İçeriğe geç
Anasayfa » Hz. Peygamber (s.a.v) Sevgisinin Sanata Yansıması HİLYE-İ ŞERÎFE LEVHALARI

Hz. Peygamber (s.a.v) Sevgisinin Sanata Yansıması HİLYE-İ ŞERÎFE LEVHALARI

 

Anam babam sana feda olsun Yâ Rasûlallah.”

Ashab, Efendiler Efendisine bir şey sormak istediklerinde söze böyle başlardı. Onlar, kendilerini ışıkla, nurla tanıştıran; vahşilikte birbirleri ile yarıştıkları demde, onlara ellerini uzatıp, birer medenî insan olmalarını sağlayan bu nurun kıymetini iyi biliyorlardı.

Peygamberlerini bağrına basan Müslümanlar, Onu bir gölge gibi takip etmiş, her söz ve hareketini kendileri için rehber edinmişlerdir. Mübarek ağızlarından çıkan her söz altın kıymetinde kabul edilip tespit edilmiştir. Sahâbe dediğimiz, Hz. Peygamber’i  (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) Müslüman olarak dünya gözüyle görüp, sohbet etme şerefine nâil olan arkadaşları yahut sadece Onun arkadaşlarını görüp sohbet eden tâbiîn ve sonradan gelenler mü’minler aynı iştiyak ve imanla peygamberlerine sahip çıkmış ve Onu baş tacı etmişlerdir. Ondan gelen her türlü bilgi büyük bir ihtimamla sonraki nesle aktarılmış; mümkün mertebe yazıya geçirilmeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber’in (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) sureti ve sîreti ile ilgili bilgiler de kayda geçirilmiştir. Bu bilgiler daha sonraki asırlarda Hilye-i Şerîf yazımına kaynaklık etmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) insanlık için iki yönlü bir rehber olmuştur. Birincisi, Cenâb-ı Hak’tan aldığı ilâhi mesajı insanlığa sunması; ikincisi ise kendilerinin örnek olma vasfıyla ortaya koyduğu söz tavır ve davranışlarıdır. Biz mü’min insanlar için, ömrümüzün her anında, Efendimiz’e  (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) uymaya çalıştığımız hususlar; yeme içme, oturma kalkma âdâbı vs. bu ikinci cümledendir. Bu yönüyle mü’minler için basit âdetler, sadece birer niyetle ibâdet hükmünü almaktadır. Biz Ona tâbî olduğumuz her davranışımızda, Onun şefaatini ümid ederiz. İslâm literatüründe, Efendimiz’in (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) insanî yönlerinin anlatıldığı “Şemâil” ilmi gelişmiş ve birçok kitap telif edilmiştir.

İlim adamları yanında sanatkârlar bu güzel insanı tasvir için bütün hünerlerini bir ibadet aşkı ve şevkiyle ortaya koymuşlardır. En güzel şiirler, naatlar Efendiler Efendisi için kaleme alınmaya çalışılmış, peygamber aşkını kaleme dökmek isteyenler en güzel yazılarını Onun için yazmışlardır. İslâm sanatlarının en önde geleni olan hat sanatı, Peygamber sevgisinin en çok işlendiği sanattır. Hz. Peygamber özlemi, sevgisi ve saygısı tablolara nakış nakış işlenmiştir. İslâm, putlaştırılabilecek şahısların tasvirinden kaçınmıştır. Bu sebeple yazı sanatı, olanca güzelliği ile Peygamber sevgisini ölümsüzleştiren formları ortaya koymuştur.

Hat sanatında geliştirilen önemli formların başında “Hilye-i Şerîf” gelmektedir. Hilye, kelime anlamı itibariyle “süs, zînet, güzellikler manzûmesi” anlamlarını ifade eder. Bu kelime, anlamları yanında ıstılahta, Hz. Peygamber’in  (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) yaratılış güzelliklerinin anlatılması anlamına gelmektedir. Bir başka ifade ile hilye, Efendimiz’in (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) yazı ile anlatılmasıdır. Peygamber hasretinin giderildiği bu anlatımlar, Osmanlı’da levha formuna sokularak ve en sanatlı şekillerde yazılıp zînetlenerek evleri, konakları, câmileri, sarayları, medreseleri; insanların bulunduğu her yeri süslemiştir. Hilye için, hilye-i şerîf tabirinden başka, hilye-i nebevî ve hilye-i saadet tabirleri de kullanılmıştır.

