İçeriğe geç
Anasayfa » II. VİYANA MUHASARASI VE ALAMANDAĞI MAĞÛBİYETİ

II. VİYANA MUHASARASI VE ALAMANDAĞI MAĞÛBİYETİ

                 Tarih, devamlı inişler ve çıkışlar halinde serüvenine devam eder. Sürekli yükseliş olmadığı gibi sürekli bir düşüş de yoktur. “Tarih tekerrürden ibarettir” aynı zamanda. Yanlışların yinelenmemesi için hatalardan ders almak, bu hataları tekrar etmemek gerekmektedir. Zaten tarih ilminin amacı da bu değil midir? Yoksa kuru kuruya bir esatir hikâyeleri dinletmek değildir.

Tarihimizin dönüm noktalarından biri de II. Viyana mağlubiyeti ve arkasından gelen 16 yıllık bozgundur. Bu mağlubiyet, aynı zamanda Bedir Harbi ile başlayan İslam ilerleyişinin durması ve fütuhatın yerini artık haçlı güruhuna karşı müdafaaya bırakmasıdır.

Viyana Muhasarası Öncesi Osmanlı-Avusturya İlişkileri

Osmanlı kuvvetleri ilk defa 1463–79 Venedik savaşında Avusturya topraklarına girmişlerdi. Asıl mücadele ise 1493 senesinde Avusturya’nın Hırvatlara yardım etmek istemesi üzerine Osmanlı topraklarına girmesiyle başladı. Mohaç savaşından sonra ise bu iki devlet, Macaristan’ın hâkimiyeti için mücadele içerisine girdi.

Osmanlılar karşısında meydan savaşlarında başarılı olamayan Avusturya sınırda adeta kalelerden bir set oluşturarak Osmanlı ordularını durdurmaya çalışmıştır. Osmanlılar, yolunun üzerindeki kaleleri almak için uğraşarak asıl hedef olan Viyana’ya gitmeyi başaramamıştır.

1670’lerde Avusturya hâkimiyetinde olan Protestan Macarlar ayaklanarak Osmanlılardan yardım istediler. Fazıl Ahmed Paşa’nın Vasvar sulhunu bozmamak için onlarla ilgilenmemesine rağmen halefi Kara Musta­fa Paşa bu tavrı değiştirdi. Sadrazam, Tökeli İmre’ye Orta Macar topraklarından bir kısmını verdi ve onu Orta Macar Kralı olarak tanıdı. Avusturya’dan Tökeli ile alakalı şikâyetler gelmişse de sadrazam “memleketlerini almak isteyen kimselere karışmayız” diyerek bu şikayetleri kaale almamıştır. Sadrazam, Avusturya ile Orta Macar krallığı arasındaki ihtilafa müdahale etti. Bunun üzerine 1682’de Avusturya İmparatoru Leopold, Kont Alber dö Kaprara’yı elçi olarak Osmanlı Padi­şahının nezdine gönderdi.

  1. Mehmed sulhun terkine izin vermemesi üzerine; Mustafa Paşa, hileye başvurdu. Serhad beylerine ve valilere yazarak oralardan, Avusturyalıların taarruzlarına da­ir, sahte feryatnameler getirterek padişaha arz etti. Bununla beraber sulhu bozmamakta ısrar eden padişahı ikna edebilmek için, kürsülerde vaizlere ve padişahın hocası Vâni Efendiye vaazlar yaptırdı ve böylece muharebeden çe­kinen IV. Mehmed’i kandırıp, hazırlığa başladı.

Veziriazamın maksadı savaşmak olduğundan Avusturya elçisine karşı işi yokuşa sürerek eski antlaşmayı yenilemek için Yanıkkale’nin Osmanlı’ya terkini, sefer hazırlıklarının masrafının tazminini istedi. Avusturya elçisi;

“Benim im­paratorum, bana vakti dolmak üzere olan bir antlaşmanın yenilenmesi için talimat verdi. Yoksa mal ve memleket ver demedi. Siz ise sefer kapısını açtınız. Haksız yere bu kadar kan dökmek reva mıdır, Ben şimdi İmparatoruma ne söyleyeyim?” dedikten sonra;

