İçeriğe geç
Anasayfa » İHMAL EDİLEN İSLÂMÎ BİR GÖREV “HAKKI TAVSİYE”

İHMAL EDİLEN İSLÂMÎ BİR GÖREV “HAKKI TAVSİYE”

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

Cihadın en faziletlisi: haksızlık yapan idareciye karşı hakkı söylemektir.”[1]

İslâm’ın ana ilkesi Hakkı hayata hakim kılmaktır.

İslam sevgi, şefkat, merhamet, hoşgörü, hürmet, adalet, hürriyet, barış, huzur, kardeşlik, ilim, irfan, güzel ahlak gibi manevî değerlerin yüceltildiği; kula kulluk yerine Allah’a kulluğun, karşılıklı sevgi ve saygının hakim olduğu nezih bir toplum modelini öngörmektedir.

Eşsiz bir medeniyet projesi sunan İslâm’ın bu üstün Rahmet Toplumu’nu kurmadaki ana gayesi; insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin etmek, yeryüzünde hayır ve iyilikleri tavsiye etmek, şer ve kötülüklere engel olmak, Hakkı hayata hakim kılmaktır.

İslâm Tarihinde sadece bu ulvî mesajın verilmesiyle yetinilmemiş, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için her konum ve durumda gerçeklerin yaşanması, ifade edilmesi ve yaşatılması emredilmiş, ortaçağın karanlıkları arasında kısa bir zamanda insanlığa her açıdan örnek olacak müstesna bir toplum oluşturulmuş ve eşsiz bir medeniyet kurulmuştur.

İslâm, sadece iyilikleri emretmek ve tavsiye etmek yanında kötülüklerin önlenmesini de emretmiştir. İslam Toplumunda içki, kumar, uyuşturucu madde kullanma gibi alışkanlıklar; fuhuş, zina, livata gibi cinsel suçlar; faiz, rüşvet, karaborsa gibi haksız kazançlar; haksız yere cana kıyma, eziyet, işkence gibi fiziksel baskılar; borcunu zamanında ödememe, ücretlinin hakkını tam vermeme, görevi bilerek ihmal etme gibi kusurlar; gurur, gösteriş, kıskançlık gibi ahlakî zaaflar… hukukî müeyyideler yanında mutlaka nefis terbiyesi, manevî eğitim ve samimî uyarılarla engellenmiş, ahlakî eksiklikler manevî metotlarla tedavi edilmiştir.

Kur’an ve Sünnette farklı ama kesin ifadelerle Hakkın Tavsiye edilmesi emredilmiş, iyiliği emretmek ve kötülüklere engel olmak “farz” kılınmıştır. Bu konuda Kur’an ve Sünnette en çok kullanılan ifadeler arasında iyiliği emretme ve kötülüklere engel olma (el-Emr bil-ma’ruf ve’n-nehy ani’l-münker), hakkı tavsiye etme, cihad, Allah’a davet, tebliğ, hatırlatma (tezkîr) ifadeleri yer almaktadır.

          Hakkı Tavsiye, en hayırlı ümmet olmanın önemli bir şartıdır. 

Ümmetler içerisinde “en hayırlı ümmet” olma vasfını taşıyan Muhammedî Ümmet”in bu üstünlüğe sahip olmasının temel sebepleri arasında iyiliği emretme ve kötülüklere engel olma özelliği bulunmaktadır.  En üstün toplum, en değerli cemaat, en hayırlı ümmet olabilmek ancak imanla birlikte iyilikleri emretme ve kötülükleri önlemekle mümkündür.

“Siz, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüklere engel olursunuz ve Allah’a iman edersiniz..”[2]

Burada kullanılan iyilik (ma’ruf) kavramı Kur’an ve Sünnetin meşru gördüğü her türlü hayırlı eylemi, faydalı söz, davranış ve düşünceleri ifade etmektedir. Aynı şekilde kötülük (münker) kavramı da Kur’an ve Sünnetin meşru saymadığı her türlü haram, çirkin, iğrenç söz ve davranış ve düşünceler ile kişinin kendisini, ailesini, inancını, namusunu, aklını, vatanını ve mülkiyetini haksız yere tehdit eden her türlü zararlı söz, davranış ve düşünceleri ifade etmektedir.

Hakkı Tavsiye, her mü’minin görevidir.