Hat sanatında hilye formu ilk defa Osmanlı’da XVII. asırda ortaya çıkmıştır. 1642-1698 yılları arasında yaşamış olan Osmanlı’nın ekol sahibi hattatı Hâfız Osman Efendi, hilye metnini levha şeklinde yazan ilk hattattır. Bugün de yaygın olarak kullanılan formdaki hilye levhası, h. 1090/1679 tarihinden itibaren görülmeye başlanmıştır. Sonraki asırlarda, klâsik form dışında da pek çok hilye levhaları yazılmıştır. Cepte taşınacak çapta küçük boydan, çok büyük boylara kadar her çeşit hilye levhası yazılmıştır. Meselâ, yakın zamana kadar Silivrikapı Bâlâ Camii’nde iken, bir yıl kadar önce Vakıflar Hat Sanatları Müzesi’ne kaldırılan, hattat Hasan Rıza Efendi’nin sülüs nesih hilyesi, iki metreye yakın boyuyla herkesi büyülemektedir.

Padişahlar, Müslüman bir beldeyi ziyaretlerinde, beldenin önemli camiine hilye hediye etmeyi şeref addetmişlerdir. Sultan V. Mehmed Reşad, Rumeli ziyaretine çıktığında uğradığı Edirne’de Selimiye Camii’ne, devrin önemli hattatı Hasan Rıza Efendi’ye (1849-1920) yazdırılan büyük boy bir hilye hediye etmiştir. Bugün de aynı kültürü yaşamak ve devam ettirmek isteyen insanların, evvelâ Hz. Peygamber’i iyi okumaları ve tanımaları elzemdir. Kezâ, kendilerine Onu hatırlatacak hilye levhasını evlerine, işyerlerine, ibâdet mekânlarına asmaları gerekir.

Hilye levhası, form olarak Başmakam, göbek, dört halife, âyet ve etek tabir edilen kısımlardan oluşmaktadır. Başmakam’a Besmele yazılmıştır. Göbek kısmına, genellikle Hz. Ali rivayeti hilye metni yazılmıştır. Dört halife kısmına, Efendimizin dört yakın arkadaşı, İslâm halifeleri Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin isimleri sırasıyla yer almıştır. Bu kısma bazen, dört halife yerine Peygamberimizin isimlerinden yahut aşere-i mübeşşere’nin (cennetle müjdelenen on isim) isimleri eklenmiştir. Âyet kısmına yine genellikle, Enbiyâ Sûresi 107. âyeti, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” yazılmıştır. Bu âyetten başka Kalem Sûresi 4. âyeti, “Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sahipsin.”, bazen de “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” mealindeki hadîs-i kudsîsinden biri yazılmıştır.  Hilye metnine Hz. Peygamber’in bütün isimlerinin, bazen de esmâ-i hüsnâ’nın eklendiği de olmuştur. Etek kısmına ise hilye metninin devamı yazılmıştır. Hilyeyi yazan hattatın ismi ve tarih de bu kısımda bulunmaktadır.

Bu ana formun dışında, çok değişik ve çeşitli formlarda hilye yazıldığı gibi, kitapçık şeklinde hilyeler de tertip edilmiştir. Bu risale şeklindeki hilyelere, Hz. Peygamber’in yakın arkadaşları dört halifenin hilyelerinin de eklendiği olmuştur.

Hilyenin ana metni Arapça olarak yazılmıştır. Çok nadiren hilye metninin sadece tercümesi kullanılmıştır. Osmanlının son dönem önemli hattatlarından Bakkal Ahmed Ârif Efendi’nin böyle bir hilyesi basılmıştır. Ârif Efendi vebâ duasını da hilye formunda yazmıştır.

