İçeriğe geç
Anasayfa » İLİM EHLİNDEN OLABİLMEK

İLİM EHLİNDEN OLABİLMEK

Allah Teâlâ, ilim sahiplerini diğer insanlardan farklı bir konumda tutmuş;[1] kendisi ve melekler ile birlikte onları vahdaniyetine şahit kılmıştır.[2] Onların kıymetine dair beyan edilen başka ifadeler ise bu hakikat-ı İlâhîyenin, bu mertebe ve şahitliğin izharı, şerhi mesabesindedir.      

Bir kimse ki onun methedeni Hak’tır, O kişiyi halkın methetmesi ehaktır. Ama tabi ki bu pâyeye erişmek, bazı şartlara bağlı ve bunlar aynı zamanda gerçek manada ilim talibinin olmazsa olmazlarıdır. Zira Allah Teâlâ’nın methine mazhar olmak birtakım kemâlât ile müzeyyen olmayı iktiza eder. Bazı eserlerde bu minvalde riayet edilmesi gereken hususlara değinilmiştir. Taşköprizâde’nin ilimler tarihi ve tasnifine dair Mevzûatü’l-Ulûm[3] isimli eseri de bunlardan bir tanesidir. Yukarıdaki mezkûr sır üzere pâyidar olmanın sırlarını bu eserden hareketle takdim edelim:

a. İlim tahsil etmeye başlamadan evvel nefsin kötü huylardan arındırılıp ahlâk-ı hamîde ile tezyîn edilmesi gereklidir.

Nasıl ki bedenî bir ibadet olan namazdan önce abdest azalarının tahareti, yani tathîr-i beden gerekirse aynı şekilde ilim talebine başlamadan önce de tathîr-i kalb yani kalbin temizlenmesi gereklidir. Zira ilim, kalbin ibadetidir.

b. Kalp, Mevlâ’nın nazargâhı olduğu için kalbin kötü ahlâklardan arındırılması gerekir ki kalbin sahibi arzuladığı maksat ve meramına ulaşsın.

Anlatıldığına göre geçmiş ümmetlerde ilme başlamadan önce talebe imtihan edilirdi. Eğer kendisinde kötü ahlâk emaresi müşahede edilirse ilmin kötü ahlâk sahibinin elinde afete sebep olacağı ve tahsil ettiği ilimle fesat çıkaracağı endişesi ile o kimse kat‘î surette ilimden men edilirdi. İmtihan neticesinde talebenin güzel ahlâk sahibi olduğu gözlenirse hemen talimine başlanırdı. Talime başlatılan talebe ilmî tedrisini ikmâl etmeden salıverilmezdi ki bilmeyerek de olsa başkalarının dinini ifsat etmesin.

c. İlim yalnızca Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve kendisiyle amel olunsun diye talep edilir. Zira maksadı Allah Teâlâ’nın rızası olmayan ilim bâtıl, amel gayesi olmayan talep atıl ve faydasızdır.

Allah Teâlâ’nın rızası için talep edilen ilim, sahibinin kalbinde parıldayıp davranışlarında güzel ahlâkı meyve verir. İlimden gönül tarlasına ektiği her ekinin meyvesi onun söz ve fiillerinde kendisini gösterir. Eğer bir ilim, sahibinin kavline ve fiiline sirayet etmiyorsa o ilmin talibi olma niyeti, Hak rızası için talep edilip edilmediği muhakkak gözden geçirilmelidir.

d. İlim talibi, nefsinin arzu ve isteklerine gem vurmalı; dünyevî alakalarını olabildiğince azaltmalıdır.

İlim tahsil etmeye niyet eden kimsenin kalbinin, arzu ettiği ilme aç ve dünyevî lezzetlere karşı tok olması gerekir. Kalbinde arzu ettiği ilimden başka bir sevdaya yer vermemelidir. Zira bir kimse ilme küllünü/her şeyini vermeden ilim ona cüzünü/bir kısmını vermez. Talebenin ilme karşı muhabbeti o kadar çok olmalı ki bu muhabbet ilimden başka her şeyden kendisini uzak tutmalıdır. Dolayısıyla dünyevî alakaları çok, zihni dağınık olan kimse tahsil ettiği ilmin ince meselelerinin künhünü kavrama ve idrak etmede zaafa düşer.

e. İlim talebesi çıktığı bu yolun sonunun olmadığını idrak etmeli; yoluna “beşikten mezara kadar” şuuruyla devam etmelidir.

