İçeriğe geç

İLİM KİMDEN ALINIR?

Allah Teâla, yüce kitabında kendisinden ancak hakkıyla âlim kullarının koktuğunu[1], bilenlerle bilmeyenlerin asla bir olmayacağını[2], kime ilim verildiyse ona hayırdan pek çok şey verildiğini[3], ilmin artması için nasıl dua edileceğini[4] ve kendisine ilim verilenlerin derecelerinin yükseltileceğini[5] beyan buyuruyor.

Rasulullah (s.a.v)’de muhtelif hadis-i şeriflerde ilim tahsil etmek üzere yola çıkan kimsenin eve dönünceye kadar Allah yolunda olduğunu[6], ilim öğrenmek için bir yola giren kimseye Allah’ın cennetin yolunu kolaylaştıracağını[7], Allah’ın kimin hayrını dilerse onu dinde derin anlayış sahibi kılacağını[8], faydasız ilimden Allah’a sığınılması gerektiğini[9] ifade ediyor.

İlim yolu, yukarıda ifade edildiği üzere dinimizin oldukça önemsediği, teşvik ettiği, peygamberlerin de miras bıraktığı yolun adı. İlim yolculuğuna çıkmak için bazı teçhizatları donanmak icap ettiği gibi bazı tercihleri de önceden yapmak gerekir. Bunun için kendisini yarı yolda bırakmayacak, nefesi tükendiğinde kendisinden nefes alacak, düştüğünde el verecek, heyecanı bittiğinde heyecanlandıracak sadık bir dost ile yolu daha önce geçen, yoldaki dikenlerin yerlerini, yolda karşılaşılabilecek felaketleri, çıkıldığında yolcuyu yoran rampaları, dinlenilebilecek konaklama mekanlarını bilen bir mürşidi aramak, bulmak ve tercih etmek bizim menzile varmamızı sağlayacak en önemli adımdır. Çünkü yanlış tercih bizi garabete, doğru tercih ise hakikate götürür. Nice ilim taliblerini, içtikleri su ayrı gitmeyen samimi arkadaşları ve çok sevdikleri hocalarının helak ettiği unutulmamalıdır.

İlim yolculuğuna adım atan bir talebe, bu yolda samimiyetle yürüyeceğine inandığı bir arkadaş bulduktan sonra, hayatını menzile varma gayretiyle tüketen hakiki bir mürşid aramaya koyulmalıdır. Zira ilim, ancak böyle bir mürşidden alınır.

İlim, ağzına bir damla ilim balı çalmak için gecesini gündüzüne katandan, Eyüp el-Ensari gibi bir hadis-i şerifi dinlemek için gerek deve sırtında gerek yayan binlerce kilometre yol gidenden, fakirliklerine ve dünyevi mahrumiyetlerine aldırmadan yıllarca aileden, eşden, dosttan ayrı kalmayı göze alabilenden, kendisini Peygamber varisliğine adayandan alınır.

İlim; takva ehlinden, Allah korkusu taşıyandan, cehennemi anlattığında onun dehşeti ve ürkütücülüğü sebebiyle sesi titreyenden, cenneti anlattığında onun güzelliği ve çekiciliği sebebiyle onu görmüş gibi yüzü aydınlanandan, Allah’ın en çok sevdiği kulu, şefi-i zünûbumuz olan Rasulullah (sav)’i andığında heyecanlanandan, hulefa-i raşidini, ashab-ı kiramı hatırladığında onlara gıpta edenden, İmam-ı Azamların, Şafii’lerin yolundan yürümeye gayret edenden alınır.

İlmin önündeki en büyük engellerden birisi insanın kendi nefsidir. Kendi nefsini terbiye edememiş bir üstadın, ilim talebesinin nefsini terbiye etme gayretinde ona yardımcı olmasına, metod göstermesine imkan yoktur. Zira yüzmeyi bilmeyen yüzme hocasının yüzmeyi bir başkasına öğretmesinin mümkün olmadığı gibi her an boğulma tehlikesi yaşayacağı da herkesin malumudur. Üstad da nefsi terbiye yollarını öğrenmemiş ve bir adım sonrasında nefsini terbiye etmemişse elbette ki, her an nefsin tuzaklarına düşebilir, ayağını kaydırabilir. O halde ilim, nefsin nasıl terbiye edileceğini bilen ve nefsini terbiye etmeyi becerebilmiş olandan alınır.

