İçeriğe geç
Anasayfa » İLÂHÎ MUHABBET VE TESLİMİYET

İLÂHÎ MUHABBET VE TESLİMİYET

Muhabbet, iman ve ibadetin temelini oluşturan esaslardan birisidir. Bunun için mü’minler inandıkları şeylere severek iman etmelidirler. Kişinin Allah katında ve insanlar nazarında mü’min olması ancak inandığı hususlara severek iman etmesi ile mümkündür.

Kişinin inandığı meseleleri kabul etmesi, inandığı esasları büyük bir samimiyetle sevmesine bağlı olduğu için muhabbet/sevgi, iman ve ibadetin sıhhat şartlarından kabul edilmiştir. İman ancak Allah ve Rasûlünü her şeyden çok sevmekle kalplere yerleşir.

Cenab-ı Hakkı sevmenin en birinci alameti Hz. Peygamber –aleyhi’s-salât ü ve’s-selam- Efendimiz’i sevmek, tam bir teslimiyetle O’na uymak ve böylece imanı kalplerde kökleştirmektir.

Rabbimiz bizi Habib-i Ekrem Efendi-miz’e uymak sayesinde sevecek ve bağışlayacaktır. Nitekim Kitab-ı Mübin’inde şöyle buyurmuştur:

“(Habibim) de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”[1]

Hadis-i Şerifte de şöyle buyrulmuştur:

“Hiçbir kimse, ben, kendisine babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçek mü’min olamaz.”[2]

İnsanlığın kurtuluş rehberi, yegâne huzur ve saadet sebebi olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e öncelikli olarak şu beş hususta uymak gerekir ki onlar:  Sıdk, Emanet, Fetânet, İsmet ve Tebliğ’dir

***

Cenab-ı Hakk biz kullarını yaratmış, sayısız nimetleriyle donatıp Zatını bilip tanımamızı, muhabbet ve teslimiyetle ibadet ve kullukta bulunmamızı emretmiştir. Çünkü en büyük izzet ve şeref Allah’a kul olabilmektir. Herkes Hakk’ın kulu değil mahlûkudur. Kul olan, Cenab-ı Hakk’ın bütün emirlerini tereddütsüz yerine getirir, yasaklarından da itirazsız kaçınır, her takdirine rıza ve teslimiyet gösterir.

Hakk’ın divanına muhabbet ve teslimiyetle durmayan, gafletle vakit geçiren, ibadet ve taate önem vermeyen kimseler nasıl kul olabilirler ki? Çünkü dinin esası: şüphesiz inanç, muhabbet/sevgi ve teslimiyettir. Bunların şahitleri ise, taat ve ibadetler,  güzel hal ve hasletlerdir.

Nitekim Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“İman çıplaktır, onun örtüsü takva, süsü hayâ ve meyvesi ilimdir.”[3]

Merhum Ömer Nasuhi BİLMEN hocamızın ise bu gerçeğe ışık tutan tanımların en güzeli olarak yaptığı, İman ve İslâm’ın ortak tarifi şöyledir:

Peygamber –sallallahu teala aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bütün tebliğâtını zâhiren ve bâtınen kabul ederek ve güzel görerek Hakk Teâlâ hazretlerine itaat, teslimiyet ve boyun eğmekten ibarettir.[4]

İman ve ibadetin temelini oluşturan esaslardan birisi de inkiyâd/boyun eğmedir. Yani İlahi emir ve yasaklara karşı teslimiyeti tamamlayıp aczimizi idrak ederek boyun bükmektir. İmanın bir manası da inkıyâd ve iz’an-ı tamdır/tam bir anlayış ve teslimiyettir. Yani inanç esaslarını kayıtsız ve şartsız olarak bütünüyle kabul ederek, güzel görerek gönlümüze yerleştirmek ve teslimiyet göstermektir.[5]

İslam, Allah’a ve O’nun Resûlü Efendimiz Âleyhisselâm’a teslimiyeti emreder.

