İçeriğe geç
Anasayfa » İLÂHÎ ZİKRİN VESİLESİ ”ZİKRULLAH”

İLÂHÎ ZİKRİN VESİLESİ ”ZİKRULLAH”

Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimiz’in sünnetinde, müminlerin imanlarını sağlam tutup, hayatlarının her safhasında Allah’ın huzurunda oldukları bilincini onlara hissettirecek bir iksir, bizlere ilâhi bir lütuf olarak anlatılmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın “…siz Beni anın ki Ben de sizi anayım.”[1] fermanıyla bizlere bahşettiği bu nimet Rabbimizi her daim zikretmektir.

Kur’an-ı Kerim’de;

“Ey iman etmiş olanlar! Allah’ı çokça zikr ile zikr ediniz.”[2]

“Rabbini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an. Gafillerden olma.” [3]

“Onlar ki; ayakta iken de otururken de ve yanları üzerine yatarlarken de Allah Teala’yı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkürde bulunurlar.” [4]

Hadis-i Şeriflerde ise;

“İçinde Allah’ın zikrolunduğu ev ile Allah’ın zikr olunmadığı ev, canlı ile ölünün misali gibidir.”

“İnanan insanlar bir araya gelip Allah’ı zikrettikleri zaman melekler onları kuşatır. Rahmet onları kaplar ve Allah onları kendisine yakın olan kişilerden kaydeder.”

“Allah’ı tesbih, lâyık olmadığı sıfatlardan tenzih ve onu kemal sıfatları ile hamd ve sena etmekliğim bence üzerine güneş doğan yerlerden (dünyadan) daha sevgilidir.” şeklinde bir tazize konu olan zikir nedir?

Arapça’da z-k-r fiilinden türetilen zikir kelimesi sözlükte; söylemek, bahsetmek, hatırlamak, anmak, akla gelmek, akılda tutmak, referans etmek, gereğini yapmakla birlikte hatıra getirmek, kadrini bilmek, övmek, indirilmiş kitap, Kur’an, Tevrat gibi manaları ihtiva etmektedir. Bir İslâmî kavram olarak ise zikir; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen hamd, sena, dua, ibadet gibi işler ve sözlerdir.

Zikir, kendisi için muayyen bir zaman ve belli bir sayı ve miktar tayin edilmeksizin emredilen ve farz kılınan bir ibadettir. Kalbî, kavlî ve bedenî olmak üzere her an ve her dem yerine getirilmesi gerekir.

“İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzerinde iken Allah Teâlâ (c.c)’yı zikrediniz.” [5]

“Ey inananlar Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu (her daim) sabah akşam tespih edin yani O Yüce Varlığı zikredin, anın ve hiçbir surette O’nu unutmayın.”[6]

Bu ayetlerde zikrin hangi durumlarda yapılabileceği izah edilmektedir.

“Rabbini an” ibaresi “namaz kıl” anlamına geldiği gibi “İster dil ile ister değil, Allah’ı hatırda tut” anlamına da gelir.

“Sabah ve akşam” tabiri hem bizzat o vakitleri ve hem de “daima” anlamını tazammum eder. O halde “Rabbini sabah ve akşam an”; “Sabahleyin ve akşamleyin Rabbin için namaz kıl” ve “daima Allah’ı aklında tut” demektir.

“Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlar işte Allah bunlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” [7]

Allah’ı zikretmek kişinin hayatının her anında şu veya bu şekilde Allah’ı anması demektir. Allah düşüncesi kalbinin derinliklerinde yer etmeyen bir insan böyle bir davranışı başaramaz. Bir insan; Allah (c.c), zihnini aşıp bilinçaltına ve vicdanının derinliklerine yerleştiğinde, ancak o zaman yaptığı her işte ve söylediği her sözde Allah’ın adını hatırlayıp anabilir. Örneğin yemeğe başlarken “Bismillah” ve bitirdiğinde “Elhamdülillah” der. Yatmadan önce Allah’ın adını anar ve uyandığında Allah’ı hatırlar. Ve her meselede Allah’ın yardımını ister. Her nimeti için O’na şükreder ve her karşılaştığı bela ve musibette Allah’ın rahmetine sığınır ve her güçlükte O’na yönelir. Günah işlediğinde O’ndan korkar ve titrer. Ve bir hata yaptığında O’ndan bağışlanma diler. Ve her ihtiyacı için O’na dua eder.

