyle ya da muhatabın (kime söylendiği), hitâbın kendisinin (ne söylendiği), hitâbın söylendiği zaman ve mekânın (nerede ve ne zaman söylendiği) ve hitâbın vârid olma sebebinin (niçin söylendiği) göz önünde bulundurulmasıyla bilinebilir.[1]

Örneğin; bir satım sözleşmesi anında müşteri, satıcıya: “Ben bu kitabı on liraya aldım.” dese, bu cümleden (“hitâp”tan) konuşanın (mütekellimin) kastının satım sözleşmesini gerçekleştirmek olduğu anlaşılır. Aynı kişi kitabı aldıktan sonra, başka bir zaman diliminde kendisine kitabı kaça aldığı sorulduğunda: “Ben bu kitabı on liraya aldım.” dese bu cümleden konuşanın kastının geçmişten haber verme olduğu anlaşılır. Görüldüğü üzere muhataptan ve konuşanı çevreleyen ortamdan bağımsız bir şekilde aynı cümle iki farklı manaya gelebilmektedir. Konuşanın maksadı ancak sözünü ettiğimiz sâiklerin göz önünde bulundurulması ile anlaşılmaktadır.

Cümlelerde olan bu karışıklık, kelimelerin tek tek ele alınmasıyla daha çok problem oluşturmaktadır. Zira bir kelimenin birçok farklı manada gerçek anlamı olabilmektedir.[2] Ayrıca kelimelerin, gerçek anlamının yanı sıra birçok mecâzî anlamda da kullanılabilmesi mümkündür. Sonuçta diyebiliriz ki, tek başına ele alınan bir ifade, mana itibariyle birçok ihtimale eşit uzaklıktadır. Dilbilimciler bu durumdaki kelimenin esasında anlamsızlığı ifade ettiğini söylemektedirler.[3]

Kelimelerin ve hitabın anlamsızlıktan kurtulabilmesi ise dilbilimcilere göre yukarıda söylediğimiz sâikleri de ifade eden bir kavram olan bağlam ile hatta bağlamlar ile olur. Zira her bir bağlamın da bağlı olduğu bir bağlam olup zincirin en üstünde kültür bağlamı bulunmaktadır.[4] Bazı dilbilimciler bağlamı tespit etmenin pratik ve teorik zorluklarının bulunması, öte yandan sözün bağlamdan ve kullanımdan önce zihinlerde manasının bilinebilmesinden hareketle, bağlam’a itibar etmeyip tek ölçüt olarak, kullanımı yani cümle terkibini esas almaktadır. Zira kişi bir cümleyi kurmadan önce zihinde oluşturabilir. Bununla birlikte bir yön levhasının nereye işaret ettiğini sormak ne kadar anlamsız ise cümle içerisinde kullanılmış bir kelimenin ne ifade ettiğini sormak da anlamsızdır.[5] Onların bu eleştirileri salt yazılı metinlerde haklı olması mümkün olmakla beraber sözlü metinlerde yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere isabetli değildir. Salt yazılı metinler giriş, gelişme ve sonuç şeklinde belirli bir planda kurgulandığı için gerçek anlam, bağlam’a çok ihtiyaç duyulmaksızın anlaşılabilmektedir. Ancak sözlü metinlerde asıl mananın anlaşılmasında yukarıda söylediğimiz gibi kime söylendiği, niçin söylendiği, ne söylendiği, nerede ve ne zaman söylendiği gibi tabii bağlamın bilinmesine ihtiyaç vardır.

Bağlam ile alakalı bu genel bilgilerden sonra Kur’ân’ı anlamada bağlamın rolüne gelince evvela Kur’ân-ı Kerim’in yirmi üç senede peyderpey nazil olduğu ve Allah’ın bizlere olan kelamını ifade ettiği göz önünde bulundurulması gerekir. Bu bakımdan O, salt yazılı metinler gibi giriş, gelişme ve sonuçtan oluşmaz ve tabii bir bağlamı bulunmaktadır.

