İçeriğe geç
Anasayfa » ILIMLI  İSLAM veya İSLAMSIZ MÜSLÜMAN ?

ILIMLI  İSLAM veya İSLAMSIZ MÜSLÜMAN ?

Hak-bâtıl mücadelesi, tarih boyu hep olmuştur ve olacaktır. Tarih, “muharref  ve sahte dinler” deposudur âdetâ…

Aslından uzaklaştırılmış (muharref) ile aslı bozuk (sahte) arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla “Hak” nazarında her iki tür de “bâtıl”dır. “Hak geldiğinde batıl çöpe atılır”[i] Amma, çöplükten gıdalanma hastalığında olanlar daima olacaktır. Hatta İlahî  ifadeye nazaran;dünya nüfusunun çoğunluğu da bunlardan teşekkül edecektir.[ii]

Hatta “çöpseverler”lerin gürültüleri de çok çıkacaktır. Bu da bir cihetten; “gürültü severler”in imtihanı olacaktır. Yani kimin sesi çok çıkıyorsa, şu veya bu sebeple onun yanında yer almak, zayıf karakterlilerin özelliklerindendir. İslâm muhalifliği ve düşmanlığının menşe’ ve mesnedi de işte bu gerçekte mündemiçtir.

Bâtılın Hak karşısındaki gürültü ve patırtısının, ortalığı velveleye verebilmesinin perde arkasını araştırdığımızda ilk nazarda hemen şunlar göze çarpar:

  1. Hak yolun yolcularının sözcülüğünü, batıl karşısında hücum eden taraf değil, savunma yapacak taraf olmaya mecbur olduğunu zannedecek kadar gâfil ve câhil olanlar yapmaktadırlar. Bu ihanetin sözcülüğü de ne yazık ki bir gurup medyatik ilahiyatçılara kalmış durumdadır. Bunlara göre bilumum bâtılların; hiddet ve şiddete hakları vardır. Onlar hukuku çiğneyebilirler. Onlar demokrasi ve insan hakları adına; tarihe, coğrafyaya ve insan nesline karşı her türlü ihaneti yapabilirler. Son olarak; Afganistan’da ve Irak’ta olduğu gibi ve elli küsur yıldır da Filistinli Müslümanlara reva görüldüğü şekliyle…

Bâtıl; nükleer silahlar üretebilir, satabilir, kullanabilir, ve hatta biyolojik ve kimyasal silahları Müslümanlar üzerinde tatbik de edebilir. İsrail’i görmezden gelip İran’ı bu konuda tehdit de edebilir. Müslümanlar ise meşru müdafaa haklarını kullanırlarken; terörist diye isimlendirilebilirler. Buradan da ”İslâm terörü” diye bir kavram geliştirilir. Bunun üzerine İslâm Dünyası; eziklik ve şahsiyetsizlik tavrı sergiler. Bir gurup siyasetçisi, medyası, yazar-çizeri ve ilahiyatçısı; dinini, vatanını, millet ve namusunu koruma mücadelesi veren Müslümanları, ABD ve işbirlikçilerinin ağzı ile; “terörist” ilan ederler.

Netice itibariyle bâtıla; işgal, yağma, sömürme, öldürme ve Ümmetin mirasını top yekun yok etme mübah ve serbest, Müslümanlara ise nefsi müdafaa bile yasak hale gelmiş olur.

Evangelist Bush kendi dinî ve mezhebî görüşü uğruna, İslâm beldelerini tarumar eder; hatta kovboyluk samimiyetiyle bunun bir “haçlı seferi” olduğu gerçeğini de vurgular. Buna karşılık bizim bir takım ilahiyatçılar; “ cihad, cehd, çaba ve gayret demektir.” gibi  cümleler geveleyip, Kur’ânî bir gerçek olan ”cihad”ımızı silip süpürmeye çalışırlar. Buradan da ABD başta olmak üzere bütün bâtılların hoşlanacağı bir sonuç çıkar: “Ilımlı İslam”. Yani; “İslamsız İslam” gibi bir şey.

Biz bu oyunu iyi tanıyoruz. Bizi “biz” olmaktan uzaklaştırmanın geçmişini iyi biliyoruz. “Garplılaşma” , “Avrupalılaşma”, “Asrîleşme”, “Batılılaşma”, “Uygarlaşma”, “Çağdaşlaşma”, “Çağ atlama” ve “Globalleşme” potalarında nasıl eritile eritile bugünlere geldik, bunların farkındayız.