Zikir halinin hülasası şudur ki: hayatın her anında ve safhasında kulun işi; Allah’ı anıp zikretmektir. İşte bu hal müminin hayat tarzının temelidir. Çünkü bütün ibadetler için belli bir zaman tayin edilmiştir. Ancak, Allah’ı zikretmek belli bir zamanla sınırlı olmayıp sürekli yapılması farz olan bir ibadettir ki insan hayatı Allah ile ve O’na ibadetle devamlı bir bağ içinde olsun.

Hadis-i Şeriflere dikkatle bakıldığında görülür ki Allah Rasûlü’nün zikirsiz, fikirsiz ve duasız geçen hiçbir anı yoktur. O her an Rabbi ile baş başa ve çok sıkı bir ilişki içindedir. Zira O yaratılış gayesini hakkıyla idrak etmiş kâmil ve mükemmel bir insandır.

Zikrin faziletini ifade etmek için şu Hadis-i Şerif sanırız kâfidir;

Ebu Hureyre (r.a)’den gelen bir rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

“Şüphesiz; Allah’ın, yollarda gezen ve ehl-i zikri arayan melekleri vardır. Onlar Azîz ve Celîl olan Allah’ı zikreden bir cemaat bulunca birbirlerine “Aradığınız buradadır, geliniz!” diye seslenirler. Melekler de ehl-i zikri dünya semasına kadar kanatlarıyla çevreler. Cenâb-ı Hak onların hallerini meleklerden daha ziyade bildiği halde meleklere;

“Kullarım ne söylüyor?” diye sorar. Melekler;

– Seni tesbih ve tenzih ediyorlar, Allahu Ekber diyerek seni tekbir ediyorlar.

– Sana hamd ve senâ ediyorlar.

– Bu kullarım Beni gördüler mi? Böyle tesbih ve tekbir ediyorlar.

– Hayır. Vallahi Seni görmezler.

– Kullarım Beni görseler ne yaparlardı?

– Onlar Seni görseler Sana ibadet ve ubudiyetleri takdisleri, tahmidleri ve tesbihleri daha fazla olurdu.

– Kullarım Benden ne diliyorlar?

– Cennet istiyorlar.

– Onlar cenneti görmüşler mi?

– Hayır, Ya Rab! Vallahi görmemişler.

– Ya Cenneti görseler ne yaparlardı?

– Cenneti görmüş olsalardı. Cennete karşı hırsları ve hedefleri daha çok olurdu ve cennete daha çok rağbet ederlerdi.

– Bunlar neden Allah’a sığınıyor?

– Cehennemden istiâze ediyorlar.

– Cehennemi görmüşler mi?

– Vallahi görmediler.

– Ya görselerdi.

– Eğer görseler ondan daha ziyade kaçarlar, ondan pek çok korkarlardı.

Cenâb-ı Hak:

“Ey Melekler sizi şahit kılarım ki Ben muhakkak zikir meclisinde bulunanın günahlarını mağfiret ettim.” buyurdu.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in beyanına göre melekler der ki;

“Ya Rab! Filanca onlardan sayılmaz. O zikir için değil şahsî bir iş için gelmişti.” der.        Cenâb-ı Hak:

“Onlar öyle kimselerdir ki; onlarla düşüp kalkanlar bile şâkî olmaz, mesud olurlar.” buyurdu.

Zikredenlerin hali böyleyken, zikri terk eden hatta zikre engel olanın hali ne derekededir bir de ona bakalım:

“Allah Teâlâ (c.c)’nın mescitlerinde O’nun isminin zikredilmesini engelleyen ve o mescitlerin harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onlar için o mescitlere korka korka girmelerinden başka salâhiyet yoktur. Onlar için dünyada rezillik vardır onlar için ahirette ise pek büyük bir azap vardır.” [8]

“(Ey Habibim) o halde bizi anmaktan, yüz çevirenden ve ancak dünya hayatını arzu edip durandan sen de yüz çevir.” [9]

Bu ilahi uyarıda maddeyi gaye edinen ve asıl gayeyi unutan kimseyle yakınlık kurmanın fazla bir yararı olmadığı, onlarla belli ölçülerde görüşmenin yararlı olabileceği ama yakın dostu olmadığını göstermek için de mü’minlerin o gibilerle aralarında belli bir mesafe bulundurmalarının gereği hatırlatılıyor. Ve gerçek müminlerin her hâl ü kârda Allah’ın zikrine devam ettiği şöyle ilan ediliyor:

“Birçok erler ki, onları ne bir ticaret ve ne de bir alım satım Allah Teâlâ’nın zikrinden ve namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin muzdarip olacağı bir günden korkarlar.” [10]

Kur’an-ı Kerim’de umduğumuza kavuşmamızın bir vesilesi olarak anılan zikri başlıca üçe ayırabiliriz: Dilin zikri, kalbin zikri ve bedenin zikri.