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri o Peygambere çok salât ederler. (Onun şerefini gözetmeye, şanını yüceltmeye özen gösterirler). Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”[6]  

Bu ayet-i celilede geçen “tam bir teslimiyetle selam verin” sözü, bir ma’nâya göre “hiç incitmeyerek teslim olun, inkiyad edin/boyun eğin” demektir.[7]

Kâinatın Efendisi, yaratılmışların en şereflisi ve Allah’ın biricik sevgilisi Peygamber Efendimiz hakkında Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

“O Peygamber (s.a.v) Mü’minlere kendi öz canlarından daha sevgili, kıymetli ve üstündür.”[8]

Rabbimiz’in bizden istediği; Peygam-berimiz’in ve Allah katından getirip haber verdiklerinin her türlü tercihimizden, hatta nefsimizden daha öncelikli olmasıdır.

Peygamberimiz’e iman etmek, Allah katından getirdiği her şey kabulümdür demek ve O’nu sevmek dinin temel esaslarından olduğu gibi imanın zevkine ermek için de yegâne sebeptir. Çünkü can ve cihan sultanı Hz. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“Kendisinde şu üç özellik bulunan kimse imanın lezzetini tadar:

  • Allah ve Rasûlü’nü herkesten çok sevmek,
  • Sevdiği kimseyi sadece Allah için sevmek,
  • Allahın lütfuyla küfürden kurtulduktan sonra tekrar küfüre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin görmek.”[9]

İman ve teslimiyetteki zâ’fımıza şu Âyet-i Celile açık ve kesin bir şekilde işaret etmektedir:

“Öyle değil! Rabbine andolsun ki; onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme yürekleri hiçbir sıkıntı/darlık, ağırlık, burukluk, hoşnutsuzluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[10]

Âyet-i celile’deki “tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” sözü, “teslimiyet-i kâmile ile zahiren ve batınen sana boyun eğmedikçe” olarak tefsir edilmiştir.[11]

Bu âyet-i celile’den anlaşıldığına göre, aramızdaki ihtilafları Rasûllüllah –sallallahu teala aleyhi ve sellem-’in çizdiği iman ve İslam dairesi içerisinde ve O (s.a.v)’na müracaatla halledeceğiz ve bu hususta öyle bir teslimiyet göstereceğiz ki; gönlümüzde zerre kadar “acaba başka türlü halledebilir miyiz?” gibi sapık düşünce bile yer almayacak. Ancak bu takdirde iman etmiş sayılacağız, aksi bir düşünce ve davranışın -Allah saklasın- bizi iman dairesinin/hududlarının dışına çıkaracağını da unutmayacağız.[12]

Şu halde hevâ ve heveslerimizi terk ederek, Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in Allah katından getirip haber verdiği ve bize öğrettiği ilâhi emir ve yasaklara, içimizde hiçbir sıkıntı duymaksızın samimiyet, muhabbet ve teslimiyetle tâbi olmadıkça iman etmiş olamayacağımız gayet açıktır.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de iman edenlerin, gönüllerine hiçbir ağırlık gelmeden Rasûl-i Ekrem Efendimizin verdiğini ve getirdiğini alıp, yasakladıklarından kaçınmak suretiyle hakiki mü’minler olacakları şöyle açıklanmıştır:

“Peygamber size ne verdiyse onu hemen alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının.”[13] Hadis-i şerifte ise bu gerçek şöyle beyan edilmiştir:

“Sizden birinizin arzusu, benim getirdiğime –Kur’an’a- uygun olmadıkça gerçek mü’min olamaz.”[14]

***

İslam, müracaat kaynağı olarak, Kur’an ve Sünnet’in dışındaki arayışları kabul etmez.

Bu iki kaynağın bağlayıcı hüküm ve fermanları karşısında hiçbir mü’min için muhayyerlik (dilersem şöyle veya istersem böyle yaparım diyebilme) hakkı yoktur.

Nitekim Cenâb-ı Hakk, Kitâb-ı Mübîn’in-de şöyle buyurmaktadır:

“Allah ve Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin olan bir erkek, gerek mümin olan bir kadın için (ona aykırı olacak) işlerinde kendilerine muhayyerlik ( seçme hakkı) yoktur.”[15]

“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasûlüne davet olundukları zaman, mü’minlerin sözü sadece:  “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte, asıl kurtuluşa erenler bunlardır.”[16]

Mü’min; Allah’a, O’nun Rasûlü Efendimiz Âleyhisselam’a, muhabbet ve teslimiyetini özellikle de hac ibadetini yerine getirirken şu lafızlarla ifade eder:

“Lebbeyk Allahumme Lebbeyk”  (Duyduk ya Rabbi, geldik ya Rabbi, emrin baş üstüne!)

