İçeriğe geç
Anasayfa » İSLÂM EDEBİ İSLÂM’IN ZARAFETİ

İSLÂM EDEBİ İSLÂM’IN ZARAFETİ

Yüce dinimiz İslâmiyet’te birkaç cümle ile geçiştirilemeyecek kadar derin manalar taşıyan, kütüphaneler dolusu kitapları şamil birtakım kavramlar vardır ki “edeb” onlardan biridir. Dolayısıyla kapsamına iyi ahlâk, güzel terbiye, utanma, nezâket, zarafet, usluluk, insanlara sözle, fiille güzel davranışta bulunma gibi pek çok müspet vasfın dâhil olduğu edep için oldukça fazla tarif yapılmıştır. Lügatte “hayret etme, çok beğenme” manasındaki e-d-b kökünden gelen “edeb”; “güzelliği dolayısıyla insanı şaşırtan, takdirini kazanan şey” demektir. Bu durumda bir kimsenin sahip olduğu meziyet ve fazilet başkalarında hayranlık ve takdir hissi uyandırdığı için “edeb” diye adlandırılmıştır.

Edebi; “herhangi bir meslek mensubunun uyması ve uygulaması gerekli manevî kaide ve ilmî metotlar” şeklinde tarif edenler, onu hedef ve maksat odaklı tanımlamışlardır. Bu durumda edep; arzu edilen hedefe ulaşmada, kastedilen gayeyi sağlamada iç dinamikler, bir takım usul ve kaideleri ifade etmektedir. Buradan hareketle işlevsel olarak İslâm’da; “Edepler sünnetleri güçlendirmek içindir. Sünnetler vacipleri, vacipler de farzları güçlendirir. Farzlar ise imanı korumak içindir” denmiştir.

  Bir eylemin içinde iyi ve güzel varsa, onda nezâket yani incelik ve zarafet de var demektir. Zira zarafetteki estetik unsuru, iyi ve güzel sağlar. Binaenaleyh bir şey iyi ve güzel ise, onu nazik ve zarif olarak nitelendirebiliriz. İşte edepteki nezâket ve zarafet, kişide iyi ahlâk ve güzel terbiye neticesinde başkalarına sözle, fiille güzel davranışta bulunma şeklinde kendini gösterir.

İslâm’da kulun Rabbi ile olan münasebetlerinden, canlı-cansız, insan, hayvan, tabiat ve kâinât tüm mevcudat ile olan ilişkilerine varıncaya kadar edebin mutlaka yer aldığını görürüz. Dolayısıyla edebin girmediği hiçbir münasebet olmadığı gibi edebin olmadığı münasebet için de söylenebilecek en yerinde niteleme münasebetsizlik olacaktır. Böylece kendi içimizden başlayıp dışa doğru önce yakınlarımıza, sonra çevremizdeki insanlara şamil olacak şekilde yayılma gösteren edebin nezâket ve zarafetinden etkilenmeyen hiç kimse kalmaz. 

Hal böyle olunca insanlığa hidayet rehberi olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerîm ve onun hayata yansıması olan Nebevî Sünnet, mahza edepten ibarettir. Bu durumu Hz. Mevlânâ şöyle ifade etmektedir: “Bilmiş ol ki edep, insanın bedenindeki ruh gibidir. Aslında edep, Allah dostlarının gözü ve gönül nurudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç gör ki, şeytanın katili edeptir. Gözünü aç da, baştanbaşa Allah kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’e bak! Kur’ân’ın bütün âyetleri edep talim eder, edep öğretir.” Dolayısıyla edep Allah Teâlâ tarafından vahiy ve ilhamla öğretilir. Cenâb-ı Hak, Peygamber’ini, Peygamber de ümmetini bu edeple terbiye etmiştir. Allah’ın, Peygamber’ine öğrettiğine “ilâhî edeb”, Peygamber’in ümmetine öğrettiğine ise “Muhammedî edeb” denir. Buradan hareketle Allah Teâlâ’nın Habib-i Edîbi’ne ﷺ nispet edilen, her ne kadar sıhhati hakkında şüpheler olsa da manasına dair hiçbir şüphenin bulunmadığı; “Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı”[1]hadisinden hareketle, insanlar içerisinde edepten kâmil manada nasibdar olup zirvede yerini alan, sair insanların da edep namına ondan bir nebze nasiplendikleri yegâne şahsın Rasûlullah ﷺ olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Zira şairin: “Medheyleyen ahlâkını yüce Kur’ân’dır Efendim!” dediği gibi O’nun ﷺ ahlâkını bizzat Allah Teâlâ: “Muhakkak sen, yüce bir ahlâk üzeresin.”[2] buyurarak Kur’ân-ı Kerîm’de övmüştür. Dolayısıyla Müslümanlar edebi, yegâne örnekleri olan peygamberleri Hz. Muhammed’den ﷺ alırlar. Nitekim O’nun ﷺ sünneti, bizim edep kaynağımızdır.