Dil ile zikir Allah Teala’yı esma-i hüsnasıyla, güzel isimleriyle yâd etmek Rabbimizi gönülden anmaktır. Namaz kılarken ve her zaman her yerde okuduğumuz Kur’an, çektiğimiz tespihler ve yaptığımız dualar, din ve ibadet adına dilimizle bütün söylediklerimiz ve okuduklarımız dil ile yapılan zikirdir. Hatta ağzımızdan çıkan bütün yararlı ve Allah’ın rızasına uygun tüm hayırlı sözler zikir sayılmaktadır.

Dil ile zikrin en faziletlileri hiç şüphesiz Kur’an tilaveti ve namaz kılmaktır.

Kur’an okumak sözlü zikirlerin en faziletlisidir. Kur’an-ı Kerim’i namaz içinde okumaksa Kur’an tilavetinin en faziletli olanıdır. Yalnız Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okuyup da ahkâmını tatbik etmemek müminlerin sıkça uyarıldığı bir hatadır. Anlamadan ve anlamaya gayret sarf etmeden okuyanlar Kur’an-ı Kerim’de şöyle kınanmaktadır.

“ (Ey ehli kitap) siz insanlara iyiliği emrederken kendinizi unutuyor musunuz? Siz kitabı okuduğunuz halde (böyle mi yapıyorsunuz) yine de aklınızı kullanmıyorsunuz?” [11]

Bu hususa ibretlik bir örnek de ilk devrin büyük âlimlerinden Yusuf bin Esbat’ın Kur’an’ı Kerim’i her hatim edişinde yedi yüz kere istiğfar edip, şöyle demesidir:

“Allah’ım gereğiyle amel etmeksizin Kur’an okuyuşumdan dolayı beni bağışla. Rahmetinden uzak kılma.”

Zikrin ikinci çeşidi olan kalbî zikir ise Yüce Allah’ı her daim gönülden anmaktır. Yarattıklarının üzerinde düşünüp, nimetlerini anarak şükürler etmektir. Kur’an-ı Kerim’de birçok kere göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde uzun uzun düşünüp Cenab-ı Hakk’ın yüceliğini ve azametini idrak edip şükretmemiz emredilmektedir.

Kalbî zikri şöylece de uygulamaya dökebiliriz: Günün belli bir vaktinde fırsat buldukça bir köşeye çekilerek evvela güzel bir nefis muhasebesi yapılır. Tefekkür edilir. Allah’tan başka her şey kalpten çıkartılarak hafızanın maddî şeylerle olan ilişkisi kesilir, hatta insan kendini bile unutmaya, dünyaya ait tüm arzuları gönlünden çıkarmaya çalışır. Gönlünü Allah’ın azameti, sevgi ve saygısı ile doldurur. Dilini kımıldatmadan belli bir süre Allah Allah diye tekrar eder. Bu sırada Allah’tan başka bir şey hatırlamamaya dikkat eder. Ve Cenab-ı Hakk’ı başta kelime-i tevhid olmak üzere muhtelif zikirlerle tesbih eder

Bedenî zikir ise vücudun bütün organlarının Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri ve yasaklarından sakınmaları ile olur. Bu da kişinin kendi vücudunun organlarını Allah yolunda bulundurması ile mümkündür.

Hülâsa; zikir, kişinin bilgi (Marifet) olarak elde ettiği şeyi korumasını sağlayan bir faaliyettir. Zikir Yüce Allah’a itaattir. O’na itaat etmeyen kişi diliyle ne kadar tesbih ederse etsin, gerçek zikri yapmış olmaz. Zikir Yaratıcısının onu her an gözetlemekte olduğunun idrakinde olarak yaşamaktır.

 

[1] Bakara, 2/152

[2] Ahzab, 33/41

[3] Cuma, 62/10

[4] Al-i İmran 3/191

[5] Nisa, 4/103

[6] Ahzâb, 33/41- 42

[7] Ahzâb, 33/35

[8] Bakara, 2/114

[9] Necm, 53/29

[10] Nur, 24/37

[11] Bakara 2/44