Hac farizasını yerine getirmekle mükellef olan her Mü’min, Cenâb-ı Hakk’ı bu mübarek sözlerle usanmaksızın zikreder, manalarını tefekkür eder, zikrin ve tefekkürün gönlüne yerleştirdiği düşünce ile hacc-ı mebrûr’u elde edenlerden olur.

Nitekim İki cihan güneşi –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in can dostları Ashab-ı Kiram, gönüllerinde yer etmiş muhabbet, teslimiyet ve bağlılıklarını daima şu sözleriyle ifade etmişlerdir:

“Lebbeyk ve sa’deyk ya Rasûlallah: Emrin baş üstüne ya Resûlallah saâdetler içinde olunuz.”

Bizi kurtaracak ve hayat bahşedecek olan, ilâhi davete kulak vermek ve “lebbeyk” diyebilmektir.

“Ey iman edenler! Sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’ın ve Rasulü’nün davetine uyun.”[17]

Başta O’nun can dostları Ashab-ı Kiram olmak üzere bütün Mü’minler O’nu candan sevmişler.  Bu sevgi ve bağlılıklarını teslimiyetleriyle göstermiş, Efendimiz Âleyhisselam’ın semtine doğru hoşça esen rüzgârlar ile selâm gönderip, saygı gösterip hasret gidermişlerdi:

“Ey bâdı sabâ uğrarsa yolun semt-i Haremeyn’e

Ta’zîmimi arzeyle Resûlü’s -Sekaleyn’e!…”

Âşık bir Şâir

“Rûhum sana, varlık sana hayrandır Efendim!

Bir ben değil, âlem sana hayrandır Efendim !”

Ali Ulvî Kurucu

“Ebediyyen sevecek cân O’nu, cânân olarak,

Şart-ı peymân olarak, hüccet-i îman olarak.”

Kemal Edip Kürkçüoğlu

Peygamber Efendimiz kâmil müminlerin vasıflarını şöyle açıklamışlardır:

“Bir kulda beş haslet bulunmadıkça imanı kemale ermiş olmaz:

Allah’a tevekkül

Allah’a tefviz-i umûr

Allah’ın emrine teslimiyet

Allah’ın kazasına rıza

Allah’ın imtihanına sabır.”

İslam dini, Hakk’a rıza ve teslimiyet duygusunu gönüllere yerleştirmeyi hedefler. Çünkü bu duygu, İman ve İbadetin kabule elverişli olmasının en birinci şartlarındandır.

Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söyler:

Sen Hakk’a tevekkül kıl,

Teslim ol da rahat bul,

Her işine razı ol,

Mevlâ görelim neyler,

Neylerse güzel eyler!..

Nitekim hakiki izzet, şeref ve hürriyet kaynağı olan kulluk: Cenab-ı Hakk’ın her takdirine rıza ve teslimiyet ve dönüşü olmayan bir yöneliş olarak tarif edilmiştir. Bu yöneliş imanla başlar, marifet ve muhabbet (Allah ve Peygamber sevgisi) arttıkça artar ve kulu, Rabbi’ne teslim olup rızasını kazananlara kavuşturur.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Size azap gelip çatmadan önce, pişmanlıkla Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun (Müslüman olun.)”[18]

“Allah’a davet eden sözden, salih amelden ve ben Müslümanlardanım diyenlerden daha iyisi yoktur.”[19]

Yegâne huzur ve saadet kaynağı ibadetlerimiz, Yüce Rabbimizin biz kullarına bahşetmiş olduğu nimetlerdir.

Bu nimetlerden biri olan Hac ibâdeti, kulun Rabbine tevekkül ve teslimiyetinin kıyamete kadar devam edecek olan en güzel bir nişanıdır.

Cenâb-ı Hakk Sözlerin en güzelinde şöyle buyurmaktadır:

“Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, Beyt’i ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”[20]

Rabbimizin beytini, biricik Habîbi Efendimiz’in mescidini ziyeretteki en önemli özelliğimiz teslimiyet ve edebimizdir. Nitekim Urfalı şair Nâbi Efendimizin ziyaretçilerine özlem dolu şu dizesiyle seslenmektedir:

“ Sakın terk-i edebden Kûy-i Mahbûb-î Hudâ’dır bu

Nazargâh-ı İlâhîdir Makam-î Mustafâ’dır bu!”

