İçeriğe geç
Anasayfa » İlâhî Bir Ölçü ADALET

İlâhî Bir Ölçü ADALET

Mukaddes Kitabımız Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın birçok âyet-i kerimesinde Allah Teâlâ, hangi cins ve milletten olursa olsun insanlara, hayvanlara ve bütün mahlûkâta karşı, her işte, her hal ve harekette adalet üzere bulunmamızı, adaletle hareket etmemizi emrediyor:

“Ey iman edenler! Allah için (O’nun emir ve yasaklarına riâyetle) hukukunu ayakta tutan (insan)lar, adaletle (şehadet eden) şahitler olsun. Bir kavme (karşı beslediğiniz) kin, sakın sizi (onların haklarında) adaletsizliğe sevk edip de suç işletmesin. (İntikam hissine mağlup olmayın, her halde) adaletle hükmedin ki o, takvaya en yakın olan (vasıta)dır. Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah ne yaparsanız (ondan) hakkıyla haberdardır.”[1]

Başta Peygamber Efendimiz (s.a.v) olduğu halde ashâb-ı kirâm (r.anhüm) adaletten kesinlikle ayrılmamışlardır.

Hz. Ebûbekir (r.a) Efendimiz halife oldukları zaman minbere çıkarak ilk hutbelerinde Allah’a hamd ve Rasûlüne salât ü selamdan sonra Müslümanlara hitaben şöyle buyurmuştur:

“Ey İnsanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde üzerinize halife tayin olundum. Eğer güzel muamele edersem bana yardım ediniz. Doğruluk emanettir, yalan hıyanettir. Sizin içinizdeki zayıf, benim yanımda kuvvetlidir. Çünkü Allah dilerse hakkını alıveririm. Kuvvetliniz de benim yanımda zayıftır, zira Allah dilerse ondan hakkını alırım. Ben Allah Zülcelâl’e ve Rasûlüne itaatte bulundukça bana itaat ediniz. Allah ve Rasûlüne isyan edersem sizin de bana itaatiniz gerekmez.”

Hz. Sıddîk (r.a), bu vecîz hutbesiyle, devlet işlerinde bir hatâ vuku bulursa ihtar olunmasını emir buyurup Müslümanlara karşı -kendisine emanet edilen devlet işlerinden dolayı- mesûliyetini ifade etmekle beraber, tevazu göstererek başkalarından farklı olmadığını söylüyor ve İslâmiyet’in adalet üzere kurulduğunu bildiriyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hac vazifesini yerine getirip Medine’ye dönerken kendilerini uğurlamak için toplanan halka hitaben îrâd buyurduğu vedâ haccı hutbesi, medeniyetin özeti denmeye lâyıktır. Efendimiz (s.a.v), Cenab-ı Hakk’a hamd ü senâ ettikten sonra şöyle buyurmuşlardır:

“Ey İnsanlar! Sözlerimi (iyi) dinleyin. Burada, bir daha aranızda bulunabileceğimi kim bilir. Birbirinize karşı daima merhametli ve âdil olunuz. Her birinizin hayatı, hepimiz için muhafaza altında ve diğerinin malı emniyet içinde olsun. Her kim bir emanet aldıysa onu sahibine sadakatle ve fedakârlıkla iâde etsin. Rabbiniz, amellerinizin hesabını size soracaktır.

Kadınlarınıza güzel muamele ediniz. Kadınlar size yardımcı ve muhtaçtırlar. Allah’ın size bahşettiği bir ikram ve teslim ettiği kıymetli bir emanet gibi siz onları alıp kabul etiniz ve Allah’ın emriyle onları tasarrufunuza aldınız.

Ey Ahali! Söylediklerimi dikkatle dinleyiniz! Aklınızda tutunuz, zihninize nakşediniz! Ben size her şeyi izah ettim. Ahkâmına tam manasıyla bağlı kalmanız halinde sizi sapıklıktan daima koruyacak bir şerîat bırakıyorum. Bu şerîat açık ve bellidir.

İyi biliniz ve hiçbir zaman unutmayınız! Müslümanlar kardeş, hukukta müsâvîdirler, bir aile teşkil etmektedirler. Hiçbir şekilde zulmetmeyiniz. Sakınmazsanız zulüm sizin ebedî helâkinize sebep olacaktır.

Ey Ahali! Dinlediğiniz sözleri kısa bir zaman sonra unutmayınız.”

Ne mukaddes emir, ne kutsî nasihat, ne hakîmâne irşattır. Bir milletin ayakta kalması, Allah ve Rasûlünün tarif ettiği adaletten ayrılmamasına; helak olması, yıkılması ise ilâhî kanun dışına çıkarak adaletten sapmasına, zulmü işlemesine bağlıdır. Bunun içindir ki kâfir de olsa âdil (adaletle iş gören) bir devlet pâyidâr; bilakis Müslüman da olsa zalim bir devlet mahvolur. Zira: “el-Adlü esâsü’l-mülk (Adalet mülkün temeli, esasıdır).” kavli değişmez bir düsturdur.

Hatta adaletin zıddı olan zulüm de dahi adalet gerekir. Mesela, bir hırsız çetesi aralarında kabul olunan şartlara göre çalınan malı taksimde adalete riâyet etmezlerse işleri düzenli olmaz. Uyuşmazlıktan kabahatleri meydana çıkar. Çeteleri de perişan olur gider.

Demek ki hırsızlık gibi büyük bir zulüm bile adaletsiz olmuyor. Kaldı ki zulmü yok etmek Müslümanların vazifesidir, dinlerince üzerlerine farz kılınmıştır, boyunlarına borçtur.

Nitekim İslâm’da Allah yolunda cihadın farz olması “i’lâ-yı kelimetullah”a (Allah kelimesini yüceltmeye) mâni olan zulmü kaldırmak, adaleti temelleştirmek içindir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v)  hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Adalet edenler, Allah katında nurdan minberler (yüksek menziller) üzerinde olacaklardır. O nurdan yükseklikler haddi zatında huzuru yüksek olan Azîz ve Celîl Rahmân’ın yüksekliğindendir. Bu adaletçiler öyle kimselerdir ki onlar kendi ehilleri ve velâyetlerinde bulunanlar hakkında verdikleri hükümlerinde daima adaletle davranırlar.”

 

[1] Mâide, 5/8.