İçeriğe geç
Anasayfa » İNSANLARIN EN ŞERLİLERİ

İNSANLARIN EN ŞERLİLERİ

Münafık, köken olarak bir kapıdan girip diğer bir kapıdan çıkmak anlamındaki “nifak” kelimesinden türetilmiştir. Ayrıca tarla faresinin karşılaştığı sıkıntılar için yuvasına bir kaç çıkış noktası bırakmak amacıyla kazdığı çukurlara da nifak denilmektedir.[1] Bu anlam üzerinden bakıldığında münafıklar, İslam’ın bir kapısından girip diğer kapısından çıktıkları için bu ismi almışlardır.

Diğer bir tanıma göre ise nifak bir şeyin içi ile dışının farklı olmasını ifade eder.[2] Buna göre münafıklar, zahiren iman etmiş gözükseler de kendileri gibi düşünenlerin yanında ya da yalnız kaldıklarında Allah’a inanmayan kimselerdir. Hatta Efendimiz (s.a.v) bu ikiyüzlüleri, insanların en şerlileri olarak beyan etmiştir.[3]

Terim olarak ise münafık, küfrünü gizleyerek kendisini mü’min olarak gösteren ya da imanla küfür arasında bocalayan kimseler şeklinde tanımlanmıştır.[4] Bu tanımlardan anlaşıldığı üzere samimiyeti esas alan dinimizde ikiyüzlülük çok tehlikeli görülmüş bu sebeple münafıkların muhtemel zararlarından dolayı ahirette kâfirlerden daha ağır ceza çekeceklerine işaret olunmuştur.[5]

Rasûlullah (s.a.v), Müslüman birliğine önem vermiş ve bunu sağlamak için de mü’minlerin birbirlerini sevmesi gerektiğine işarette bulunmuştur. Bunun zıddı olan buğzetmek ise hoş karşılanmamıştır. Nitekim Peygamberimize en zor günlerinde yardım eden “Ensar” topluluğunu sevmemek ve onlara buğzetmenin bir münafık tavrı olduğu Efendimiz (s.a.s.) tarafından ifade edilmiştir.[6]

Münafıkların öne çıkan özelliklerinden biri de İslam toplumunu zora sokacak davranışlarda bulunmaya gayret etmeleridir. Özellikle Bedir, Hendek, Tebük savaşları gibi zor durumlarda aldıkları tavırlar onların bu niyetlerini ortaya koymaktadır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), ashabı ile beraber savaşa giderken münafıklar bir anda savaşa katılmama kararı alırlar ve giden Müslümanların arkasından “Ölmeye gidiyorlar.” diye alay ederlerdi. Savaş bitip mü’minler galip olarak dönünce ise yalan yere yeminler ederek çeşitli mazeretler ileri sürerlerdi.[7]

Münafıkların en temel vasıflarından biri ise inananlar arasında fitne ve karışıklık çıkarmak için ellerinden geleni yapmalarıdır. Benî Mustalik savaşında yaşanan ufak bir olayı büyüten münafıklar, Ensar ve Muhacir arasında savaş çıkarmaya teşebbüs etmiş, bu durum ancak Rasûlullah’ın müdahelesi ile yatıştırılabilmişti.[8] Yine bu gürûh, savaş dönüşü, gerdanlığını düşüren Hz. Aişe hakkında en kötü iftirayı atmaktan çekinmemiş ve Medine’ye geldiklerinde sürekli gündemde tutmaya gayret etmişlerdi. Mü’minler, Peygamberimizin eşine karşı atılan bu iddialar konusunda çok rahatsız olmuş ve bu durum, Hz. Aişe’nin bu konudaki masumiyeti ve bir iftira durumunda yapılması gerekenleri açıklayan ayetler ile çözüme kavuşturulmuştu.[9]

Rasûlullah (s.a.v), neredeyse herkesin bildiği bir hadisinde şöyle buyurur: “آية المنافق ثلاث إذا حدث كذب وإذا وعد أخلف وإذا اؤتمن خان”, Münafığın şu üç özelliği öne çıkar: Konuştuğu zaman yalan söyler, bir söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine bir emanet bırakıldığında ise ona ihanet eder.”[10] Bir başka hadiste ise söz konusu üç vasfa ilaveten “Bir başkası ile tartıştığı zaman haddi aşar.”[11] özelliği de eklenmiş, bu dört kötü fiile sahip kimselerin ancak halis münafıklar olabileceği ifade edilmiştir. Bu vasıflara dikkat edildiğinde insanların toplum ile ilişkilerinde öne çıkan özellikler olduğu anlaşılmakta ve bütün Müslümanlara güvenilir mü’min olma vasfını kazanmayı tavsiye etmektedir.

Bir diğer hadiste münafıkların diğer insanları etkilemek için ibadetlerine ve çokça Kur’an okumalarına işaret edilmiş, ancak okudukları ayetlerin onların gönüllerine tesir etmediği, sadece boğazlarından çıkan sesler olarak kaldığı belirtilmiştir.[12] Münafıklar, ibadetlerinde samimi olmadıkları için de ibadetleri zorlanarak yaptıkları hatta onlar için sabah ve yatsı namazları kadar ağır gelen namaz olmadığını söylemiştir.[13] Rasûlullah (s.a.v) bu sözüyle hem münafıkların bir vasfını tanıtmayı amaçlamış, hem de bu iki vaktin sevabının çok büyük olduğunu söyleyerek samimi Müslümanların –yüzüstü sürünerek bile olsa- o namazlara gelmeleri gerektiğini belirtmiştir.[14] İki cihan serveri (s.a.v), münafıkların iman ve ibadetlerindeki yapmacıklığın cezasının henüz onlar kabirde iken başlayacağını söylemiştir. Kabirde sorgu meleklerinin sorularına karşı “İnsanlar bir şey diyordu, ben de onlarla birlikte söyledim.” şeklinde verdikleri cevap neticesinde alacakları darbe sebebiyle insan ve cinler dışında bütün mahlûkatın hissedebileceği kadar eziyet çekecekleri ifade edilmiştir.[15]

Yukarıdaki hadislere bakıldığında münafıklar hakkında ayrıntılı tanımlamalar olduğu anlaşılmaktadır. Bu tanıtımlar incelendiğinde bir kısmının imanla ilgili olduğu, büyük bir kısmının ise amele yönelik özellikler olduğu dikkat çekmektedir. Nitekim İbn Hacer, hadislerdeki bu ayrımı dikkate alarak, nifakın imanla ve küfürle ilgili özellikleri bulunduğunu ifade etmektedir.[16] Hadislerdeki nifak alametleri aslında küçük gibi gözüken bazı davranışların münafıkların tercih ettiği fiilerden olabilmektedir. Bu vesile ile Efendimiz (s.a.v), Müslümanlara, ideal mü’minlere bazı davranışlardan kaçınması gerektiğini ifade etmekte, bu davranışların çoğalması halinde itikadî olarak münafık sayılma tehlikesine işaret etmektedir. Öte yandan Rasûlullah (s.a.v)’ın uyarıları sahabe nesli üzerinde de etkisini göstermiş kendilerinde hissettikleri bazı olumsuz davranışları “Acaba münafık mı olduk?” endişesiyle Efendimiz (s.a.v)’e danışmışlardır.

Münafıklara karşı Efendimiz (s.a.v)’in tavrı da çok dikkat çekicidir. O, kimlerin münafık olduğunu bilmesine, çeşitli vesilelerle ortaya çıkmalarına, hatta bazı ayetlerle kim oldukları anlaşılmasına rağmen şahıs olarak onları açıkça münafık diye nitelendirmemiş, hep onları kazanma yolunu tercih etmiştir. Bilakis -pek çok durumda yaptığı gibi- şahısları suçlamak yerine yanlış fiillere dikkat çekmiştir. Ayrıca, münafıklığı ayetle ortaya çıkan bazı münafıkların öldürülmesi teklif edilmesine rağmen aynı tavrını sürdürmüş, hem yabancılara karşı, “Medine’de Müslümanların öldürüldüğü” gibi bir iddia oluşmasını engellemiş, hem de suçun yaygınlaştırılması neticesinde başka insanların da aynı suça meyledebileceklerini göz önüne alarak onları ıslah etme usulünü tercih etmiştir. Hatta meşhur münafık Abdullah b. Übeyy b. Selül öldüğünde -Hz. Ömer’in itirazına rağmen- namazını kıldırmış, kabri başında dua etmiştir. Bu olay neticesinde “Onların namazını kılma, kabir başında da dua etme.”[17] ayeti nazil olmuştur.[18] Rasûlullah (s.a.v)’ın bu siyaseti sayesinde Medine’de münafıkların sayısı azalmış, münafıkların aileleri samimi Müslüman olmuşlardır.

[1] Ragıb el-İsfehânî, Müfredâtü elfâzi’l-Kur’ân, II, 448.

[2] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, I, 89.

[3] Buhârî, Menâkıb, 1.

[4] Hülya Alper, “Münafık”, DİA, XXXI, 565.

[5] Nisâ, 4/143. Ayrıca münafıkların durumlarından bahsedilen müstakil bir sure bulunmakta (el-Münâfikûn, 60, 1-11) ve daha pek çok ayette onların vasıfları konu edilmektedir.

[6] Buhârî, İman, 9.

[7] Buhârî, Tefsîr, (Âl-i İmrân, 3/187).

[8] Buhârî, Menâkıb, 9.

[9] Nûr, 11-10.

[10] Buhârî, İman, 23.

[11] Buhârî, İman, 23.

[12] Buhârî, Tevhid, 57.

[13] Buhârî, Mevakitu’s-salât, 19.

[14] Buhârî, Cemâ’a, 6.

[15] Buhârî, Cenâiz, 85.

[16] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, I, 89.

[17] et-Tevbe, 84.

[18] Buhârî, Cenâiz, 83.