Hakkı tavsiye etme sadece din görevlilerinin, alimlerin ve irşad erbabının görevi değildir. Her mü’min kul, gücü yettiği kadar iyiliği emretme, kötülüklere engel olma ve hakkı tavsiye etme göreviyle yükümlüdür. İslamî davet ve tebliğ noktasında her müslüman bilgisi, yetkisi, imkânı ölçüsünde sorumludur. Bu görevin ihmal edilmesi sosyal dengenin bozulmasına, ahlakî değerlerin zayi olmasına, toplumun çürümesine ve manevî çöküntüye sebep olacaktır.

Her yönetici emri altında bulundurduğu kişilerden sorumlu olduğu gibi; her aile reisi de aile fertlerinden aynı şekilde sorumludur. Öğretmenler öğrencilerinden, amirler emirleri altında bulunanlardan, işverenler işçilerinden sorumludur.

Dolayısıyla müslümanın eşi, çocukları, kardeşleri ve yakınlarında gördüğü kötülükleri engellemesi, onlara iyiliği tavsiye etmesi en önemli manevî görevidir, kesinlikle ihmal edilemeyecek bir farzdır.

Hakkı Tavsiye için “Özel Tebliğ Grupları” oluşturulmalıdır.

         Her mü’min, iyiliği emretme ve kötülüklere engel olmakla yükümlü olsa da; iyiliği emredecek ve kötülüklere engel olacak olanlar ilk planda alimler, irşad elemanları, eğitimciler, yöneticiler ve diğer yetkililerdir.

İslam Toplumunda herkes bu görevi elinden geldiği kadar yerine getirmeli, herkes çıkan yangını söndürme konusunda elindeki imkânlar ne olursa olsun insanî görevini yerine getirmelidir. Ama mutlaka bu konuda uzmanlaşmış, gerekli bilgi, deneyim ve donanıma sahip itfaiye teşkilatı oluşturulmalıdır. Ferdî imkânlar büyük yangınları söndürmede yetersiz kalacak, yangının yayılması engellenemeyecektir.

İyiliği emretmek ve kötülüklere engel olma farzı, çok önemli bir farzdır. Bu farzı yerine getirmek üzere bu konuda mütehassıs bir ilim, irşad, davet ve tebliğ grubunun oluşturulması farz-ı kifayedir.

         “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülüklere engel olan bir grup bulunsun. İşte bunlar gerçek kurtuluşa erenlerdir”.[3]

İlim erbabının gerçekleri söylemesi, yaşaması ve uygulaması zalimlerin zulmüne engel olacaktır. Aksi takdirde alimlerin etkili ve yetkili mercilere şirin görünmek istemeleri ve onların arzularına uygun fetvalar vermeleri haksızlığın yaygınlaşmasına, zulmün devam etmesine sebep olacaktır.

Müdahene (yağcılık) etmeseydi zalimlere âlimler,

         Hiç zulmedebilir miydi mazlumlara zalimler?!..              

         Hakkı Tavsiye, iman ve nifak arasındaki en bariz farktır.

         İyiliği emretmek ve kötülüklere engel olmak mü’minlerle münafıkları ayıran en önemli özelliklerden biridir. Mü’minler iyiliği emreder, kötülüklere engel olurken; münafıklar da kalplerindeki hastalık, gönüllerindeki çürüklük ve ruhlarındaki karanlık sebebiyle bilerek kötülükleri emretmekte ve iyiliklere engel olmaktadırlar:

         “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyiliklere engel olurlar”.[4]

         Dolayısıyla Hakkı Tavsiye görevindeki tutumumuz, imanımızın kalitesini ve derecesini ölçme imkânı sağlayacaktır. İyilikleri emretmekle yükümlü olanlar, hakka sırt çevirerek kötülükleri emrettikleri takdirde “münafık” olarak damgalanacaklardır.

Hakkı tavsiye etmemiz; imanımızın selameti, neslimizin manevî emniyeti, dünya ve ahiret saadetimiz için sigorta niteliğindedir. Bunun ihmali şuursuzluk, ruhsuzluk, duygusuzluk ve sorumsuzluktur.

         Hakkı Tavsiye, dostluğun ve kardeşliğin gereğidir.

