İçeriğe geç
Anasayfa » İMTİHANLAR KARŞISINDA MÜSLÜMAN

İMTİHANLAR KARŞISINDA MÜSLÜMAN

Rabbimiz hayatı ve ölümü yaratma sebebini, insanların hangi amelleri işlediğini görerek ona göre hak ettikleri karşılıkları verme şeklinde açıklamıştır.[1] İnsan da dünyaya gönderiliş amacını bildiği takdirde ona göre yaşama imkânı bulacak ve Allah’ın vadettiği nimetlere ulaşmak için elinden gelen gayreti sarf edecektir.

Daha önce gitmediği bir şehre seyahat etmek isteyen biri nasıl ki önce o şehir hakkında araştıma yapıyor ve oraya gidenlerden bilgi alıyorsa bu imtihan dünyasında başarılı olmanın yolu da sınav şartlarını tam anlamıyla idrak etmek ve bu imtihanlarla önceden karşılaşanların nasıl başarılı olduklarını incelemekten geçecektir. İşte bu sebeple ayet ve hadisleri bu bakış açısıyla incelediğimizde karşımıza çıkan bilgiler mü’min birinin karşılaşabileceği sınav konularını ve bunlar karşısında nasıl başarılı olunacağını öğrenmemize yardım edecektir.

Korku Sınavı

Bir ayette Allah Teâlâ insanların muhatap olabileceği bazı konuları şöyle ifade etmektedir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele![2] Burada ifade edilen imtihan alanlarından biri korkudur. Nitekim korku insanın fıtratında var olan ve aslında yaşamsal devamlılığı sağlayan bir nimettir. Ancak Rabbimiz bu duygunun bir şekilde terbiye edilmesi ve Allah rızası söz konusu olduğunda cesaret sahibi olunması gerektiğini ifade etmiştir. Bu konuda Rasûlullah’ın (sav.) ve ashabının hayatında pek çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan biri Bedir Savaşı’nda yaşanan bir olaydır. Savaşın kızıştığı bir zamanda Peygamberimiz (sav.) ashabına, “Genişliği dünya ve gökler arası kadar geniş olan cenneti kazanmak için kalkın.” buyurunca oradaki sahâbîlerden Umeyr b. el-Hammâm, “Ey Allah’ın Reasûlü, ben de o cennetliklerden olsam.” diyerek o esnada yemekte olduğu birkaç hurmayı bir kenara bırakarak savaşmaya başlamış ve sonunda şehadet mertebesine ulaşmıştır.[3] Buradaki dikkat çeken nokta Umeyr b. el-Hammâm’ın korku duygusunu yenerek bütün cesaretiyle savaştığı ve cenneti kazandığıdır. Bilindiği üzere pek çok korku çeşidi olsa bile en önemlisi can korkusudur ve ashâbın hayatında Rasûlullah’ı ve dinini korumak için can korkusundan vazgeçen pek çok örnek zikretmek mümkündür.

Açlık Sınavı

Ayette belirtildiği üzere insanın imtihan edileceği konulardan biri de açlıktır. Nitekim Allah Teâlâ hayatî faaliyetlerin devamı için beslenmeyi şart koşmuştur. İşte bu zorunluluğun zıddı olan açlık, insanın tahammül etmekte zorlanacağı konulardandır. Bununla birlikte Peygamberimiz’in hayatına bakıldığında daha önceki yıllarda geniş imkânlara sahip olan pek çok sahâbînin İslam’ı seçtikten sonra açlıkla bile imtihan edildiğini ortaya koymaktadır. Mesela Mekkeli müşriklerin İslam’a zarar vermek için başlattıkları boykot o kadar ileri gitmiştir ki, bir noktadan sonra insanlar yiyecek en basit gıdalardan bile mahrum kalmışlardır. Benzeri bir durum da Hendek savaşı öncesinde gerçekleşmiştir. Ashab bir yandan, olanca güçleriyle şehrin tamamının etrafına derin hendekler kazarak Medine’yi düşmanlardan korumaya çalışırken bir yandan da açlıkla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Hatta Peygamberimiz (sav.) bu süreçte açlıktan karnına taş bağlamak zorunda kalmıştır.[4] Ashab, işte bu zor şartlarda bile hiçbir şekilde inançlarından taviz vermemiş, Allah’ın yardımı ile bu zorlukla da baş edebilmişlerdir.