İmam Şâfiî’nin, “Bizim mesleğimiz ebedî köleliktir.” sözünü ilim talebesi, kulağına küpe yapmalıdır. Bir köle, efendisinin sözünden dışarı çıkamayacağı gibi ilim talebesi de kölesi olduğu ilimden hali kalıp bir an bile boş bir şey ile iştigal etmemelidir. Zira ilmin bir nihayeti bulunmadığından, “Her ilim sâhibinin üstünde, bir bilen vardır.”[4] âyet-i celîlesinin ve Rasûlullah’a buyrulan “Rabbim! Benim ilmimi artır, de.”[5] emr-i İlâhî’sinin mucibi budur.

İlim talebinden bir an bile geri kalmamak için bir ilimle meşgul olmaktan bıkkınlık gelse hemen başka bir ilimle iştigal etmek tavsiye edilmiştir.

f. İlim talebesi ilmi kimden tahsil edeceğine çok ihtimam göstermelidir; dini tam, takva sahibi ve ilmi ile âmil bir üstadı tercih etmelidir. Böyle bir üstattan ilim talep etmek için dünyanın bir ucundan diğer ucuna gitmesi gerekse bundan imtina etmemeli; ilim tahsili yolunda gereken cefa ve eziyete katlanmalıdır.

Talebe, hocasının sözlerini hastanın hekimini dinlediği gibi dinlemeli; talim ve tedris yolunda ipleri hocasına bırakmalıdır.

İlmi ehlinden talep etmede, kibri ve gururu kendisine mani olmamalıdır.

Hazreti Ali Efendimizin, “İlim bir kapıdır, anahtarı ise soru sormaktır.” kavli mucibince, meseleyi anlamaya yönelik, üstadına sual etmekten çekinmemelidir.

g. Her ilimde bir miktar maharet kesp edip ardından her birinde derinlemesine vukûfiyet sağlamak için gayret sarf etmelidir. Eğer hepsiyle meşgul olmak hepsinden mahrum olmaya sebep olacaksa bir tanesinde ihtisas sahibi olunabilir. Tahsil edeceği ilimde neyi önce neyi sonra öğreneceği yani tahsil edeceği şeylerin tertibini hocasına bırakmalıdır. Zira hoca, talebenin halini kendisinden daha iyi bilir.

h. İlim tahsilinde talebenin yapması elzem bir şey vardır ki o da okuduğu dersi arkadaşları ile müzakere ve münazara etmesidir.

Talebe okuduğu veya dinlediği dersi anlayıp anlamadığını arkadaşları ile yaptığı ilmî müzakere ve tartışmalar neticesinde anlar. Aksi durumda dinlediği bir dersi anlamadığı halde meselenin ders anındaki tazeliğine aldanarak anladığını zannedebilir. Bununla birlikte arkadaşlarla yapılacak olan münazaralarda dikkat edilmesi gereken bir mesele vardır. O da bu tartışmanın karşı tarafı zor durumda bırakarak üste çıkmak için değil; hakkı, hakikati, meselenin mahiyetini ortaya koyma gayesiyle yapılması gerektiğidir. Aksi halde münazara talebeler arasında kin ve nefreti körükleyerek maksadının dışına taşar.

ı. İlim talebesinin, günlük işlerini yarına bırakmaması, ertelememesi bu yolda dikkat etmesi gereken diğer bir meseledir. Zira her günün kendine mahsus meşgaleleri olacaktır. Bu nedenle tembellikten aslandan kaçar gibi kaçmalı, yapılması gereken işlere derhal başlanmalıdır. Bu anlamda talebe, hem kendisinin istinbat edip ürettiği fikirleri hem de başkalarından işittiği faydalı bilgileri hemen bir yere not etmelidir. Zira ilim bir av, kitabet yani yazı ise o avın yakalandığı tuzaktır. Av kaçmadan, zihinde tezahür eden fikir zail olmadan, hemen avlanarak kayıt altına alınmalıdır.

Hâsıl-ı kelâm ilim, sahibini Allah Teâlâ’ya yaklaştırmalıdır. Böyle olduğunda Allah Teâlâ’nın kıymet verdiği, methettiği ilim ehlinden olmak mümkündür. Aksi halde elde edilecek ilim, insanı Allah Teâlâ’dan uzaklaştırır, kalbini karartır…


[1] Zümer, 39/9.

[2] Âl-i İmrân, 3/18.

[3] Taşköprizâde Ahmed Efendi’nin (v. 968/1561) ilimler tarihi ve tasnifi ile ilgili Arapça kaleme aldığı “Miftâhü’s-Saâde” isimli eserinin birtakım ilavelerle mahdumu Mehmed Efendi (v. 1030/1621) tarafından telif edilmiş Türkçe tercümesidir.

[4] Yusuf, 12/76.

[5] Tâhâ, 20/114.