İçeriğe geç
Anasayfa » HUCURÂT SÛRESİ ÖZELİNDE “GIYBET”

HUCURÂT SÛRESİ ÖZELİNDE “GIYBET”

Hucurât Sûresi, Medine’de nazil olan sûrelerden olup İslam ahlâkının ve temel edep kurallarının önemli prensiplerini ihtiva etmesiyle Kur’ân-ı Kerîm’de hususi bir yere sahiptir. İki buçuk sayfa ve 18 ayetten müteşekkil sûrede “ey iman edenler” hitabı beş defa tekrarlanır. Özellikle sosyal münasebetler açısından sûre dikkatlice mütalaa edilmelidir.

Hucurât Sûresi’nin temas ettiği hususlardan biri de gıybettir. Gıybet etmenin ölü kardeşin etini yemeye benzetildiği on ikinci âyet-i celîlede Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” Âyet-i kerîmede gıybetin yanında sû-i zandan kaçınma ile kusurların ve mahrem meselelerin araştırılmaması konuları ele alınmaktadır. Bu yazıda yalnızca gıybet üzerinde duracak, belli başlı tefsirlere müracaat ederek âyet-i kerîmeyi anlamaya çalışacağız.[1]

Âyet-i kerîme, gıybeti çarpıcı bir teşbihle haram kılmaktadır. Gıybet edenler ölü kardeşin etini yiyene benzetilmiştir. Bu benzetmenin bazı hikmetleri vardır. İbn Abbas (r.a) bu konuda şöyle demiştir: “Allah’ın gıybete böyle bir örnek vermesinin sebebi, ölen kişinin etini yemenin haram ve tiksinti veren bir şey olmasından ötürüdür. İşte gıybet de dinen haramdır ve nefsin çirkin gördüğü bir şeydir.” Kurtubî ise “Ölen kimse kendi etinin yenildiğinin farkına varmaz. Tıpkı yaşayan bir kimsenin kendisinin gıybetini yapanın gıybetini bilmediği gibi.” demektedir. Fahreddin er-Râzî de şunları söyler: “Bu benzetme, insanın namus ve şerefinin tıpkı eti ve kanı gibi olduğunun işaretidir. Lakin kişinin namus ve şerefi, etinden de kıymetlidir. Bu nedenle biri, insanın etini yemeyi hoş görmediğine göre, insanların şeref ve namuslarını zedelemeyi daha fazla hoş görmemesi gerekir.”

Ayetteki “Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” ifadesi, yasaklanan gıybetin kâfirinki değil, mü’minin gıybeti olduğuna delildir. Zira kardeşlik yalnızca mü’minler arasında vardır.

Ayetteki “İşte bundan tiksindiniz.” ifadesi iki şekilde izah edilmiştir: İlki; Siz nasıl ki leş yemekten tiksiniyorsanız, aynı şekilde gıybetten de böylece tiksininiz. Diğeri; sizler insanların sizin gıybetinizi yapmasını hoş karşılamıyorsunuz. O halde başkalarının gıybetini yapmayı da hoş görmeyiniz. Bundan tiksindiniz. O halde siz de bu işi yapmayınız. İfadenin lafız itibariyle haber, anlam itibariyle emir olduğu da söylenmiştir. Yani “Bundan tiksininiz.” denmek istenmiştir.

Ayetin şu hadise üzerine nazil olduğunu İbn Kesir, Süddî’den nakleder: Selmân-ı Fârisî bir seferde ashabdan iki kişi ile beraberdi. Selman onlara yardımcı olur ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selman uyuyakalmış ve onlarla beraber yürümemişti. Bu iki arkadaşı onu aramalarına rağmen bulamadılar. Daha sonra kendileri çadır kurarak “Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor” dediler. Selman geldiğinde onu kendileri için yiyecek istemek üzere Allah Rasûlü’ne (s.a.v) gönderdiler. Selman, Efendimiz’in yanına vardı ve “Ey Allah’ın Rasûlü, yanında bir şeyler varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni sana gönderdiler.” dedi. Allah Rasûlü, “Arkadaşların yemeği ne yapacak? Onlar yiyeceklerini yediler.” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Peygamberimiz’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Efendimiz’e geldiler ve “Hayır, konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) “Konuşmalarınızla siz Selman’ı yediniz.” buyurdu. Peşinden de “Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” ayeti nazil oldu.

Peygamber Efendimiz de bazı hadislerinde gıybeti ayetteki gibi tavsif etmiştir. Ebû Hureyre’nin (r.a) anlattığına göre; zina suçunu itiraf edip ardından recmedilen Mâiz hakkında iki kimse “Şu Allah’ın setrettiği kimseye bak! Nefsi, köpek gibi taşa tutuluncaya kadar kendisinin yakasını bırakmadı.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz onları duydu fakat hemen bir şey demedi. Bir süre yol yürüdükten sonra ayaklarını havaya dikmiş bir eşek leşinin yanından geçtiler. Efendimiz “Filan ve filan kişi nerede?” diye sordu. Onlar “Buradayız ey Allah’ın Rasûlü.” dediler. Peygamberimiz, “Şu eşeğin leşinden yiyin.” buyurdu. Onlar “Ey Allah’ın Rasûlü! Bunu kim yiyebilir ki?” dediler. Efendimiz şöyle buyurdu: “Sizin kardeşinizin haysiyetine dil uzatmanız bunu yemekten daha ağırdır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, o şu anda cennetin ırmaklarına dalmaktadır.”[2]

Ebû Hureyre’nin (r.a) naklettiğine göre bir adam Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in yanından kalkıp gitti. Sahâbîler onun kalkışında bir acizlik gördüler ve “Ey Allah’ın Rasûlü, filan kişi ne kadar da güçsüz.” dediler. Efendimiz, “Kardeşinizin etini yediniz, onun gıybetini yaptınız.” buyurdu.[3]

Enes b. Mâlik’ten (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: “Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir, diye sordum.” Cebrail (a.s) “Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır.” cevabını verdi.[4]

İsmail Hakkı Bursevî’nin haber verdiğine göre Sadî ŞîrâzîGülistan kitabında şöyle der: “Çocukluk çağımda ibadete, gece ibadet için kalkmaya, zühde ve takvaya hevesliydim. Bir gece babamın hizmetinde oturmuş, bütün gece göz yummamış, Kur’an okumuştum. Ev halkı ise yanımızda uyuyordu. Babama şöyle dedim: “Ne olur şunlardan birisi kalkıp da iki rekât namaz kılsa, öyle bir gaflet uykusuna dalmışlar ki sanki uyumuyorlar, ölmüşler.” Babam şöyle dedi: “Yavrucuğum, insanları çekiştireceğine keşke sen de uyusaydın.”

İbn Sirin(r.a) de gıybet edince bir dinar tasadduk etmeyi kendine görev edinmişti.

Burada dikkat edilecek husus, gıybeti dinleyenin onu yapan gibi olduğudur. Dinleyenin gıybeti reddetmesi gerekir. Zira Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kim bir kardeşinin ırz ve şerefine yapılan saldırıyı def ederse Allah Teâlâ kıyamet günü onun yüzünden ateşi def eder.”[5] Meymûn’dan rivayet edildiğine göre rüyasında kendisine bir zenci cesedi getirilir ve “Ondan ye!” denir. “Niye?” diye sorunca, kendisine: “Çünkü sen filan kimsenin kölesinin gıybetini ettin.” denilir. “Ben onun hakkında hiçbir şey söylemedim.” deyince, “Lakin dinledin ve razı oldun.” cevabını alır. Meymûn bundan sonra -kimsenin gıybetini yapmadığı gibi- birisinin başkasının gıybetini yapmasına da müsaade etmezdi.

İbn Acîbe, tefsirinde “Allah dostları için biri hakkında kalpten geçen kötü düşünce ve nefsin vesvesesi bile gıybet sayılır ve insanlar dilleriyle gıybet yapınca uyarılıp kınandıkları gibi, veliler de kalpleriyle gıybet yapınca uyarılırlar.” demiştir.

Öte yandan gıybet edenin öncelikle Allah’a tevbe etmesi gerekir. Bu husus ittifakla kabul edilmiştir. Peki, gıybetini ettiği kimseden helallik almalı mıdır? Bu konuda üç ayrı görüş ifade edilmiştir. Bir gurup âlime göre gıybet, kişi ile Allah arasında bir günahtır. Dolayısıyla tevbe etmesi yeterlidir. Diğer bazı âlimlere göre ise gıybet eden tevbe ettikten sonra gıybetini ettiği kardeşine istiğfarda bulunup ona dua etmelidir. Kimi âlimlere göre de gıybet eden, tevbesinin yanında din kardeşinden helallik de almalıdır.


[1] Araştırmada; Mâturîdî, Râzî, Kurtubî, İbn Kesir, Suyûtî, Bursevî ve Elmalılı tefsirlerine müracaat ettik. Bilgiler için ayrı ayrı dipnot vermedik. Bu çalışma ilgili mezkûr tefsirlerdeki bilgilerin özeti mahiyetindedir.

[2] Dârekutnî, Sünen, 3/196.

[3] Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat, 1/145.

[4] Ebû Dâvûd, Edeb 35.

[5] Tirmizî, Birr ve Sıla 20.