İçeriğe geç
Anasayfa » İKİ SONSUZLUK ARASINDAKİ HAZİNE

İKİ SONSUZLUK ARASINDAKİ HAZİNE

İnsan Cenab-ı Hakk’ın yaratmasına muhatap olmuştur. Yine O’nun 9 yüce iradesi ve hikmeti insanın varlığını farklı merhalelerde tahakkuk ettirmesi şeklinde tezahür etmiştir. Varlık sahnesine çıkıp Yaratıcısının Rubûbiyetini tasdik etmesi ile başlayan hayat serüveni dünya denen yerde evvela ana karnında başlamış sonra da cismi ruhuyla birleşen insan yeryüzüne baş değdirmiştir. İnsan kendisine bahşedilen imkânlar ile kulluk vazifesini ifa etmek üzere yaşayıp bu vazifesini kendisinden geldiği toprağa bürünerek nihayete erdirecektir. Ardından berzah âlemi dediğimiz yerde Hayy sıfatının tecellisine dünyadakinden başka bir surette mazhar olan insan artık Bâkî sıfatının tecellisine mazhar olacağı günü bekler olur.

İnsan hiç şüphe yok ki Bâkî olan Allah’ın izniyle bekâyı tadacaktır. Ama nimetlerle ama azapla… Ama insanın bekâyı bekleyişi aslında dünya hayatında aklı başına verildikten sonra başlar. İnsanda nefis diye bir şey var eden Cenab-ı Hak bu nefse fücûru da takvayı da ilham eylemiştir.[1] Nefsin fücûra veya takvaya olan meyli aslında tükenmek bilmeyen bir yönelişten ibarettir. Gerek Cenab-ı Hakk’ın yasak ettiği şeylere gerekse de dünya ve ona ait olan her şeye son derece meyyal olan nefis büyüğüyle küçüğüyle fücûru ister de ister. Eğer ki “Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir. Bâkî olan ise yalnızca celâl ve ikram sahibi Rabbindir.”[2] ilahî fermanı olmasa herhalde bekâyı hep isteyerek tadardı. Ancak kendi içinde bir sonu veya durağı olmayan bir isteme işi olması bakımından bu yönelişin de sonu yoktur. Yani öyle bir nokta var ki artık insan fücûru istemez olur diyeceğimiz bir yer yoktur. İstemenin sonsuzluğu işte buradadır. “Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikincisini de ister. Onun ağzını yalnızca toprak doldurur.”[3] buyruğunun sahibi Rasûlullah x Efendimiz bu gerçeği bize talim buyurmaktadır. Yani öyle bir ağız düşünelim ki ruh bedeni terk edip bir leşe dönüşmeden dolmayacak kadar geniştir. Aldıkça genişlemektedir. Alabildiğince genişlemeye istidatlıdır.

Hâlbuki insan sadece fücura meyledecek şekilde yaratılmamıştır. Takvayı yani Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına meyletmeyi isteyecek şekilde de yaratılmıştır. Eğer insan, aklını kullanıp varlığının bir başı bir de sonu olduğunu bilirse iştiyak duyduğu o sonsuzluğun kendisinde veya kendisinden farklı olmayan şu koskoca ama bir o kadar da fânî olan kâinatta aranamayacağını da bilir. Fânîye bakıp fânî olduğunu bildiği halde ondan bekâ beklemeyi aklı/gönlü kabul etmez. İşte bu noktada gerçek sonsuzluğun/bekânın yegâne sahibine ve Onu 9 en iyi tanıyan en şerefli mahlûkuna yönelmesi gerektiği sonucuna ulaşmalıdır insanın aciz aklı. Bu yönelişiyle kendisini var eden, varlığından haberdar eden o Yüce Allah’ın dilediğini irade etmeye, yapmaya hatta en yerli yerinde yapmaya kadir olduğunu idrak eder. Bu idrakin başında kendisine verilen kuvveti icra eden akıl bir noktadan sonra duraksayarak, haddini görerek işi sahibine teslim eder. Bu kâinattaki her yaratılışın Ondan 9 neşet ettiğini, rızkı dilediğine dilediği kadar verdiğini, her işinde nihayetsiz hikmetler olduğunu bilince artık nefsin sonsuz arzularından kurtulup iradesini yegâne Bâkî’ye teslim edince gerçek sonsuzluğa yelken açar. Teslimiyeti nispetince o sonsuz yolda yol almanın zevkini tadar.

İşte kulu bu sonsuzluk denizin(d)e götüren kayığın adıdır kanaat. Elindeki dünyalığın Ondan 9 geldiğini bilip rıza göstermek, vermediğine göz koymayıp gönül vermemektir. Öyle bir hazinedir ki bu gönül kıvamı, insanı sahte sonsuzluktan gerçek sonsuzluğa götürür. Yegâne Bâkî’nin lütfuyla bu gönül kıvamının işlemediği, onu sonsuzluk yolculuğundan alıkoyabilecek hiçbir dünyalık yoktur. Ayrıca kanaat insana kendisine ve fenâ âlemine doğru bakmayı gösterdiği için bitip tükeneceği bir sınırı yoktur. Çünkü mâsivânın sonu da sınırı da vardır ama Yüce Hakk’ın ne ilminin ne kudretinin ne iradesinin ne de hikmetinin sonu da sınırı da yoktur. Gücünü buradan alan kanaatin nasıl sonu olsun…!

Sahte sonsuzluk ile gerçek sonsuzluğun arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen kanaat hazinesinin hissedarı olan bahtiyar kullardan olmak duasıyla…

Vesselâm.


[1] Şems, 91/7-8.

[2] Rahman, 55/26-27.

[3] Buhari, 6439, Müslim, 1048.