“İslam şeri­atı üzere boğazına bez bağlayıp aman diyene kılıç olur mu? Üzerine sefer caiz midir?” diye Şeyhülislamdan fetva isteyip bu suretle sefer caiz olmadığına dair fetva almışsa da, Kara Mustafa Paşa aldırış etmedi ve elçiyi göz hapsine aldırdı”

Bu sırada Avusturya’nın hali de savaşmaya müsait değildi. 30 yıl savaşlarından yeni çıkan devlet, Avrupa’da kendine müttefik arıyordu. Papa’nın teşvikiyle Avusturya’ya gönüllüler akın ediyordu. Ayrıca fiilen harp halinde bulunan Fransa, Avusturya’ya batı cephesinden emin olmasını ve yardım göndereceğini bildirirken, Lehistan da Avusturya ile ittifak kurmuştu. (31 Mart) Buna göre; Lehistan, savaşın sonuna kadar Avusturya ile be­raber hareket edecek, vereceği kırk bine yakın askerin ko­mutası Leh kralında olacaktı. Os­manlı Devleti mağlup edilirse Bucaş muahedesinde Osmanlının eline geçmiş bulunan yerlerle Eflak ve Boğdan da Lehistan’a verilecekti. Osmanlı ordusu yaklaştığı sırada İmparator, Viyana’yı terkedip Linz’e çekildi. Şehrin savunması da Von Starhanberg’e bırakıldı.

Viyana’ya Sefer Açılıyor

21 Ocak 1683’de padişah tuğ­ları çekilerek seferle vazifeli olanların, Hıdırellezde yani 6 Mayısta Belgrad’da toplanmaları hakkında her tarafa ferman gönderildi.

Bu arada padişahın da,  Belgrad’da kalması, sadrazamın da Serdar-ı Ekrem sıfatıyla ileriye gitmesi karar verildi. 3 Mayıs 1683’de Belgrad’a varıldı.

Sadrazamın komutasındaki or­du, o güne kadar tanzim edilen, asker mevcudu olarak en kalabalığıydı. 60,000 kapıkulu yayaları, 15,000 ka­pıkulu süvarileri, 40,000 tımarlı ile birlikte Kırım Hanı 50,000 ve Orta Macaristan Kralı 20,000 kişilik kuvvetle hazırdı. Bunlara ilaveten, 3000 Mısır askeri, 500 Şam askeri, Erdel, Boğdan ve Eflak voyvodalarının 30,000 askeri ile ordu 200,000’e baliğ idi. Seferde 50,000 de araba bulunduğunu ifade edilir.

Padişah, orduyu Yanıkkale ve Komaran üzerine göndermesine rağmen Reisülküttab’ın teşvikiyle Sadrazamın amacı Viyana’ya doğru kaymıştı.

Sadrazam; Kırım Hanı ve serhaddin tecrübeli komutanlarının bulundu­ğu mecliste:

“Gerçi maksadımız Yanıkkale ile Komaran Kalesidir. Allah’ın inayetiyle alınması kabildir. Lakin kale almış oluruz, memleket değil. Muradım inşallah Beç’e (Viyana) gitmektir, Ne dersiniz?” diye sözü açtı.

Murad Giray, verilen kararın doğru olmadığını ve bu sene Yanık ve Komaran Kaleleri alınarak etrafa akınlar yapılmasını, kışın serhadde geçirildikten sonra Viyana üzerine gidilmesini teklif edince, sadrazamın kinini üzerine çekti. Sadrazam, Viyana alınmadığı takdirde bütün Avusturya alınsa bile bir fayda elde edilemeyeceğini, ancak Viyana alınırsa tüm Avusturya ve Macaristan’ın itaat edeceği fikrindeydi.

Serdar, tecrübeli Bu­din valisi İbrahim Paşa ile görüştüğünde;  “Paşa Baba, Beç’e gideceğiz ne dersin?” diye sormuş, o da; Macar Beylerinin toprakları alınıp Yanıkkale ve Komaran’ın zaptından sonra Beç üzerine gidilmesini tavsiye eder ve böyle birdenbire Viyana’nın zaptı fikrine şaştığını belirtir. Bu gibi fikirlerden sonra sadrazam, Viyana’ya gidişine kim mani olmak isterse öldüreceğini ilan etti.