Mezkûr eritme hadisesinin, tarihi seyri içerisindeki, taktiklerini de hatırlıyoruz. Sistem kendisini zayıf hissettiğinde; takiyyeye başvurmuş, güçlü olduğunda; göz açtırmamak ve gerektiğinde idam sehpalarında sallandırmak ve demokrasi oyununun oynandığı seçim zamanlarında da; istismar ve münafıklığı yeğlemiştir.

Bu harekâtta kullanılan silahları da çok iyi tanıyoruz: İrtica, mürtecî, gerici, yobaz, çağdışı… yaygaraları; tehdit, sürgün, tahkir, alay, istihfaf, işkence ve ölüm… Medya canavarı, tabular, tarihe konan ambargo, oryantalizm, Diyanet İşleri Başkanlığı, bazı ilahiyatçılar ve son zamanlarda da ”hizmet” iddialı bazı sivil toplum kuruluşları ve platformlar…

Eritme çabalarının neticesinde bakınız kendilerince millî ve milletlerarası kaç türlü Müslüman oluşturmuş oldular:

Radikal/kökten dinci, ılımlı, sade Müslüman

Entel, dinci, modernist Müslüman

Şeriatçı, ümmetçi, hilafetçi, terörist Müslüman

Hoşgörülü, diyalogcu, uyumlu, sevgi küpü Müslüman

Muhafazakar /Tutucu, aydın, klasik, modern   Müslüman

Amerikan, Avrupalı Müslüman      …v.d.

Bu saydıklarımıza önceki papanın 1996’daki daveti üzerine başlatılan Müslüman Hıristiyan diyalogu ve bunun üretimi olan şu konulara eğildiğimizde işin vahameti gözler önüne serilmiş olmaktadır.:

İbrahimî dinler, 3 İlahî din, 3 Kutsal Kitap, 3 İlahî dinin Peygamberleri 3 İlahî dinin mensupları, Hz.İsa bizim de peygamberimiz, Dinler arası diyalog, Medeniyetler arası diyalog, Kültürler arası diyalog…

Böylece, birileri kurnazca ve haince; bizi özümüzden koparmaya çalışırken, diğerleri de; ahmakça ve geçici dünya menfaatleri uğuruna, imanın temellerine dinamit konulmasına taraftar görünmekteler.

  1. Müslümanların, dünya platformlarındaki temsilcileri, bu eritme politikasının sonucu olarak, düşmanın her itham ve suçlamasından suçluluk psikolojisine düşen, itimad-ı nefs/özgüven özelliğini yitirmiş, “dik duruş”tan mahrum ve ezik kimseler olduğundan, resmî arenada temsil ettikleri “Ümmet”’in gücünden habersizdirler. Buna bir de “Ümmetin” tek merciden yönetilmesinin sağlayacağı avantajdan habersizlik veya mezkûr konudaki düşünce yanlışlığını eklediğimizde karşılaşacağımız manzara yürekler acısıdır. Zira mevcut durum, varlık içerisinde nasıl yokluk yaşanabilir? Ve muazzam  güce rağmen nasıl  güçsüzlüğe mahkum olunur? sorularının cevabını çok acı bir şekilde vermektedir.

Hıristiyan dünyanın siyasî platformda dinî temsilcilikleri ayaktadır. Papa ve İngiltere Kraliçesinin hem din hem de devleti temsil etmeleri yetmemiş, Fener Rum Patriğine ekümenik sıfatı da kazandırılarak aynı statüye sahip kılınmıştır. Patriğin Davos’ta arzı endam etmesi; işi sağır sultana duyuracak bir hadisedir.

Avrupalıların Hıristiyan ve Yahudi olmak kaydıyla, din devleti ile sıkıntıları olmadığı gibi, krallıkla da alıp veremedikleri yoktur. İngiltere, İspanya, Belçika, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya. krallık zinciri uzayıp gider. Yani batı dünyası; hem saltanatçı, hem kendi dinlerine göre hilafetçi ve ümmetçidir. Bu ne irticadır, ne suçtur ve ne de tenkit konusudur.  Lakin ezik Müslümanlar; halifelik ve padişahlıktan öyle ürkütülüp korkutulmuşlardır ki, bu kelimeleri ağızlarına alırken bile tir tir titrerler. Buna karşılık, “ABD, İslâm dünyasını tek elden yönetmek için halife arayışına girişti.” gibi medyatik haberleri normal karşılarlar. Dinci; Hıristiyan (Bush ve evangelist yoldaşları) ve Yahudi (bir bütün olarak İsrail) olunca mesele yoktur. Müslüman oldu mu buna istisnalar hariç hemen herkes karşıdır. Hıristiyan ve Yahudiler, Müslümanları; demokrasi, hoşgörü, diyalog ve sevgi tankları ile ezdikleri için  diyecek bir şey olamaz. Ebu Gureyb, Guantanamo ve diğer işkence merkezlerinde insan hakları(!) adına işkence yaptıkları için, buna da diyecek yoktur. Amma; Müslüman Çeçenin, Afganlının, Iraklı’nın, Filistin’linin; nefsi müdafaası İslâm terörüdür.