Hz. Ali (ra) rivayeti olan hilyenin ana metninin manası şöyledir:

Ali bin Ebi Tâlib (Allah yüzünü ak etsin ve Allah ondan râzı olsun), Hazreti Peygamber’i (Allah’ın salât ve selâmı Onun üzerine olsun) vasfettiğinde şu ifadelerle anlatırdı: O, ne herkesin üstünden bakacak kadar çok uzun, ne de bakışların altında kalacak kadar kısaydı; çoğunluğun biraz üstünde, orta ve kararında bir boya sahipti. Saçları, ne kısa boğumlu ve kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı ve düzgündü. Yanakları, ne dolgun ve etli, ne de kemikleri açığa çıkacak kadar zayıf ve kuru idi; mübarek yüzleri, hafifçe değirmiydi. Rengi de, hafifçe kırmızıya çalan bir beyazlıktaydı. Gözleri siyah, kirpikleri de sık ve uzundu. İri yapılı bir bedeni, sağlam ve güçlü kemikleri ve genişçe omuzları vardı. Bedeninde bulunan ince ve kısa tüyler, göğsünün ortasından yoğunlaşarak karnına doğru iniyordu. El ve ayakları, kıvamında bir dolgunlukta ve kemal noktasındaydı. Yürürken, sanki yokuştan aşağıya doğru inermişçesine önüne doğru meyilli yürürdü. Yüzünü dönmek istediğinde, sadece başını çevirmez, bütün bedeniyle birlikte dönerdi. İki omuz küreği arasında, peygamberlerin sonuncusu olduğunu gösteren “nübüvvet mührü” vardı. O (Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun), insanların sînesi en geniş olanı, lehçe yönüyle en doğru ve düzgün konuşanı, yaratılış ve fıtrat itibariyle en yumuşak tabiatlısı ve insanlar arasında, iletişimi en mükemmel ve geçimi en kusursuz olanıydı. Onu uzaktan görenler bir nebze ürperti duyar ve heybetinden korku hissine kapılırlardı; ancak, Onu yakından tanıma şerefine erenler ise, Onu her şeyden daha çok sever ve yakınlık duyarlardı. Onu anlatanlar, “Ne Onun öncesinde, ne de Ondan sonra, Onun bir benzerini görmedim.” der ve hayranlıklarını ifade ederlerdi. Allah’ın salât ve selâmı O’nun üzerine olsun!”

Hilyeler, sülüs-nesih, muhakkak-nesih, sülüs-celî sülüs, celî sülüs-nesih, talik-celî talik, rik’a ve hatta kûfi hat ile yazılmış ve en güzel şekilde tezyin edilmeye çalışılmıştır. Her hattat, Kur’ân-ı Kerîmle birlikte bir hilye yazmayı kendisi için şeref saymıştır. Aynı şekilde müzehhipler de, O güzeller güzelini anlatan levha için bütün hünerlerini ortaya koyarak, en güzel bezemeleri yapmışlardır.

Geleneğimizde evlerde, konaklarda, camilerde ve işyerlerinde hilye bulundurmaya özen gösterilmiş ve bulunduğu yere bereket getirdiği ve kötülüklere karşı muhafaza sağladığına inanılmıştır. Onu okuyanların, Hz. Peygamber Efendimiz’in şefaatine nâil olacağına ve Onu rüyalarında göreceğine îman edilmiştir. Bu bir bakıma fiili bir dua kabul edilmiştir. Şüphesiz bu inanç işidir ve Hz. Peygamber sevgisinin bu tezahürünün, Yüce yaratan tarafından geri çevrilmeyeceği ümit edilir.

Hz. Peygamber’ine îmânı ve sevgisi iliklerine kadar işlemiş olan bu milletin, Peygamberini her dakika hatırlamak için îcat ettiği hilye levhası, bugün de her Müslümanın evinde, mâbedinde ve işyerinde bulunmalıdır.

* Yalova Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi.