İçeriğe geç
Anasayfa » İNSAN-I KÂMİLİ İNŞÂDA ASLÎ METOT SOHBET

İNSAN-I KÂMİLİ İNŞÂDA ASLÎ METOT SOHBET

İnsanoğlunun  yaratılış gayesi, sahip olduğu idrak ve ihâta nisbetinde, Yaratıcısını tanımak ve O’nu tekrîm etmekten ibarettir. İnsanın bu gayeyi gerçekleştirebilme hedefi onun; akıl, idrak, iz’an ve irade ile mücehhez kılınmasını icab ettirmiştir. Saydığımız bu dört temel vasfa ilaveten taklid ve tecessüs meyli de insanoğlunda yaratılışı itibariyle var ola gelmiştir.

İnsanoğlu gözlerini hayata açtığı andan itibaren tecessüs ve taklit meylinin icabı, etrafında mevcut bulunan  her  şeyi anlama, tanıma ve kavrama istikametinde davranışlar sergiler. Aslî bir sermaye olarak kendinde  mevcut olan akıl ve irade ise bu davranışların neticesi elde ettiği  malumatı tartıp  dökmeyi ve iradesini  kullanarak yönlendirmeyi öğrenir.  Bu yönlendirmeyi öğrenirken gerek  aklî sermayesi ve gerekse iradesi, içinde  yaşadığı çevrenin eseri olan bin bir müessirin etkisi altında kalmaktan da kurtulamaz. Bu tesirler onu  hakka veya batıla yönlendirme gibi inkârı kabil olmayan büyük bir rol oynar.

Şayet; aslî sermaye  üzerindeki bu tesirler müsbetse insan yaratılış gayesine doğru selametle ilerler. Bu tesirlerin menfi olması halinde ise kişi bir takım çıkmaz sokaklarda ömür tüketmeye mahrum olur. İnsanın böyle  bir  mahrumiyetle karşı karşıya kalmaması için Allah Azîmuşşan, onu elindeki fıtrî sermayesi ile başıboş bırakmamıştır. Belki de sahip bulunduğu fıtrî sermayenin matluba ulaşma noktasındaki yetersizliğini de göstermek  maksadıyla ona bir lütuf ve keremi olarak  ilâhî vahiyle yardımda bulunmuştur. İşte bu ilâhî tebligatın en son ve en mükemmeline makes olan Kur’an-ı Azimüşşan’da Kûnû mea’s sadıkîn… (Sadıklarla beraber olun!) buyrulmaktadır. Bu ilâhî beyan insanoğlunun yaratılıştan olan sermayesini kullanırken hüsrana uğramaması için gerekli yegâne müessire işaret etmektedir.

Sadıklarla beraber olmak irade, iz’an ve aklı doğru istikamette kullanabilmek demektir. Aynı zamanda taklit ve tecessüs meylini de; sırf öğrenme arzusunu tatmin yerine, hakikaten ve mutlaka öğrenilmesi  gerekene yönlendirebilmenin yegâne vasıtasıdır.

Bu noktaya ilaveten şunu da belirtmeliyiz ki beşerî fiillerin mahiyeti muhabbet ve husumete göre şekillenmektedir. Muhabbet, tesir alışverişini  süratlendirip bereketlendirirken;  husumet  ise ancak bu alışverişin kesilmesine sebep olur. Bu hakikatten çıkan, netice şunu gösterir ki; sadıklarla sadece fizikî beraberliğin değil aynı zamanda muhabbetli bir  beraberliğin de mevcut olması gerekmektedir. Bu sayededir ki hayat ve onu dolduran faaliyetler insanoğlunun yaratılış gayesine uygun bir şekilde tecelli etsin. Gerçekten de muhabbeti lâyıkına, husumeti ise müstehakına yönlendirme, sahibini olabildiğince yükseltirken bu iki meyli ters istikamette kullanmak bu kullanımdaki isabetsizlik nispetinde hüsranı muciptir.

Cenab-ı Hak, sadıklarla beraber olmayı emretmektedir.Fakat bu beraberliğin  sadece müşahedeyle sınırlı olması neticenin kısır kalmasına sebebiyet verir. Halbuki müşahedeye ilaveten feyizli bir telkinata da maruz kalındığı takdirde muhatabın kabiliyeti nisbetinde randıman alınır. İşte bu telkinatın vasıtası sohbettir.

Lügatte; iki veya daha çok kimse arasında karşılıklı olarak dostça, arkadaşça yapılan konuşma, hasbihal, musahabe olarak ifade edilen sohbet; (bir terbiye metodu olarak  şöyle tanımlanır: Allah’ın murâd-ı ilâhiyesini gerçekleştirmeye memur olan insanların bir araya gelip her an O’ nunla beraber olduklanı bilmenin edebi ve huzuru  içinde, aralarından ehil birinin yönlendirmesiyle yaptıkları arifâne söyleşme ve halleşme.

Halleşme yani halin sirayeti inkârı mümkün olmayan bir hakikattir. Ölü evinden çıkan bir insanın hâlet-i ruhiyesiyle düğün evinden ayrılan bir  insanın halinin farklılığı bu hakikati teyid eden ve reddi mümkün olmayan bir misaldir.

İnsanların hüzün ve elemlerini; muhabbet besledikleri, sohbetine doyamadıkları kişileri ziyaret ederek gidermeleri de halin sâriliğini gösteren diğer bir misaldir.

Ancak üzerinde önemle durulması gereken bir nokta vardır ki o da şudur: Fertler arasında vukû bulduğundan söz ettiğimiz  hal alışverişi bazı zamanlar olur kişinin kontrolü ve iradesi dışında da cereyan eder. Hatta bazı zamanlarda insan, çevrenin fikir ve fiillerine alışmama, onların etkisi altında  kalmama  hususunda elinden gelen gayreti sarf eder de neticeyi yine değiştiremez: Bulunduğu çevre onu da etkisi altına almıştır.

Bu sayıp döktüğümüz temel  gerçekler sebebiyledir ki;insanoğluna mükemmel bir nümûne-i imtisâl olarak gönderilmiş bulunan Ahir zaman Peygamberi’ nin de insan-ı kâmil’i inşâ ederkenki asli metodu sohbet olmuştur.

O sohbetten layıkıyla istifade etmiş bulunan denilmesi de bu gerçeğin bir ifadesidir. Sahabe-i kiram hazeratı bu hakikatın farkında olmuş ve Fahr-i Kâinat Efendimiz’in etrafından bir an olsun ayrılmamaya özen göstermişlerdir. Kimi sürekli O’nun sohbetinde bulunmuş, kimileri de nöbetleşme usulü bu rahmet pınarından istifade etmişlerdir.

Efendimiz (sav.) de sohbet meclislerinde ”İnsan dostunun dini üzeredir. O halde kişi kiminle sohbet ettiğine dikkat etsin.” gibi ifadelerle bu hakikati dostlarının zihninde daima canlı tutmuşlardır.

Sahabe-i kiram efendilerimizin Cen’âb-ı Peygamberinin sohbetlerine ne derece hassasiyet gösterdiklerini ifade eden şu rivayet de oldukça dikkat çekicidir:

“Sanki başımızın üzerinde  bir  kuş var da kıpırdasak uçuverecekmiş; gibi duruyor, tek kelime  kaçırmamaya özen gösteriyorduk.”

Saadet asrında sohbete kat1lmanın önemi o denli takdir  edilir  hale gelmişti ki bir anne canparesi evladını iştirak edemediği birkaç; sohbetten dolayı  şiddetle  azarlayabiliyordu. Annesi ile arasındaki konuşmayı Huzeyfe’nin lisanından dinleyelim:

Annem bir gun sordu:

“Peygamber Efendimiz’le en son ne zaman görüştün?”

Ben de:

“Birkaç; günden beri meclisinde bulunamadım.” dedim.

Bana çok k1zdı ve beni fena bir  şekilde azarladı. Ben de:

“Dur kızma! Hemen Rasûlullah  (sav.) Efendimiz’in yanına gideyim, onunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem benim hem de senin için istiğifar etmesini ondan talep edeyim.” dedim.

Erkek sahabîler gibi asr-ı saadet  hanımlarının da bu kıvama gelmelerinde sohbet mühim bir yer teşkil eder. Onlar sohbet meclislerinin ne güzel meyveler verdiğine şahit olunca Rasulûllah Efendimiz’in huzuruna çıkmaktan geri kalmamış ve durumlarını o Rahmet Peygamberine şöyle arz etmişlerdir:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin sözlerinden hep erkekler  yararlanıyor. Bizlere  de bir gün ayırsanız da, o gün toplanıp  Allah’ın  size öğrettiklerinden  bizlere de  öğretseniz.”

Efendimiz de bu talebi karşılıksız bırakmamış ve onlara mahsus olmak üzere bir gün tespit etmişlerdir.

Efendimiz  (sav.) ‘in bu dünyadan  hakiki makamına irtihalinden sonra da sohbet  ve sohbet meclisleri ehemmiyetinden zerre değer kaybetmemiştir. Efendimizi kendilerine rehber edinen ve dini, fetva ölçüleriyle değil de takva ölçüleriyle yaşayan Allah dostlarının hemen hepsi sohbeti terbiye usûllerinin en başında zikretmişlerdir.

Onlardan biri olan Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin ”Bizim yolumuz sohbet yoludur. Hayırlar, Allah için salih insanlarla olmadadır. Onlarla sohbete devam ede ede imanın kemaline kavuşmak nasip olur.” sözü nebevî metodun aynı canlılıkta devam ettiğinin bir ispatıdır.

İmam Kuşeyrî’nin hocası Ebu Ali Dekkak da sohbetin, manevî terakki usûllerinde olmazsa olmaz bir şart olduğunu şu veciz misalle ifade etmişlerdir: “Kendiliğinden yetişen ağacın meyvesi olmaz; olsa da tadı olmaz. Dağlarda yetişen meyvelere aşı yapılarak cinsleri ıslah edilir, emek verilir ki meyvesi bol ve lezzeti iyi olsun. Bunun gibi insanın yetişmesi de, ona emek verilmesine ve sohbetle aşı yapılmasına benzer.”

İnsanlık tarihiyle yaşıt bir vakıa olan sohbet Efendimiz’in  bi’seti ile kemale ermiş O’nun ümmetine ışık tutan Allah dostları zamanında ise ıstilahî bir  manaya bürünmüştür.

Bu dönemle birlikte artık sohbet; Allah’a gönül veren insanların bir araya gelmeleri ve aralarında  ehil olduklarında ittifak ettikleri kimsenin yönlendirmesiyle yapılan arifane halleşme demektir.

Görüldüğü gibi bu tarif üç ana unsur üzere bina edilmiştir: [I] Ehliyetli kimse,[2] Allah’a gönül veren insanlar ve  [3] Arifine halleşme.

Bir sohbet için bu üç unsurun ne derece ehemmiyetli olduğunu anlamamız noktasında Sühreverdî Hazretlerinin şu ifadesi bize ışık tutmaktadır:

“İnsan, biriyle sohbet ettiği zaman, o kişiyle ne sebeple sohbet ettiğine iyice bir baksın!  Bu sohbetin  sebebini araştırsın! [Sohbet acaba arifine  bir  halleşme  maksadıyla  mı yapılmaktadır?] Sohbete meylettiği kişiyle olan münasebetini şeriat tartısıyla  tartsın. [Muhatap gönlünü Allah’a kaptırmış bir insan mıdır?] Dostunun hâllerinin iyi olduğuna kanaat getirirse [Sohbet arkadaşı ehliyetli bir kimse ise],kendisine müjde versin. Çünkü Allah,onun aynasını parlatmış, dostunun güzellikleri de o aynaya yansımıştır. Dostunun hâllerinin yanlış olduğuna kani olursa, nefsini kınayıp itham ederek kendine dönsün! Çünkü ona dostunun aynasında kendi durumu görünmüştür.”

Sohbet meclisinin idarecisi, ehliyetli bir kimse olmalıdır, zira sohbette sözden daha ziyade  fiil ve hal etkilidir. Haddi zatında fiilleri ve hali etkili olmayan kişinin sözlerinin de feraset sahibi mü’minler üzerinde mühim bir tesir etkisi olduğu söylenemez. Tekrar etmek gerekirse sözün nûrâniliği ve tesiri aynı zamanda kalbin nûrâniliği ve tesiri demektir. Bu sebeple sohbet veren kimsenin bu hususta ehliyetli olması, gerekli manevî terbiye basamaklarını adım adım aşmış bulunması birinci şartt1r. Manevî eğitimini tamamlamış ve halka sohbet verme izni almış bulunan bu kimselerin beden lisanlarından ziyade hal lisanlarıyla konuştukları, bu çeşit muhterem zevatın nazarlarının dahi ne kadar etkili olduğu , kitaplarımızda zikredilmektedir.

Böyle ehliyetli bir zatın sohbetinde hazır bulunan Allah’a gönül vermiş insanların ne denli kazançlar elde edecekleri saymakla bitmeyecek kadar çoktur.

Hülâsa; diyebiliriz ki, insanın kendi başına kaldığında şeytanın vesvese ve hilelerine karşı oldukça zayıf bulunmasına  rağmen  sohbet meclislerinde meleklerle çepeçevre sarıldığından şeytanın etkisinden  emin olabilmektedir.Bu sebeple yalnız başına kalan bir kişinin tembellik yapması, hoş karşılanmayan tavır ve hareketlerle bulunması, kendini bazı kötü düşüncelerle meşgul etmesi  ne kadar kolay olmakta ise sohbet meclisinde bulunan bir ferdin bu saydığımız  kötü fiillerden kurtulması da  o derece kolay  olacaktır.

Zira bakın Rasûl-i Ekrem Efendimiz sohbet ve zikir meclislerini nasıl tavsif buyurmaktadırlar: “Bir topluluk AIIah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse,melekler onların etrafını kuşatır. AIIah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allah Teala onları, yanında bulunanlar arasında zikreder:’

 

1}Tevbe, 9/119

2)  Kubbealtı Lügati

3} Tirmizi,  Zühd:.45

-4}Buhari, Cihâd, 37

5)Avârif, 246

6)Mektûbât-ı Rabbâni, 109. Mektup

7)Müslim, Zikir, 38)