İyiliği emretmek ve kötülüklere engel olmak, mü’minlerin iman kardeşliğinin ve dostluğunun gereğidir. Mü’minler, mü’min kardeşlerine ve dostlarına olan sevgi, rahmet ve şefkatin gereği olarak birbirlerine iyiliği emreder ve kötülüğü engel olmalıdırlar.

         “Mü’minler birbirlerinin dostudurlar. İyiliği emreder, kötülüklere engel olurlar”.[5]

         Mü’minlerin birbirlerinin dostları olmalarının anlamı; mü’minlerin birbirlerini sevmeleri, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermeleri, birbirlerine kardeşçe davranmaları, dünya ve ahireti kazanma noktasında birbirlerine destek ve yardımcı olmaları demektir. İyiliği emretmek ve kötülüklere engel olmak, bu manevî desteğin ve insanî yardımın en bariz şekillerinden biridir.

Kardeşimizin maddî hastalığının tedavisinde yardımcı olmamız insanî görevimiz olduğu gibi; manevî hastalıklarının tedavisinde de yardımcı olmamız aynı şekilde insanî ve İslamî görevimizdir.         

Hakkı Tavsiye en faziletli cihaddır:

Hakkın tebliğ edilmesi, gerçeklerin anlatılması, irşad ve tebliğ yapılması  Nebevî Mesajlarda “cihad” olarak nitelendirilmiştir. Bu vecibe, özellikle zalim yöneticilere karşı yapıldığında cihadın en faziletli, en bereketli, en değerli ve sevabı en bol olan şekli olarak kabul edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Cihadın en faziletlisi: haksızlık yapan idareciye karşı hakkı söylemektir”.[6]

Haksızlık yapan zalim idareci, bu samimî tavsiyeden yararlanır da gerçeklere yönelirse, hem onun dünya ve ahireti kurtulacak, hem de mazlumların dünya ve ahireti kurtulacaktır. Bunun için zalim idareciye karşı hakkı söylemek en faziletli cihad olarak nitelendirilmiştir.

Ayrıca zalim yöneticiler; sevgi, şefkat ve merhametten mahrum oldukları için kendilerine hakkı tavsiye eden kişiyi görevinden, mesleğinden veya toplumdan tecrit edebilir, ya da hapis, sürgün, işkence ve ölüm cezalarıyla cezalandırabilirler. Allah rızası için bu riski göze alabilmek, haksızlık karşısında susmamak, gerçekleri en güzel ifadelerle hatırlatmak elbette fazilettir.

         Peygamberimiz (s.a.v), Uhud Savaşı için Medine’den yola çıkarken tam devesine bineceği sırada bir sahabî:

-Ya Rasûlallah!.. Cihadın hangisi daha faziletlidir? diye sordu: Efendimiz (s.a.v):

         -“Cihadın en faziletlisi: haksızlık yapan idareciye karşı hakkı söylemektir,”[7] diye cevap verdi.

Peygamberimiz (s.a.v)’in bizzat cihada giderken bu ifadeyi kullanması, “zalim idareciye karşı hakkı söyleme” eylemini Allah yolunda malla ve canla yapılan bedenî cihaddan daha faziletli, daha değerli kabul etmesi çok anlamlıdır. Bu hadisimiz İslam siyasetinin temel taşlarındandır. 

         Hakkı tavsiye elimiz, dilimiz ve kalbimizle yapılır.

İyiliği emretme ve kötülüklere engel olma konusunda üç ayrı merhale söz konusudur. Bu farzı yerine getirirken asıl emredilen husus, iyiliklerin yaşatılması ve kötülüklerin bilfiil engellenmesidir. Kötülüklerin bizzat engellenmesi hadis-i şerifte “elle değiştirme” şeklinde ifade edimiştir.

Sizden kim, bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin.”

         Kişinin harama eliyle engel oma imkânı yoksa ya da eliyle engellemesi başka kötülüklerin işlenmesine sebep olacaksa bu konuda ikinci adım atılır. Tebliğ yapan kişinin bir kötülüğe eliyle bizzat engel olması, onun öldürülmesine, işkenceye uğramasına veya daha büyük bir fitneye sebep olacaksa; kötülüğe eliyle engel olma yerine, diliyle engel olma yoluna başvurmalı, “nasihat” yolunu tercih etmelidir. Bunun için de hikmetli sözler, güzel ifadeler  seçilmeli, en isabetli üslûp kullanılmalıdır.

“Eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin.”

Çeşitli sebeplerle dille tebliğ yapma imkânı bulunmazsa o kötülüğe karşı memnuniyetsizlik ve hoşnutsuzluk gönülden ifade edilmelidir. Kötülükleri ve haramları kalple engellemenin anlamı o kötülüğü çirkin görmek, onun işlenmesine razı olmamak, kalben o kötülüğe buğzetmek demektir. Ancak haramların kalple engellenmesi başvurulabilecek en son tercihtir. Bu durum imanın en zayıf derecesidir.

         “Dille engellemeye gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin. Ancak bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.”[8]           

         Hakkı tavsiyeyi terketmenin bedeli ağırdır.

         İyiliği emretme ve kötülüklere engel olma farzını geçerli bir mazeret olmaksızın bilerek tamamen terketmek, şer ve çirkinliklere seyirci kalmak, haram ve münkerlere karşı tepkisiz kalmak, yaşanan kötülükler karşısında duyarsız kalmak ilahî cezaya ve duaların reddedilmesine sebep olacaktır:

         “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, ya iyiliği emreder, kötülüklere engel olursunuz. Ya da Allah, pek yakında kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. Sonra O’na dua edersiniz ama duanız kabul edilmez”.[9]

Hakkı tavsiye ederken temel prensiplere uyulmalıdır.

Değerli Hadis Alimi İbn Receb el-Hanbelî “el-Fark beynen-Nasihati vet-Ta’yîr” isimli risalesinde Nasihat ile Ayıplama (yapıcı tenkit ile yıkıcı tenkit) arasındaki farkları gayet güzel bir şekilde açıklamıştır.

Hakkı tavsiye ve uyarı söz konusu olduğunda mutlaka niyet, üslûp ve usul farkı gündeme gelmektedir. Bu konudaki en önemli prensipler şunlardır:

-İhlas: Uyarı, sadece Allah Rızası için olmalı; uyarıda nefsi tatmin etme, kin, intikam, kıskançlık, gösteriş ve gurur eseri bulunmamalıdır.

İlim:Uyarıyı yapacak kişinin ilmî alt yapısı sağlam olmalıdır. İslamî ilimlerde ve tebliğ konusunda yeteri kadar bilgiye sahip olmayanların yapacakları hatalı tebliğ ve gereksiz uyarılar fayda yerine zarar getirebilir.

         -Amel: Uyarı için bilgi de yeterli değildir. Din kardeşine uyarıda bulunan kişi, öncelikle aynı hatayı kendisi işlememeli, başkalarına nasihat ederken kendi nefsini ve kendi hatalarını unutmamalı; kesinlikle yapmadığı,  yapmayacağı ve yapamayacağı şeyleri söylememelidir.

         -Üslûp: Uyarı, tatlı bir dille yapılmalı, yapıcı bir üslup seçilmeli, sert, kaba ve kırıcı ifadeler kullanılmamalıdır.

Usûl: Uyarı, kişiye özel olarak yapılmalı, başkalarının yanında küçük düşürücü ve ayıplayıcı bir şekilde yapılmamalıdır.

Bu konuda İslam tarihi boyunca bu prensipleri en güzel şekilde uygulayan Sahabe-i Kiram başta olmak üzere, âlimler, irşad erbabı ve gönül adamlarının metotları örnek alınmalıdır.

Hakkı Tavsiye, ince bir sanattır.

Çocuklara, hanımlara, yaşlılara, hastalara, gençlere tebliğ yapılırken her grubun psikolojik özellikleri dikkate alınmalıdır. İlim erbabına, ana-babaya ve büyüklere yanlışları hatırlatılırken tatlı bir üslup kullanılmalı, samimî bir ifade ile, tatlı bir ses tonuyla gönüllerini incitmeden, üzmeden ve kırmadan uyarı yapılmalıdır.

Tebliğ ve irşad yapılmadan, nasihat ve tavsiye etmeden önce İslâm’ın tebliğ ve davetteki metodu, nasihat ve irşaddaki ana amacı, ulvî mesajı iyi bilinmelidir. Bu konuda sadece iyi niyetli olmak ve doğruyu söylemek yeterli değildir. Doğrunun doğru bir şekilde söylenmesi gerekir.