Kur’ân, dönemin Araplarının lisanıyla indirilmiş olup onların bildikleri mana ve kullanımda nazil olmuştur. Kullanım itibariyle Arapça çok geniş bir sahaya sahiptir. Bazen umum[6] ve zâhir[7] olarak gelen ifade, akabinde gelen bir açıklamayla tahsis[8] edilebilir. Yine bazen umum ifade kullanıldığı halde has mana, yani birçok fert değil bir fert kastedilebilir. Bazen de çeşitli karinelerle söz, mecaz anlamda kullanılabilir. Bazen de söz edilmediği halde işaret yoluyla başka manalar ortaya çıkabilir. Bunların her biri ihtimal dâhilindedir. İmam Şâfiî (v. 204/820), Kur’ân’ı Kerim için bu ihtimalleri belirttikten sonra bunların ancak bağlam’a, sözün öncesine, ortasına, sonuna bakmak ve dil örfünü bilmek suretiyle bilinebileceğini söylemektedir.[9]

Fıkıh usûlünde nass ile ilgili yapılan tanımların ekseriyeti nassı, sözün asıl sevk sebebi olarak tanımlamaktadır. Sözün asıl sevk sebebi ise çeşitli karinelerle yani bağlamla bilinebilir.[10] Kur’ân-ı Kerim’de bazı ifadeler kapalı veya eş anlamlı olarak gelebilir veyahut ilk anlaşılan anlamın dışında başka manalarda da kullanılabilir. Bu gibi yerlerde asıl kastedilenin bilinebilmesi ancak gelecek olan beyanla mümkün olur.  Beyan ise ilgili ifadelere bitişik olarak gelebileceği gibi müstakil olarak başka bir zaman diliminde de gelebilir. Aynı şekilde beyan Kur’ân-ı Kerim tarafından yapılabileceği gibi sünnet, kıyas ve icmâ tarafından da yapılabilir.  Gelen beyan ile, ilk kelam farklı anlama ihtimallerinden veya anlaşılmazlıktan kurtulup açıklığa kavuşmaktadır. Fıkıh usûlü kitaplarında kelamdan ayrı ve sünnet tarafından gelen beyanların örneği çoktur.

Mesela zekâtı farz kılan âyet-i kerimeler geldikten sonra sünnet tarafından zekâtın mahiyeti beyan edilmiştir. Yine namaz emri geldikten sonra sünnet tarafından namazın mahiyeti beyan edilmiştir. Diğer taraftan salât ve zekât lafızları beyandan bağımsız düşünüldüğü takdirde Şâri‘ Teâlâ’nın muradına aykırı olarak dua ve temizlenmek gibi sözlük anlamlarının verdiği manalara göre anlaşılacaktır. Allah Teâlâ, alışverişin helal, faizin haram olduğunu bildirmiş, ardından sünnetle faizin mahiyeti beyan edilmiştir. Yine “Allah, size alışverişi helal kıldı, faizi haram kıldı.[11] âyeti faiz dışında birçok alışveriş şeklini ihtiva ederken sünnetle, faiz olmadığı halde elde bulunmayan veya henüz teslim alınmamış malın satımının ayetin helal kıldığı alışverişlerin kapsamında olmadığı beyan edilmiştir.

Bunların her biri aynı zamanda bağlam’a da örnektir. Burada asıl önemli olan şey; asıl anlamın, kelamın kendisiyle anlaşılmaması veya yanlış anlaşılması mümkün iken sünnet tarafından gelen beyanla ortaya çıkarılmasıdır. Bu meseleler sünnetten bağımsız olarak düşünüldüğünde lafız, zâhirî veya bâtınî bir şekilde keyfî olarak yorumlanmaya, anlaşılmaya müsaittir. Bununla birlikte anlama dair yapılabilecek birçok açıklama eşit olarak muhtemel olacağı için ilgili naslar mücmelleşecek yani kapalı ve anlaşılmaz hale gelecektir.

Bağlamın göz ardı edilmesi sonucunda asıl manadan koparak alâkasız ve keyfî yorumların örnekleri, günümüzde birçok kimsede/grupta çokça görülmektedir. Biz bu örneklerden sadece birini zikretmekle yetineceğiz:

تِلْكَ آيَاتُ اللَّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ

İşte bunlar Allah’ın âyetleridir, biz onları sana gerçek ile okuyoruz. Allah’tan ve Onun âyetlerinden sonra hangi hadise (حَدِيثٍ) inanacaklar?[12]

Bu âyette ve diğer âyetlerde “hadîs” kelimesinin kullanımı ve Kur’ân’a eş kaynak olarak uydurulan sözlere hadis denmesi Kur’ân’ın mucizesidir. Kur’ân, dinimizin temel bir sorunu olacak, Peygamber’e atfedilecek, dinin tek kaynağını yüzlerce kitaba çıkaracak hadislere, mucizevî bir tarzda işaret etmiştir. Eğer Peygamber’in hadisleri de Kur’ân dışında dinin bir kaynağı olsalardı, Kur’ân bunu açıkça belirtirdi Bu konuda tek bir âyetin olmaması ve “hadîs” kelimesinin Kur’ân’da yukarıdaki şekliyle kullanımı, günümüzdeki hadis kavramının sonradan uydurulduğunun açık bir delilidir[13]