Peygamber ﷺ Efendimiz’in edep yüklü nezih, pak hayatına baktığımızda O’nun ﷺ nezâket ve zarafetinin gıpta edilecek şekilde en üst seviyede bulunduğuna şahit oluruz. Kendisini üzenlere hakaret etmeyip yumuşak davranarak nezâket örneği göstermesi, çarşı pazarlarda bağırıp çağırmayarak mutedil, sakin ve sabırlı bir profil çizmesi, konuştuğu kimsenin yüzüne bakıp onu dikkatlice dinleyerek kim olursa olsun muhatabına değer verdiğini hissettirmesi, kahkahanın taşkınlığı yerine tebessümün sükunet ve sıcaklığını tercih etmesi hep O’ndaki ﷺ hayranlık uyandıran edebin, nezâket ve zarafete dönüşüp insanlara olan muamelesine yansımasıdır.         

Şurası muhakkak ki edep ameli süsler, onu zarif ve güzel hale sokup olgunlaştırır. Yapılan ameli Allah katında kabule yakın kılarken kullar nezdinde de onu sevimli, latif ve zarif hale getirir. Meselâ sadaka vermeyi ele alalım. Gerek Allah Teâlâ: “Allah yolunda infak edin ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.”[3]buyurarakgerekse Peygamber ﷺ Efendimiz: “İnfak et ki (Allah da) sana infak etsin.”[4] diyerek sıklıkla mü’minlere infakı emredip ona teşvik etmişlerdir.  Naslara baktığımızda sadaka vermenin farz, vacip, müstehap kısımları olduğu gibi pek çok edebi olduğunu da görürüz.

Bu edeplerden biri sadakanın iyi ve güzel maldan verilmesidir. Avf b. Mâlik’ten 4 nakledildiğine göre Rasûlullah ﷺ elinde bir asâ ile mescitte yanlarına gelmişti. Bir kişi, mescide sadaka olarak âdî bir kuru hurma salkımı asmıştı. Rasûl-i Ekrem ﷺ asâ ile bu hurma salkımına dürttü ve şöyle buyurdu:

“Bu sadakanın sahibi isteseydi, bundan daha iyisini verebilirdi. Bu sadakanın sahibi, kıyamet günü âdî hurma yiyecektir.”[5]

Sadaka vermenin bir başka edebi ise kişinin önce yakın çevresine infakta bulunmasıdır. Nitekim Ebû Hureyre 4 “Yâ Resûlallah! Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sormuş, Allah Rasûlü’nden ﷺ: “Malı az olan kişinin imkânı nispetinde verdiği sadakadır. Vermeye, bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla!” cevabını almıştı.[6]

Âyet ve hadislerde sadakanın açıktan değil de gizli verilmesine vurgu yapılmıştır ki bu hareket tarzı, infak edeplerinden biri sayılmıştır. Bu meyanda Allah Teâlâ “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! (Fakat) onları fakirlere gizlice verirseniz, sizin için daha hayırlı olur ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.”[7] buyururken Sevgili Peygamberimiz böyle davrananları şu şekilde övmüştür: “Allah Teâlâ, kendi gölgesinden başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde, yedi  sınıf insanı (arşının) gölgesinde barındıracaktır: (Onlardan biri de) Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimsedir.”[8]

İşte bütün bu edepler sadakayı güzelleştirir hem veren hem de alan açısından latif ve zarif hale getirir, kabule mazhar kılar. Bir kere gösteriş ve riyadan uzak kalmaya çalışarak sadakayı gizli veren kimsenin infakı, Allah’ın rızâsını her şeyin üstünde tuttuğu için Cenâb-ı Hakk’ın katında makbul olmaya daha yakındır. Sadakayı açıktan vermeyen kimse ise bu şekilde davranmakla Allah’a yakın olmanın manevi hazzını tadar, kulluğunu idrak eder. Sadaka verilen kimse ise rencide edilmemiş olur, bu nezâket ve zarafet karşısında sadakayı verene karşı teşekkür ve minnet duyar. Bu da İslâm kardeşliğine katkı sağlar. Bütün bu hususlar, kişinin infakta bulunurken riayet ettiği edepler neticesinde hâsıl olan güzellikler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Tabii ki bütün bu edepleri biz, Rabbimizin kitabından ve O’nun Peygamberinin sünnetinden öğrendiğimizin altını bir defa daha çizmeliyiz.

Netice itibariyle hayatına anlam katıp onu güzel bir şekilde yaşamak ve geride hoş bir sadâ bırakmak isteyenler, Rasûl-i Ekrem’in ﷺ edebiyle müeddep, ahlâkıyla mütehallık, bunun için de O’nun sünnetiyle mütesennin olmalıdırlar ki gerçek nezâket ve zarafeti yakalamış ve edepleriyle hem Allah Teâlâ’nın hem de insanların hoşnutluğunu kazanmış olsunlar. Unutulmamalıdır ki Allah’ın kullarını, O’nun çizdiği sınırlar içerisinde edebimizle, nezâket ve zarafetimizle ne kadar çok memnun edersek o kadar çok O’nun rızasını kazanmış ve dolayısıyla cennetine girmeyi hak etmiş oluruz.

Böylelerinin ahirette en büyük nasipleri, edepte Nebevî yolu izledikleri için Sevgili Peygamberimize yakınlıkları olacaktır.

Bu da onlara yeter!     


* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Sem’ânî, Edeb, s. 1.

[2] Kalem, 68/ 4.

[3] Bakara, 2/195.

[4] Buhârî, Tefsîr, 159; Müslim, Zekât, 11.

[5] Ebû Dâvûd, Zekât, 17.

[6] Ebû Dâvûd, Zekât, 40.

[7] Bakara 2/271.

[8] Buhâri, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91.