Sadrazam, Yanıkkale’yi geçip Viyana üzerine gidince durumu bir telhisle padişaha bildirdi. Bu emri vaki üzerine Sultan IV. Mehmed;

“Bizim kastımız Yanıkkale ve Komaran kaleleri idi. Beç kalesi dilde yoktu. Paşa ne acib bir saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş şimdi Allah işini asan getire; lâkin önceden bildereydi, rıza vermezdim” diyerek bu oldu-bittiyi istemeyerek kabul etmişti.

14 Temmuz’da Viyana önüne gelen Osmanlı ordusu düşmanın teslim teklifini reddetmesiyle birlikte muharebeye başladı. Viyana daha ilk günde düşme tehlikesi geçirdi. Osmanlıların metris olarak kullanmaması için Avusturyalılar tarafından şehrin varoşları ateşe verilmişti. Bu sırada bir kıvılcım İskoçyalılar kapısının yanındaki binayı tutuşturdu. Yayılan alevler 1800 ton barutun bulunduğu cephaneliğe kırk adım kala söndürülebildi.

Viyana’daki muharip kuvvet, Osmanlıların dörtte biri olmasına rağmen top bakımından daha kuvvetliydi. Osmanlı Ordu­sunda üç okkadan dokuz okkaya kadar gülle atan 19 Kolonborna, bir mik­tar humbara havanı ve 120 kadar Darbezen bulun­maktaydı. Düşmanın ise 30 kadar dörder okka gülle atan, 130 adet balyemez ve bir miktarda kolonborna topları vardı.

Erdel kralı Apafi Mihal, sadrazamın huzuruna geldiğinde Mustafa Paşa ona vaziyeti sormuş, o da;

“Sofraya pilav konsa, evvela ortasından mı yemeğe başlanır yoksa kenarından mı? “Kenarından.” cevabı gelince, “Askerinize, mühimmat ve cephanenize diyecek söz yok. Cümle Hıristiyan devletleri bir araya gelse bu cemiyete malik olamaz. Fakat Beç Kalesi sarpça bir kaledir. Gelindiği gibi eğlendirilmeyip yürüyüş veya vire ile alınması mümkün olaydı iyi iş olurdu. Ancak fetih güçleşir, bu kadar hayvan ve insana dağlar dayanmaz. Keşke önce Yanıkkale’yi alıp, buralara oradan kışı hep düşmanı vursaydınız belki imparatoru âmâna getirirdiniz. Madem Yanıkkale’yi alamadınız o zaman Uyvar üzerinden Budin’e gidiniz ve kışı orada geçiriniz” deyince Sadrazam da; “Sen, Nemçe’den korkarsın! Yanıkkale altında zev­kine bak”  diyerek, Apafi Mihal’i Yanıkkale’ye yolladı.

Öte yandan Viyana önünde muhasara sürdüren Osmanlı askeri geçen iki ayın sonunda durumdan sıkılmış, sadrazamın şehri ve kaleyi hücumdan ziyade teslim olma yolu ile fethetme arzusunu aynı zamanda, yağmaya müsaade etmemek tarzında ele aldıklarından haylice de kız­gındılar. Bir taraftan da erzak ve hayvanların yemi meselesi önemli bir hâle gelmeye de başladı.

Osmanlı kuvvetleri 26 Ağustos da, yaptığı kuv­vetli bir saldırıda haylice tabyaları çökertti ve haylide düş­man askerini öldürmüşlerdi. Bu arada da Viyana şehrinde erzak ve salgın sıkıntısı baş gösterdi. Bu hal Viyana’nın mukave­metinin tükenmekte olduğunu gösteriyordu. Acil yardım gelmediği takdirde şehrin sükûtu an meselesiydi.

Bu sırada ( 4 Eylül) 35,000 Lehistan askeriyle 85,000 kişilik Alman askeri (Avusturya, Saksonya Bavyera ve Frankonya) ceman 120,000 kişilik mevcuduyla muhasara dış hattında bulu­şup, Osmanlı muhasara kuvvetlerini kuşatarak, ani bir hü­cumla imha muharebesi yapacakları haber alındı.

Haçlı Yardımı ve Alamandağı ( Kahlenberg) Muharebesi

Jan Sobiesky komutasındaki haçlı ordusu, kuzeyden gelerek Kahlenberg/Kalenburg Da­ğındaki (Alamandağı) mukavemeti kırarak işgale muvaffak oldular. Sadrazam düşman kuvvetlerine karşı 6000 askerle Kara Mehmed Paşa’yı gönderirken; Uzun İbrahim Paşa’ya da yanında bulunan 23,000 askeriyle yolu tutması emrini vermişti. Ayrıca Kırım Hanı ordunun Tuna’yı geçmesine mani olacak, mani olamadığı takdirde arkasını çevirecekti. Ancak Kırım Hanı Murat Giray Sadrazama olan garezinden dolayı görevini yapmadı ve İslam askerini ateşe attı. Silahdar Tarihinde olay şöyle anlatılır:

“Han Hazretleri, ibtida-i muhasaradan beri Tatar askeriyle Beç’ten (Viyana) 6 saat yukarı nehr-i Tuna üzre taş İskender köprüsü muhafazasına memurdu. Nemçe ve Leh askerin köprü başına geçirtmemeye kadir iken, mani olmayıp, cümlesi fevt fevt geçip, asakir-i İslam üzerine yürüdüler. O gün kendisi köprüye nazır mürtefi (yüksek) mahalde kamçı elinde tâzyânesiyle kabzasını avucuna sıkmış ve elini böğrüne komuş, at üzre durup küffarın geçişini seyrederdi. İmamı yanına varıp:

“Han’ım, şu bölük bölük geçen küffarı kırdırsanız gerisi munkat’ olmaz idi?” de­mesi üzerine Han:

“Behey efendi sen bu Osmanlı’nın bize et­tiği cevri bilmezsin; ancak bizi bir hale kodular ki, yanlarında Eflak ve Boğdan keferesi kadar rağbetimiz kalmadı. Bu düş­manın cemiyet ve hareketin kaç defadır yazıp bildirdim. Düşman çok, mukavemet mümkün değil, askeri metristen çıkaralım, iktiza ederse saf cengi edelim ve illa selamet yere gidelim dedim. İnadından dönmeyip söz geçiremedim. Hezar güne yazdığı itâbâmiz cevaplar ile gönderdiği mektublarında kokmuş beygir eti yediğimize varıncaya kadar yazmış. İnşallahüteala bu düşmanın def’i yanımda laşey idi, (iş değildi) ve bilirim ki dinimize de düşmez, bir ihanettir. Lakin gayret beni komadı, anlarda görsün kendilerin kaç akçalik adem imiş, Ta­tar kadrin bilsinler.” deyip atın depti ve Tatar askerin alıp küffar önüne düşüp oyalanarak bugün (11 Eylül) asra karib (ikindiye yakın) Beç altında Ordûy-ı Hümâyûn’a gelip doğru serdar-ı Azamın çadırına inip vaki halin söyledi”

12 Eylül’de Osmanlı-Haçlı kuvvetleri karşılaştı. Kara Mustafa Paşa büyük bir hata yaparak kuşatmaya devam etmek için ordunun tamamını metristen çıkarıp sahraya çağırmadı. Merzifonlu kapıkulları ile merkezde yer aldı. Sağ cenahı Budin Beylerbeyi Uzun İbrahim Paşa kumanda ederken; sol cenahta Kırım Hanı ve Sarı Hüseyin Paşa bulunuyordu.

İb­rahim Paşa, gerek askerin isteksizliği gerekse şahsi düşmanlığı sebebiyle ordusuyla çekilip sağ kolu bozdu. Sol kolda bulunan Sarı Hüseyin Paşa uzun süre muvaffakiyet gösterirken, Kırım Hanından yardım görmemesi üzerine o da geriledi. Bu sırada şehirdeki Avusturyalılar da hücum ederek orduyu iki ateş içinde bırakıyorlardı. İki cenahı da açılmış olan merkez de büyük bir panik başladı.

Leh Kralı saldırıda bizzat bulunmaktaydı ve hücumu Sancağ-ı Şerif’in de bulunduğu merkeze yönlendirdi. Sadrazam burada metanetini koruyup altı saat boyunca kılıç salladı ve vuruşa vuruşa ordugâha çekildi. Metriste bulunan 30,000 askeri de savaşa sürdüyse de gidişat değişmedi. Kara Mustafa Paşa, böyle bir günü görmektense ölmek evladır diyerek şehadet şerbetini içmek üzere atılmaya hazırlandığı sırada Sipahiler Ağası Osman Ağa;

“Efendimiz! Kerem et, iş işten geçti. Senin vücudun askerin ruhudur! Feda olmakla asker felakete uğrar” diyerek Sancağ-ı Şerifi alıp çekilmeye ikna etti.

Düşman ordusu iki kola ayrıldı ve bir kolu Viyana’ya girerken, diğer kol da, Os­manlı ordugâhını işgal etmeye koyuldu. Haçlı ordusu, orduyla gidemeyen 10,000 civarında mukabeleden aciz güçsüz, ya­ralı ve hasta askeri öldürdü. Osmanlı ordusu Viyana önünde 600 torba altın, çeşitli mücevher, musanna silahları muhtevi hazine ile birlikte 300 top, 15,000 çadır, 10,000 manda, 5,000 deve 10,000 koyun ve çok miktarda silah bıraktı.

Merzifonlu; Yanıkkale’ye geldiğinde Uzun İbrahim Paşa’nın orda olduğunu öğrendi­ğinde,

“Bre dinsiz koca melun! Seni bu kadar zamandan beri padişahı­mızın vezirleri arasında hayli himmeti var diye itibara layık görürdük! Bu sefer cümlesinden evvel kaçmak suretiyle as­kerin bozulmasına sebeb oldun, bir de burada ordu öncüsü gibi gelmiş oturursun!” dedikten sonra katlini emretti. İbrahim Paşa öldürüleceği sırada, “Bu adam beni haksız yere öldürü­yor. Zayiatı, uğradığımız kayıpları telâfi edebilecek olan yine bu âdemdir. Padişahımıza söyleyin aman buna kıymasın!” diyerek bu durumdan yine Mustafa Paşa sayesinde çıkılabileceğini söylemiştir. Sonraki 16 yılda durumu kurtaracak bir şahsın çıkmaması Paşa’yı haklı çıkarmıştır.

Böylece 1100 yıllık İslam fütuhatı da sona ermiş, İslam askerinin gittiği son nokta Viyana olmuş oluyordu. Bundan sonra Osmanlı Türkleri İslam sancağını müdafaa vaziyetinde yükseltmek, küfre karşı imanı korumakla şereflenmekle vazifelenmiş oluyordu.

Sadrazamın Katli

Padişah, sadrazamı teksi için hilat ve kılıç göndermişti. Serdar, Yanıkkale’de üç gün kaldıktan sonra Budin’e geldi. Buna karşılık veziriazamın, gördüğü aksaklıkla­rı düzeltmeye; savaşta kusurları bulunanları da cezalandırmaya başlar. Düşmanın arkadan geleceğini tahmin ettiğinden de bütün kale ve palangaların ihtiyaçlarını tespit edip takviyeye koyuldu.

Kırım Hanı Murad Giray azledilip yerine Hacı Giray tayin edildi. Bu sırada düşmanın ilerlemesi karşısında Ciğerdelen ve Estergon düştü. Mustafa Paşa serhadde bu gibi tedbirlerle düşmana karşı çıkmaya hazırlanırken İstanbul’da fesat kazanları kaynayarak Paşa’nın katli için ferman çıkartıldı.

Katl fermanını taşıyan Kapıcılar kethüdası Gazez Ahmed Ağa Belgrad’a Paşa’nın yanına ulaştığında Kara Mustafa Paşa, imamı Mahmud Efendi ile henüz öğle namazına kalkmıştı. At seslerini duyup gelenleri gördüğünde İmama seslenir:

“Namazı boz İmam Efendi, iş gayri yüzden oldu.” der. Kapıcılar kethüdası ve çavuşbaşı yanlarında yeniçeri ağası ile birlikte gelince Sadrazam:

“Ne haber Ağa?” diye sorunca Ahmed Ağa, Sancak-ı Şerif, Mühr-i Hümayun ve diğer emanetlerin istendiğini bildirir. Sadrazam “Bize ölüm var mıdır?” dediğinde Gazez; “olmak gerek! Allah imandan ayırmasın” cevabını ve­rir.