Öyleyse ne yapıp yapmalı ve yeni bir  Müslüman türü inşa etmelidir. Bu projenin son adı ise “Ilımlı İslâm” gerçekte ise, “Amerikan İslâmı”dır. Bununla kast edilen hedef bellidir: Hayattan dışlanmış, vicdanlara hapsedilmiş bir din, dünyayı ve olup bitenleri ABD ve AB gözlüğü ile bakıp değerlendiren ve fakat kendilerini Müslüman olarak gören zavallı sözde Müslümanlar.

Esasen, bu hedefe büyük bir nisbette ulaşılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığını sistem, bu hedef için yıllardır kullanmış ve kullanmaktadır. Yoğun olarak da 28 Şubat 1997 den sonra… Resmiyet kazandırılmış İslâm dışılıklara ve sistemin kutsallarına  Diyanetçe meşrûiyet ve dine uygunluk kisvesi giydirilmiştir. Bu uğurda, başta  Cuma hutbeleri olmak üzere; Başkanlığın kitap, dergi ve TV konuşmalarından bol bol yararlanılmış ve yararlanılmaktadır. Din-devlet ayrılığı ve laiklik, sistemin İslam’a karşı tek taraflı kullandığı müthiş bir silahtır. Yani D.İ.B’lığının, sistem ve laiklik savunması adına her vesileyle baskı altında bulundurulması ve istismar olunması, 21.yüzyıl Türkiye’sinde bile umûr-u âdiye (olağan işler) den sayılmaktadır. Bu nasıl din-devlet ayrılığı ise… Devlet {e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}99’un  dinini, bildik bileli baskı altında tutabilirken, Diyanet’in bırakalım devlet işlerine karışmasını, Kur’an-ı Kerim’deki yasaklar ve cezalardan bile bahsetmesi, laiklik açısından bakıldığında, dinin, devlet işlerine müdahalesi olarak değerlendirilmeye devam ediliyor, Başkanlık da buna uyum sağlayarak, hayattan el çekmiş yeni bir Müslümanlık türü geliştirmeye hizmet ediyor.

İşte  bu hal, İslâm düşmanlarının rüyası  olan “Light İslam” veya “Ilımlı İslam”ın ta kendisine doğru hızlı bir yol alıştır ve; AB yolundaki resmî yürüyüşün  bir parçasıdır. Siyasî kucaklaşmanın yanı sıra, dini ve kültürel kucaklaşma da böylece gerçekleşmiş olacak, daha açıkçası; kucaklaşma değil, kucağa oturmak tahakkuk edecektir…

Diyalogcular, hoşgörü şampiyonları ve yetkililer kızmak yerine bu tahlile kulak verirlerse tesbitimizin Perşembe’yi Çarşamba’dan görmek olduğunu fark edecekler ve iyi niyetli iseler, gözlerini açıp, “zararın neresinden dönersen kârdır” fehvasınca tövbekâr olmayı tercih edeceklerdir.

Avrupa basınında son cereyan eden İslam karşıtı küstahlık ve terbiyesizlikten, geri adım atmamakta direnen Hıristiyan dünyasının tavrı bizim garibanların hoşgörü ve diyalog platformlarını hiç kale almadıklarının çok net bir göstergesidir.

Ya dost îkâzına veya düşman zılgıtına, ama muhakkak birisine kulak verip ibret alın! Ey Allah’ı ve Hz. Muhammed aleyhisselam’ı bırakıp; papa, patrik ve hahambaşı dostluğuna kucak açanlar! Küfre karşı en güzel direnişin gözyaşı olduğu propagandasını yapanlar!

[i] İsrâ 17 / 81

[ii] Yusuf, 12/21