“Ey Müslüman! Burası, Allah’ın sevgili kulunun beldesidir. Burası, Muhammed Mustafa’nın makamıdır. Cenab-ı Hakk daima buraya nazar etmektedir. Aman edepli ol.”

Hatalarımızı, bilerek ve bilmeyerek yaptıklarımızı, işlerimizdeki aşırı davranışlarımızı, Rabb’imizin bizden çok iyi bildiği kusurlarımızı itiraf ederek ve bağışlanacağına inanarak O’nun Beytini samimiyet, muhabbet ve teslimiyetle ziyaret ederiz.

Habibi –aleyhissalâtü vesselâm- Efendi-miz’e ve Ashab-ı Güzinine salât ü selâm, tahiyyat ü ikram ve her türlü ihtiram, özlem ve tefekkürle selâm veririz.

Böylece kulluk bilincini, Ümmet olmanın hazzını ve coşkusunu yaşayarak, manevi haslet ve hediyelerle tertemiz olarak geri dönebilme ve hicri yılı temiz alınla idrak edebilme bahtiyarlığına ereriz.

İki cihan serveri Peygamber Âleyhis-selam Efendimiz buyururlar ki:

“Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden Allah rızası için hacceden kimse, dünyaya geldiği gün gibi tertemiz döner.”[21]

Mübarek beldelerden memleketimize getireceğimiz en güzel hediyelerden biri de Ashab-ı Güzîn’in kardeşlerini düşünmesi, kendileri ihtiyaç içerisinde olsa bile onları nefislerine tercih etmesidir.

Kulluğun, şu on haslet üzerine bina edildiğini bil:

  • Her şeyde Allah’a dayanmak.
  • Her hâlde Allah’tan razı olmak.
  • Her durumda O’na dönmek.
  • Her konuda Allah’a muhtaç olmak.
  • Her hususta Allah’a yönelmek.
  • Her sıkıntıda Allah’a güvenip sabretmek.
  • Her şeyden uzaklaşıp Allah’a yönelmek.
  • Her hususta Allah için dosdoğru olmak.
  • Her şeyi Allah’a ısmarlamak.
  • Her konuda O’na teslim olmak.[22]

“Sana teslim oldum ey Rabbim! Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim ve Sana yöneldim. İnanmayanlara karşı, Sena dayanarak mücadele ettim ve neticede ancak Seni hakem olarak kabul ettim.”[23]

Ey Rabbimiz! Kitâbını ve Rasûlünün Sünnet hayatını yaşantılarıyla yansıtan Sahabe-i Kiram’dan hoşnud ol.  Bizleri de Habibinin can dostlarını örnek alarak, gönlü Rasûlünün sevgisi ile dopdolu olan, bu sevgiyle yaşayan, muhabbet ve teslimiyetiyle Rabb’ine kavuşanlardan eyle. Âmin!…

[1]  Al-i İmran, 3/31.

[2]  Buhâri

[3]  (Râmuz el-Ehâdîs)

[4]  bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Dini Bilgiler, İlm-i Kelam/Akâid.

[5]  bkz. Ahmet Yaşar, Akaid Sohbetleri; Muhabbet ve Teslimiyet, s: 386-389.

[6]  Ahzâb, 33/56.

[7]  bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili c:6.

[8]  Ahzab:33/6.

[9]  Buhârî: İman 9., Müslim: İman 67., Tirmizi: İman 10.

[10]  Nisâ, 4/65.

[11]  bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili c:2.

[12]  bkz. Prof. Dr. Osman ÖZTÜRK, Sözlerin En Güzeli, Rağbet Yayınları.

[13]  Haşr, 59/7.

[14]  Nevevî, Erbaîn, 41. Hadis.

[15]  Ahzâb, 33/36.

[16]  Nur, 24/51.

[17]  Enfal, 8/24.

[18]  Zümer, 39/54.

[19]   Fussilet, 41/33.

[20]   Âl-i İmran, 3/97.

[21]   Buhârî: Hac, 4.

[22]  Ahmed er-Rifai (k.s), Onların Alemi, Erkam Yayınevi  s:193.

[23]  Buhârî Teheccüd 1.