Bunun üzerine, “Rıza Allah’ın” diyerek seccadesini serer ve infial olmaksızın öğle namazını kılar. İç oğlanlarına “Artık siz varın gidin, beni de duadan unutman” deyip gönderdi.

Kürkünü ve sarığını çıkardı. “Gelsinler ve şu halıyı kaldırsınlar, cesedim toprağa âlude olsun” dedikten sonra; sa­kalını kaldırıp da işin olmasına rıza verdi. Sonra infazı gerçekleşti.

Mağlubiyete Tesir Eden Amiller

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kanuni’nin dahi alamadığı Viyana’yı almak hedefini kafasına koyduktan sonra danışma ve tedbirde gerektiği gibi davranmamış, bundan başka Kırım Hanı’nın ihaneti ve askerin Şer’i Şerif’e mugayir hareketleri gibi hususlar bu feci mağlubiyeti getirmiştir. Bunları kısaca inceleyelim.

1- Zafere ulaşmak için sabır, sebat ve emre itaat gerekmektedir. Ancak Kara Mustafa Paşa, Padişahın emri hilafına Yanıkkale’yi es geçerek Viyana üzerine yürümüş, bir oldu-bittiyle durumu padişaha arz etmiştir.

2- Mustafa Paşa harp meclisinin görüşlerine itibar etmeyerek meşveret ilkesini çiğnemiştir. Özellikle bölgeyi iyi bilen Kırım Hanı Murat Giray, Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa ve Erdel Kralı Asapi’nin fikirlerine önem vermemiştir.

3- Vezir-i Azam her şeye rağmen Viyana gibi kuvvetli ve muhkem bir şehri kuşatırken gerekli tedbirleri almamıştır. Bunlar:

  1. a) Şehrin zorla alınma ihtimali varken yağma ve tahrip olmaması için kuşatmayı ağırdan almıştır. Bu sürenin uzaması sonucunda iki aydır doğru dürüst arpa yüzü görmeyen atlar zayıflamış ve savaşta iş göremez hale gelmişlerdi.
  2. b) Viyana gibi muhkem bir şehrin kuşatmasında topların sayıca ve ebatça zayıf kalması. Paşa, Viyana’yı küçümsediğinden büyük topları getirmemiştir.
  3. c) Viyana’ya şehrin kuvvetli tarafından hücum ettirmiş ve bunda da ısrarcı olmuştur.
  4. d) Jean Sobiesky kumandasındaki haçlı ordusu geldiğinde askerin tamamını metrislerden çıkarmayıp düşmana az bir kuvvetle karşı koymuş ve sonuçta da mağlup olmuştur.
  5. e) Ordu ile gelen çok sayıda esnafın içerisinde kayıtlı olamadığı halde ganimet için karışanları sıkı tedbirlerle uzaklaştıramamıştır. Bunlar savaş günü ordu içinde eşyalarını alıp kaçarak orduda bozgun havası estirmiştir.

 

4- Kırım Hanı Murat Giray’ın şahsi kini üzerine sorumlu olduğu köprüyü tutmayıp haçlı ordusunun Osmanlı Ordusunu arkadan sarmasına müsaade etmesi.

5- Allah’ın Osmanlılara bahşettiği güç ve zenginlikten dolayı askerin şükretmesi gerekirken muhasara sırasında içki ve işrete düşmesi ve gurura kapılmasıdır. Ayrıca askerin elde ettiği bol miktardaki ganimet, savaşma arzusuna da gem vurmuştur.

Görüldüğü gibi Avrupa’nın gördüğü en büyük ordunun bu büyük gücüne rağmen tedbirde eksiklik, ganimet arzusu ve şahsi kin gibi sebeplerle mağlubiyetle geri dönmesi incelenmesi ve ibret alınması gereken bir durumdur.