Tebliğ erbabı nezaket, nezahet, letafet, şefkat, merhamet ve müsamaha ehli olmalıdır. Bu konuda Allah Rasûlünün muazzez hayatı örnek alınmalı, Sünnet-i Seniyyesi adım adım izlenmelidir.

Kötülüklere engel olurken Allah Rızasını kazanabilmek, istenen neticeyi alabilmek ve fitneye sebep olmamak için özellikle zalim idarecilere, gururlu amirlere, Hakkı takdir edemeyecek durumda olan cahillere, seviyesiz kişilere, bid’atçi ve hurafecilere hitap edilirken dikkatli, yumuşak ve seviyelerine uygun  bir üslup kullanılmalıdır.

Kitabımızda beyan edildiği gibi Hz. Musa ve Hz. Harun (a.s.)’un Fir’avuna karşı yumuşak söz söylemeleri emredilmiştir. Muhatabımız Firavun bile olsa üslubumuz yumuşak olacaktır. Bu da İslam Siyaseti ilminin iyi bilinmesiyle mümkündür.

Bugün acaba ne kadar Hakkı Tavsiye edebiliyoruz?

Günümüzde gençliğin imanı yanarken, ahlakı dejenere olurken, manevî değerler tahrip edilirken seyirci kalmak, şikayetle yetinmek, kendi kendimize  ya da kendi sorumluluğumuzu unutup sadece yetkilileri sorumlu kabul edip işin içinden sıyrılmak büyük bir hatadır.

İslâm ülkeleri haçlı ordularının yakın tehdidi altında çaresiz, mazlum ve aciz bir konumda iken, imanımızın sesini en gür sada ile haykırmamak, gerçekleri görmezden gelerek zulüm ve haksızlığa tepkisiz kalmak büyük bir günahtır. Zillet içine düşme ve haksızlığa boyun eğme hangi gerekçe ile olursa olsun kabul edilemeyecek bir durumdur.

İman, ibadet, ahlak, maneviyat noktasında taviz vermemiz istendiğinde, dinimize, imanımıza, namusumuza, ezanımıza, örtümüze, kısaca Tevhid inancımıza saldırı olduğunda sessiz ve tepkisiz kalmak, hakkı tavsiye görevini ihmal etmek ilahî himayenin kaldırılmasına, duaların reddedilmesine sebep olacaktır.

Günümüzün yazılı, sözlü ve görüntülü duyuru imkânlarını, mektup, telefon, telgraf, faks, e-mail, gösteri, toplantı, panel, seminer, konferans, makale, sergi, radyo ve TV kanalıyla yapılabilecek tebliğ imkânlarını ne kadar kullanıyoruz? Maddî çıkarlarımız zedelendiğinde çırpınan ve çığırtkanlık yapan bizler manevî geleceğimiz tahdit edildiğinde ne kadar gayretliyiz?  Nefsî muhasebeye davet ediyorum.

Gelin.. Bugün bir kardeşimize Hakkı hatırlatalım… İdarecilerle karşılaştığımızda, görüştüğümüzde hayırlı işlerini takdir edelim. Yanlışlarını hatırlatalım. Hatır-gönül için gerçekleri gizlemeyelim.

“Benim makbul bir duam olsa onu idareciler için yapardım”, diyen İslam Alimi gibi gelin her kademedeki idarecilerimiz için dua edelim.

Ya Rabbi!.. Yöneticilerimizin hayırlı işler yapmalarını nasib eyle… Onları şerre sürükleyenlere fırsat verme.. Günahlarımız sebebiyle senden korkmayan ve bize merhamet etmeyenleri bizim başımıza yönetici eyleme.[10]

[1] Tirmizî: Fiten 13, Ebu Davud: Melahım 17; İbn Mace: Fiten 20; bkz. Nesaî: Bey’at 37; Hadis sahihtir.

[2] Âl-i İmran, 3/110.

[3] Âl-i İmran, 3/104.

[4] Tevbe, 9/67.

[5] Tevbe, 9/71.

[6] Tirmizî: Fiten 13, Ebu Davud: Melahım 17; İbn Mace: Fiten 20

[7] Nesaî: Bey’at 37

[8] Müslim: İman 78

[9] Tirmizî: Fiten 9

[10] Bu makalenin ilk sürümü için bkz. Yeni Dünya

Dergisi, sayı 114, Nisan 2003, İstanbul.