İçeriğe geç
Anasayfa » HZ. ÖMER VE ADALETİ

HZ. ÖMER VE ADALETİ

Râşid halîfelerin ikincisi ve “Emîrü’l-Mü’minîn” ünvanının ilk sahibi olan Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb; Kureyş kabîlesinin Benî Adî kolundandır. Soyu, Ka’b. Lüey’de Efendimiz (s.a.v) ile birleşir. Fil Vakası’ndan 13 sene sonra yahud Ficâr Harpleri’nden 4 sene evvel doğduğuna dair iki farklı haber gelmektedir. Müslüman olmadan önce babasının develerini güttüğü, gayet iyi şekilde ata binip, silah kullandığı, güzel konuştuğu, şiire meraklı olduğu, ensâb bilgisine hâkim olduğu, okuma yazma bildiği ve ticaretle uğraşarak Suriye ve Mısır’a gittiği rivayet edilir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in,  Amr b. Hişâm ve Ömer b. el-Hattâb’dan biriyle İslâm’ın kuvvetlenmesini istediği duası neticesinde, risâletin 6. yılında Müslüman oldu. Hz. Ömer (r.a), İslâm’dan önce Müslümanlara karşı şiddetli olduğu kadar; müslüman olduktan sonra da İslam düşmanlarına karşı şedîd olmuştur. Abdullah b. Mes’ûd (r.a): “Ömer, müslüman oluncaya kadar Allah Teâlâ’ya açıkça ibadet eden olmamıştır.” demiştir. O, katıldığı seriyyeler haricinde Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in yanından ayrılmadı. Medine’ye hicret sonrası ve Mekke’nin fethinde Rasûlullah (s.a.v) adına kadınlardan biat aldı. Hz. Ömer, “Âlemlerin Efendisi”nin ahirete irtihâli sonrasında halîfe seçilen Hz. Ebûbekir (r.a) Medine dışında çıktığında ya da hastalandığında onun vekîli ve en büyük yardımcısı oldu. Kur’ân-ı Kerîm’in bir mushaf halinde tertibinde mühim bir yer işgal ederken Hz. Ebûbekir’in ticaretle uğraşmasının artık uygun olmayacağını belirterek beytülmâlden halîfeye maaş bağlatılmasını sağladı.

Hz. Ebûbekir, vefatı yaklaşınca kendisinden sonra gelecek halîfe hakkında ashâbıyla istişare ederek onlara Hz. Ömer’i sordu. Abdurrahman b. Avf (r.a), Hz. Ömer’in sert olduğunu bildirse de Hz. Osman, Hz. Ali gibi diğer büyük sahâbîler onun bu işe lâyık olduğunu söyleyerek müsbet fikirler serdettiler. Bunun üzerine Hz. Ebûbekir, kendi yerine Hz. Ömer’i vasiyet etti. Hz. Ömer, halîfe olduğunda şedîdü’l-mizâc karakterine rağmen Allah (c.c) korkusu ve mesûliyet duygusuyla hareket eder; beytülmâle, müslüman ya da zimmî[1] halka adalet duygusuyla yaklaşırdı. Halkın selâmetinden kendini o kadar sorumlu görürdü ki, Dicle’nin kenarında kaybolan bir koyunun hesabının bile ahirette kendinden sorulacağından korkardı.

Hz. Ömer (r.a), toplumu ilgilendiren bir konu olduğunda halkı Mescid-i Nebevî’ye çağırır, kılınan iki rekâtlık namazdan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı. Halkın soru sormasına ve kendisini eleştirmesine müsaade ederdi. Bir defasında mehirler için üst sınır koymak istediğinde, bir kadın itiraz etmiş ve “Onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi hiçbir şey geri almayın.”[2] ayetini okuyarak, Allah’ın verdiği hakkı Ömer’in nasıl yasaklayacağını sormuştu. Hz. Ömer, bunun üzerine kadını haklı bularak emrinden vazgeçmişti.

O, bir şeyi yasakladığı zaman evvela kendi hayatında tatbik eder, ardından aile ferdlerine bildirerek emirlere riayet edilmesini isterdi. Onlara: “Şunları şunları yasakladım. İnsanlar sizi, yırtıcı kuşun eti gözlediği gibi gözler. Allah’a yemin olsun ki, sizden birinizin bu yasakları işlediğini görürsem onun cezasını kat kat veririm.” derdi.

Hz. Ömer (r.a), beytülmâle ziyadesiyle ehemmiyet verir, çok defa beytülmâlin develerinin bakımını yaparken görülürdü. Bir gün Hz. Ali, develerin sayımı ve yazılması ile ilgilenen Hz. Ömer hakkında Hz Osman’a; Şuayb (a.s)’ın kızının, Hz. Musa hakkında söylediği “(Şuayb’ın) iki kızından biri: ‘Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdâm edeceğin en hayırlı kimse, bu güçlü ve güvenilir olandır.’ dedi.”[3] ayetini okumuş ve “İşte güçlü ve güvenilir adam budur.” demiştir.

Hz. Ömer (r.a), gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medîne-i Münevvere sokaklarında dolaşır, ihtiyaç sahibi birini gördüğünde bizzat kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı. Bir gece, Abdurrahman b. Avf’a giderek şehre bir kervan geldiğini ve eşyalarının kaybolacağından korktuğunu söyleyerek sabaha kadar beklemeyi teklif etmiş ve beraberce sabaha kadar kervana bekçilik yapmışlardı.

Kendisi halka iyi muamele ettiği gibi, görevlendirdiği komutan ve valilerinin de halka zulmetmesine mâni olmak için onları kontrol altında tutar; belli aralıklarla valileri değiştirirdi.

Irak’ın fethini müteakip Kûfe şehrini kuran Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a), çeşitli yapılarla beraber kendisi için de bir köşk inşa ettirmiş ve bu köşke Medâin’deki Kisrâ’nın sarayında getirttiği bir kapıyı da taktırmıştı. Hz. Ömer bu haberi alınca çok üzüldü ve Muhammed b. Mesleme’yi Kûfe’ye gönderdi. Mesleme’ye şu emri verdi:

“Kûfe’ye git! Sa’d’ın kapısına odun yığdır ve köşkü tamamen yak. Sonra da benim mektubumu ona ver. Başka bir şey söyleme.” Hz. Ömer, Sa’d b. Ebî Vakkâs’a şöyle sesleniyordu:

“Kisrâ’nın köşküne benzer bir köşk yaptırdığını haber aldım. Kisrâ’nın köşkünün kapsını da getirip kendi köşkünde kullanmışsın. Tâ ki kapına adamlar koyup halkı menedesin. Rasûlullah’ın yolunu bırakıp Kisrâların yolunu tuttun. Kisrâ’yı o köşkten mezara indirdiler, köşk ona vefâ etmedi. Ben, Muhammed b. Meslemeyi o köşkü yakması için gönderdim. Senden korkmayacak. Bu cihanda sana iki ev yeter. Birisinde sen otur. Diğerine de Müslümanların ortak mallarını olan koy (beytülmâl).”

Öte yandan, Müslümanlar Filistin ve Suriye’de Doğu Roma şehirlerini bir bir fethediyordu. Kudüs halkı uzun süren kuşatmadan bıkmış ve bizzat Halîfe’ye teslim olmayı teklif etmişti. Hz. Ömer, Şam’a doğru yola çıkmış ve komutanların kendisini Câbiye’de karşılamalarını emretmişti. Yezîd b. Ebî Süfyân, Ebû Ubeyde ve Hâlid b. Velîd, Halîfe’yi karşıladılar. Hz. Ömer, onları parlak elbiseler içinde, atlarına binmiş vaziyette görünce hemen yere atlayıp bir avuç toprak alarak onların üzerine serpti ve “Böyle parlak elbiselerle mi karşılayacaktınız beni? İki senede karınlarınız bu kadar doydu ha! Yemin ederim ki iki yüz sene de böyle yapsanız, benim nazarımda durumunuz değişmez!” diye bağırdı. Komutanlar, silahlı bulundukları sırada bu elbiselerin daha rahat hareket etmelerini sağladığını söyleyince; Hz. Ömer “Öyle olsun.” diye mukabele etti.

Hz. Ömer, Kudüs’ü teslim almak için çıktığı bu yolculukta sahip oldukları deveye, kölesi Muğîre ile nöbetleşe binmişlerdir. Elçilerle barış antlaşması yapıldıktan sonra Hz. Ömer, Kudüs’ü ziyaret emiştir. Kıyâme Kilisesi’nde iken namaz vakti girince, Hz. Ömer Patrik’den namaz kılabileceği bir yer göstermesini istemiş; Patrik de, arzu ettiği bir yerde kılabileceğini söylemiştir. Ancak Hz. Ömer, kilise’nin içinde kılmayıp, kapıya yakın bir yerde namazını edâ ettikten sonra Patrik’e neden böyle davrandığını açıklamıştır:

“Eğer ben içeride kılsaydım, diğer Müslümanlar da burada kılar ve burayı mescid yapmak isterlerdi.” Ayrıca antlaşmaya, burada namaz kılınmaması ve ezân okunmaması şartları da eklendi. Hz. Ömer, Patrik’ten mescid yapılması için yer istemiş, o da Allah Teâlâ’nın Hz. Yakûb’a hitab ettiği tepeyi göstermişti.

Hz. Ömer, Şam’a yaptığı bu seferde Şam’a (yahud Kudüs’e) gireceği sırada “Buradan sağ sâlim çıkacağımızı Allah (c.c) bilir. Bende kimin hakkı var ise gelsin alsın.” demiş ve İslam ordusunda da ilan ettirmişti. Mücahidler: “Sende kimsenin hakkı yoktur, kimse senden incinmemiştir.” diyerek ona dua ediyordu. Kölesi Muğîre ise: “Bir gün benim kulağımı çekerek acıtmıştın. Üzerinde hakkım hâlâ vardır” deyince Hz. Ömer: “Öyleyse sen de gel kulağımı çek ödeşelim.” diye mukabelede bulunmuştu. Halkın hüsn-i zannı ve “Efendinin te’dîb için kölesinin kulağını çekmesinde bir beis yoktur.” demelerine rağmen Hz. Ömer, ısrar etmişti. Muğîre, Hz. Ömer’in kulağını azıcık çektikten sonra, Hz Ömer, neden sert çekmediğini sorunca: “Senin hakkın bende kalarak ahirette kısas yapılmasından korktum demiştir.”

Hz. Ömer, beytülmâle azamî dikkat ettiğinden çok sade yaşardı. İranlı komutan olan Hürmüzân, Medine’ye geldiğinde, saraylarda yaşadığını düşündüğü halîfenin, hasırın üstünde başını kamçısına koyarak yattığını görünce şaşırmış ve onu tanımakta zorlanmıştır.

“Aşere-i Mübeşşere”den olan Hz. Ömer, aynı zamanda Rasûlullah’ın (s.a.v) vahiy kâtiplerindendi. Efendimiz (s.a.v)’in, Hz. Ömer’in kızı Hafsa vâlidemizi nikâhına almasıyla Rasûlullah (s.a.v) ile akrabalık kurduğu gibi; Hz. Fâtıma’nın kızı Ümmü Gülsüm ile evlenerek Rasûl-i Ekrem (s.a.v) ile bir defa daha akraba olmuştur.

Fıkıhtaki isabetli görüşleri sebebi ile Hz. Ebûbekir ile birlikte “Şeyhân” olarak anılan Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.v)’ın: “Allah (c.c)  gerçeği Ömer’in lisânı ve kalbi üzerine yarattı.” ve “Allah (c.c)’ın emirleri konusunda en kuvvetlisi Ömer’dir.” gibi övgü dolu sözlerine muhâtab olmuştur.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v)Efendimiz’in: “Allah’ım! Ömer’in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et.” diye dua ettiği Hz. Ömer için, Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemiz de şöyle buyurmuştur:

“Ömer anılınca, adalet anılmış olur. Adalet anlınca, Allah anılmış olur. Allah anılınca, da rahmet iner.”

Allah (c.c) onlardan razı olsun!

 

[1] İslâm ümmeti arasında yaşayan ve Tevbe Sûresi 29. ayetinin hükmüne binâen, müslüman olmadan İslâm’ın kanununa boyun eğerek cizye ve haraç veren gayr-i müslimler.

[2] Nisâ; 4/20.

[3] Kasas; 28/26.