Görüldüğü üzere aklı sıra hadisleri Kur’ân’la saf dışı eden bu zihniyetin, burada Rasûl’e ittibâyı emreden âyetleri görmezden gelmesinin yanı sıra yaptığı en büyük hata, tarihî bağlamı göz ardı etmektir. İlgili âyetin indiği dönemde “hadîs” kelimesi ıstılah olarak kullanılan bir kavram olmayıp müfessirlerin tamamının da dediği gibi “söz” manasına gelmektedir.[14] Henüz ıstılahlaşmamış bir kelimeye, ıstılah manasını vermenin veya tam tersi, şeriatın mana yüklediği bir kelimeye sözlük manası vermenin ise akılla izah edilebilir bir yanı yoktur. Hadis-i şerifleri saf dışı bırakmak için böyle yollara sapan insanlar, maalesef namaz gibi dinin direği olan birçok meselenin de aynı şekilde saf dışı bırakılabileceğinin farkında değiller.

Şüphe yok ki vahyin muhatabı olan bizler için ilâhî kelamın sahibi olan Allah Teâlâ’ya, hitâbından asıl kastettiği şeyi sormamız mümkün değildir. Ancak O, rahmetinin de bir göstergesi olarak vahyi, doğru anlaşılabilmesi için Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e toptan bir şekilde değil peyderpey inzâl eylemiş, bununla birlikte Onu (s.a.v) beyan etmekle sorumlu tutmuştur. Allah Teâlâ’nın kelamında her zaman asıl kastedileni arzulayan selef âlimlerimiz de hitâbı anlamada evvela o dönemin dil örfünü tespit etmekle beraber Rasûlullah (s.a.v)’ın beyanına başvurmuştur. Bununla birlikte Rasûlullah (s.a.v)’ın hayatı ve yaşadığı dönemle alâkalı bilgileri, sûrelerin mekkî-medenî olup olmadığını ve esbâb-ı nuzûl bilgilerini tespit etmeye ve toplamaya çalışmışlardır. Bununla yetinmeyip vahyin ne zaman, nerede indiğini ve âyetlerin kimi kastettiğini yani tabiî bağlamın temel sorularının cevabını bilen ve aynı zamanda bağlamın bir parçasını teşkil eden sahabe-i güzîn hazretlerinin onunla ne anladıklarına da büyük önem vermişlerdir. Hiçbir İslam âliminin vahyi doğru anlamada kendini müstağni görmediği bu konuları, vahyin nâzil olduğu dönemden 1400 sene sonra gelen ve çok farklı bir hayat tarzına ve toplum yapısına sahip bizlerin ellerinde insan çevirisi olan Türkçe meallerle müstağni görmesi ise vahyi, yani Allah’ın hitâbını hafife almaktan başka bir şey değildir.

 

* Arş., Gör., İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı.

[1] Güven, Ahmet, Kur’ân’ın Anlaşılması ve Yorumlanmasında Çokanlamlılık Sorunu, Denge Yayınları, İstanbul 2005, 239.

[2] Örneğin; “yüz” kelimesi sayı, surat ve yüzme eylemi için mecâzî olarak değil hakiki olarak kullanılan bir kelimedir. Söylediğimiz manaların hepsi de “yüz” kelimesinin gerçek anlamıdır.

[3] Güven, Çokanlamlılık Sorunu, 238.

[4] Güven, Ahmet, Çokanlamlılık Sorunu, 244.

[5] Güven, Çokanlamlılık Sorunu, 243, 244; Ekin, “Siyak Kavramının Semantik Analizi”, 111.

[6] Tek bir kullanımla kendine uygun düşen ve sayısı belli olmayan birçok şeyi ifade eden lafızdır.(Topluluk isimleri gibi)

[7] Anlamı açık olan ve maksadı siğanın duyulmasıyla doğrudan anlaşılan lafızdır.

[8] Umum lafzın mana olarak taşıdığı bazı şeylerin çıkarılması

[9] İmam Şâfiî, er-Risale, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1999, 58-65; Ekin, “Siyak Kavramının Semantik Analizi”, 98, 99.

[10] İmam Serahsî, el-Usûl, I, 164; Ekin, “Siyak Kavramının Semantik Analizi”, 100.

[11] Bakara, 2/275.

[12] Casiye, 45/6.

[13] Detaylı bilgi için bkz: Öz, Kur’ân’ı Anlamada Bağlam, 154.

[14] Öz, Kur’ân’ı Anlamada Bağlam, 154.