İlim, binlerce defa Alemlere rahmet olanı anlattığı halde ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ diyerek diline bile merhamet etmeyenden, Ebu Bekir, Ömer (r. anhüm) dediğinde arkadaşından bahseder gibi bahsedenden, ulema-yı kirâmın, selef-i sâlihinin kendisi için bir anlam ifade etmediği kimseden değil, kalbi Efendimiz (s.a.v)’in aşkıyla dolu olandan, O’nun sünnetine itaat ve ittibada sahabeyi örnek alandan,  geçmişteki ilim taliblerine olan tenkidlerini bile adab-ı ilme riayet ederek yöneltenlerden alınır.

İlim, Allah’ın dini hakkında söz söylemeyi politika hakkında yorum yapmakla bir tutan, ilmi nazari akıl ve düşünceden ibaret olarak anlayan, hakikati ıskalayıp atlayarak kendi heva ve heves dolu düşüncesini içtihad farklılığı kategorisine sokan, dini hayatına uygulamadan çok dini hayata uyarlama gayreti içerisinde olandan değil, sorulan sorulara ‘belki isabet edemem, Allah’ın dini hakkında yanlış söz söylerim’ endişesiyle “La Edri!” diyenden, ilmini Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’den süzenden, her iş, davranış ve düşüncesinde Allah’ın kendisini hakikate irşad etmesini dileyenden alınır.

İlim, derbi maçına yetişmek için ezanı hızlı okuyan, kıraati kısa tutan, namazı hızlı kıldıran imamdan değil, ‘ben bu camiyi ömürlerini kahvehanelerde, internet kafelerde, köşebaşlarında tüketen gençlerle nasıl doldururum’ diyerek gecesini gündüzünü ümmetin kurtuluşuna adayandan, kuru kalabalıklara baktığında Rasulullah (s.a.v)’in veda hutbesinde hitap ettiği muazzam kitlenin taşıdığı iman ve şuuru taşıyan neslin bir benzerini karşısında görmeyi hayal edenden ve bu gaye uğrunda çalışandan alınır.

İlim, onu sinede yük gibi taşıyandan, gerçekleri savunmak yerine tevil etmeyi maslahat bilenden, onlarca taviz verip ‘dinime halel gelmesin’ diyerek kılıfını da ihmal etmeyenden değil; nasibini Peygamberlerden miras, değişmez gerçekleri müdafaa etmeyi her zaman ve mekanda izzet bilenden, bedeli ne olursa olsun dininden asla taviz vermeyenden alınır.

İlim, ticaret hukukunu ve adabını iyi bildiği halde satıcı iken malını öven tüccar durumuna düşen, alıcı iken ‘Pazarlık, Peygamber sünnetidir.’ deyip Yahudi pazarlığını aratmayacak şekilde muhatabını salvolarıyla zor durumda bırakan, yaşantısı dünyevileşmenin en ala numunesi olandan değil; kürsüde söylediğiyle alışverişteki muamelesi bir olan, ferdi ve içtimai ilişkileri İslam’ın ölçülerine uygun olan, yatırımını ahirete yapandan ama dünyadaki nasibini de unutmayandan alınır.

İlim, geceleyin kalkıp Allah korkusundan iki damla gözyaşı dökemediği halde her TV ekranına çıktığında elinde mendil olandan, asıl pınardan mahrum kaldığı halde sözlerine hikmetli ifade süsü verenden, riyayı ve kibri ‘Allah’ın nimetini tahdis et!’ emr-i ilahisinin formatına sokan sözümona kıymetli hocalardan değil; samimiyeti ve Allah aşkı gözlerinden okunan, kaynağa en yakın, berraklığı en net olan Sünnet-i Seniyye’den gıdalanandan, tevazuyu zinet olarak koynunda taşıyandan alınır.

İlim, geceyi nimet bilip ihya edenden, gündüzü ganimet bilip cihad edenden, sükûtu vesile bilip tefekkür edenden, her zamanı fırsat bilip hayra davet edenden, her nefesi şükür bilip zikredenden, her meclisi cennet bilip nasiplenenden alınır.  Velhasıl ilim, ehlinden alınır, ilmiyle amel edenden…

[1]. Fâtır 35/28.

[2]. Zümer 39/9.

[3]. Bakara 2/269.

[4]. Taha 20/114.

[5]. Mücadele 58/11.

[6]. Tirmizi, Kitabu’l-ilm 7.

[7]. Ebu Davud, İlm 1.

[8]. Buhari, Kitabu’l-ilm 15.

[9]. Tirmizi, Kitabu’d-daavat, 68.