Kazanç Sınavı

İnsan hayatındaki temel eğilimlerden biri de mal kazanma arzusudur. Bu meyil tarih boyunca pek çok önemli olayın sebebi olmuştur. Binlerce insanın ölümüne sebep olan savaşların da akrabalar arası tartışmaların da temelinde daha fazla mal kazanma isteğinin yattığı bilinmektedir. Allah Teâlâ, insanın bu meylini beyan etse de pek çok ayette buna sınırlamalar getirilmektedir. Bu çerçevede mal kazanma arzusu normal karşılanmakta ancak bu mallardan Allah yolunda infakta bulunarak malın hakiki sahibinin Allah olduğu, insanın sahip olduğu bu gücün aslında emanetçisi olduğu vurgulanmaktadır. Mal sahibi insanların ödemesi gereken zekât yükümlülüğü, cihad amacıyla yapılan infak faaliyetleri ile kat kat sevaplara vesile olacak tasadduk emirleri işte bu fıtrî ihtiyacın terbiyesine yönelik sınırlamalardır. Bu emirler Peygamberimiz’in hayatında karşılık bulmuş ve ashab tarafından en güzel örneklerle şekillenmiştir. Mesela özellikle hayatının son dönemlerinde pek çok kral veya yöneticiden kendisine gönderilen kıymetli hediyeleri bile evinde tutmamış, ashabı arasında paylaştırmıştır. Onun bu cömertliği İslam’a girme konusunda tereddüt yaşayan bazı kimselerin bile dine ısınmasını sağlamıştır. Aynı durum Peygamberimiz’in yakın ashabında da müşahede edilmektedir. Mesela bir savaşa hazırlık aşamasında Peygamber Efendimiz (sav.), ashabına tasadduk etmelerini tavsiye edince bazıları malının yarısını, bazıları daha fazlasını getirmiş, Hz. Ebû Bekir ise malının tamamını getirmiştir.[5] Bir başka olayda ise insanların en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda Şam bölgesinden yaklaşık 700 develik bir kervan gelmiş ve sahibi Abdurrahman b. Avf kervanın tamamını Allah rızası için bağışlamıştı.[6] Benzeri durumlar ashab ve sonraki nesillerde defalarca gerçekleşmiştir.

Yöneticilik Sınavı

İnsanı en çok cezbeden konulardan biri de yöneticilik arzusudur. Bu istek fıtrattan gelen ve bir başkası üzerinde tahakküm kurma içgüdüsünün açığa çıkmış halidir. Bu sebeple her insanda az veya çok hissedilmektedir. Mesela bir evin içinde anne-baba çocuklarına, abi-abla ise kardeşine yöneticilik yapmaktadır. Mahallelerde muhtarlar, devletlerde ise başkanlar yönetim görevini ifa etmektedir. Peygamberimiz’in (sav.), “Hepiniz birer çobansınız ve yönettiklerinizden sorumlusunuz.[7] şeklindeki sözleri bu durumu çok güzel ifade etmektedir. Toplumda işlerin güzel bir şekilde yürütülebilmesi için de zorunlu olan bu konu diğer yandan yanlış seçimler yapılması halinde felakete sürükleyecek derecede tehlikeli sonuçlara götürebilmektedir. İşte bu sebeple sorumluluk alanı son derece yüksek bir konumda olan bu mesele ehliyyet ve liyakat temelli olarak çözümlenmelidir. Peygamberimiz’in bir yere yönetici atayacağı zaman en layık olan kimse onu ataması ve ehil olmayan kimselerin görevlere atanmasını kıyamet alametlerinden biri olarak zikretmesi[8] bu konunun ehemmiyetini açıkça göstermektedir. Benzeri şekilde Müslümanlar arasında çekişme ve tartışma olmaması ve yöneticinin seçimini daha rahat gerçekleştirebilmesi adına bir görevi ısrarlı ve daha layık birisi varken onun önüne geçecek şekilde talep etmeyi yasaklaması bu amaca bağlı gözükmektedir. Mesela diğer sahâbîlerin yönetici olarak görevlendirilmesi üzerine kendisine de görev verilmesini isteyen Abdurrahman b. Semure’ye, “Ey Abdurrahman, eğer sen istemeden bir makama getirilirsen, Allah Teâlâ yardımcın olur. Eğer göreve sen talip olursan, Allah Teâlâ’nın yardımından mahrum kalabilirsin.”[9] buyurarak liyakatin önemine ve bu konudaki hassasiyetin Allah rızasına layık olma açısından önemine dikkat çekmiştir.

Hayatın tamamının bir imtihan olduğu dikkate alındığında daha pek çok sınav konusu olduğu söylenebilir. Ancak bu noktada bir Müslüman en başta kendisinin sonra da en yakınından itibaren başlayarak etrafındakilerin bu imtihanlardan başarılı bir şekilde geçmesini hedeflemelidir. Yani ömrü boyunca hayatî tehlikeler dâhil pek çok sıkıntı ile karşılaşacağını bilmeli ve bu durumda bile Allah rızasını asla aklından çıkarmamalıdır. Benzeri şekilde hayatında maddî olarak sıkıntı yaşayabileceği dönemlerle karşılaşması mümkündür. Hatta bu sıkıntılar aç kalacak kadar ağır olabilir. Hakiki mü’min bu sıkıntının da Allah’tan geldiğini ve kurtuluşun da yine onda olduğu bilinci ile bu sınavı geçecektir. İnsan hayatındaki yukarıdaki durumlara göre daha tehlikeli olan imtihanlar ise kazanç ve yöneticilik meselesidir. Bu konu açlık ve fakirlik gibi zorluklardan daha kolay gözükse de aslında sonuçları itibariyle kaybetme ihtimali daha yüksektir. Rabbim imtihanlardan başarı ile geçmeyi nasip eylesin.  


* Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Nitekim Mülk Suresi’nde “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” buyrularak insanın yaratılış amacı beyan edilmiştir. Mülk, 67/2.

[2] Bakara, 2/155.

[3] Ahmed b. Hanbel, XIX, 390.

[4] Ahmed b. Hanbel, XXXVIII, 358.

[5] Ahmed b. Hanbel, Fedâilü’s-sahâbe, I, 360.

[6] Ahmed b. Hanbel, XXXXI, 337.

[7] Buhârî, “İstikrâd”, 20.

[8] Buhârî, “İlim”, 2.

[9] Müslim, “Eymân”, 19.