İnsanoğlunun yapısında dünya malına karşı kuvvetli bir temayülün olduğunu[1] bildiren Allah (c.c), onun bu tutkusunu yok farz etmemiş, meşruiyet çerçevesinde kalması ve kulluk vazifelerine mani olmaması şartıyla dilediği kadar servet edinmesine müsaade etmiştir.[2] Ashâb-ı kirâm arasında büyük servet sahipleri bulunmasına rağmen Hz. Peygamber (s.a.v)’in onlara bu konuda herhangi bir yasak veya sınırlama getirmemesi de bunun cevazına en açık delildir. Birçok âyet-i kerime[3] ve hadîs-i şerifte[4] dünya malının zemmedilmesi ise sahibine ahireti unutturması tehlikesine karşı, onun içindeki mal hırsının teskin ve terbiye edilmesi içindir. Malın gaye değil vasıta olduğu şuurunda olduğu müddetçe, kişinin kendisi için servet biriktirmesi, bunu kendisinden sonraki vârislerine de bırakma düşüncesinde olması İslam’a ters değildir; hatta tavsiye edilmiştir: Vârislere bırakılan bu malın paylaşımının, bir esasa bağlanmak suretiyle hukuki çerçevesinin belirlenmesi, akrabalıkların arzulanan şekilde devam edip zedelenmemesi açısından toplumsal bir zaruret olarak görülmüştür. Şâri’ Teâlâ’nın, dinin diğer hükümleri ile karşılaştırıldığında miras paylarını daha ayrıntılı bir şekilde bildirmesi[5], Hz. Peygamber’in “Ferâizi öğrenin ve öğretin, çünkü o ilmin yarısıdır ve ümmetimin ilk unutacağı şeydir.”[6] buyurması, toplumun huzuru için miras paylarının bilinmesi zaruretini açıkça ortaya koymaktadır.
Miras payları konusunda semâvi kaynaklı bir sistem benimsememiş toplumlarda, o toplumun âkil ve ehl-i hukuk insanlarının kendi anlayış ve idraklerine, örf ve âdetlerine göre adil bir çözüm ortaya koymaya çalıştıkları görülmektedir. Zaman içinde bu konuda geliştirilen hukukî düzenlemeleri, biri sınıf diğeri zümre sistemi olmak üzere iki ana grupta toplamak mümkündür.
Sınıf sisteminde mirasçılar belirlenirken ölen kişiyle aralarında var olduğu kabul edilen sevgi, saygı gibi manevi ve hissi bağlar esas alınmış ve bunların derecesine göre kuvvetliden zayıfa doğru mirasçılar bir tasnife tabi tutulmuşlardır.
Zümre sisteminde ise ana gruplandırma aynı olmakla beraber, sınıf sisteminden farklı olarak her gruptaki mirasçılar da kendi içlerinde bir öncelik sıralamasına tabi tutulurlar ve zümre içindeki birinci şahıs, bir sonrasındakini mirastan mahrum eder. Mesela sınıf sisteminde ölenin anası, babası, kardeşleri ve kardeş çocukları beraberce mirasçı olurken zümre sisteminde ölenin babası varken kardeşleri mirasçı olamaz.
Yukarıda işaret edildiği gibi miras intikalinin bir esasa bağlanmasındaki hedeflerden en önemlisi, hakların korunması suretiyle, paylaşım sırasında akraba arasında çıkabilecek ve huzuru bozacak niza ve anlaşmazlıkları önlemektir. Bu hedefe de ancak tesbit edilen paylara mirasçıların razı olması ve ilgili hükümlerin uygulanması ile ulaşmanın mümkün olacağı açıktır. Nitekim İslam miras hukukunun bazı hallerde kadına yarım pay vermesinin bir haksızlık olduğu iddialarının da etkisiyle bu hükümleri uygulamayan pek çok Müslüman ailenin miras paylaşımında huzursuzluk yaşadığı gözlenmektedir.
Tarihte Kadının Miras Payı
Genel haklar açısından olduğu gibi kadının mirastan pay alıp almaması da çeşitli toplumlarda farklılık arz eder.
Eski Yunan’da kadın, ölenin ikinci sınıf mirasçısı sayılır ve ancak birinci dereceden erkek yakını bulunmadığı hallerde mirastan alabilirdi.
Aynı şekilde Yahudilikte de kız ikinci derece mirasçı sayılır, birinci derece mirasçı kabul edilen oğul varsa o, mirasın tamamını alır kız mahrum kalırdı.
Roma’da kadının miras hakkı konusunda günümüzdeki anlayışla örtüşen bir yol izlenmiş ve bu hak bir kanunla teminat altına alınmıştır.[7]
Bilindiği kadarıyla, tarihte kadına hiçbir şekilde miras hakkı tanımayan toplum İslam öncesi Arap toplumudur. Kabile savaşlarının yaygın olması dolayısıyla ayakta kalabilme mücadelesi savaşan, ganimet getiren, kabilenin haysiyet ve şerefini koruyan erkeğin omuzlarında olduğu için “nimet külfet mukabili” düşüncesiyle miras da onun hakkı olarak kabul edilir, bunu yapamayan kadına miras verilmezdi.
İslâm’da Kadın Hissesi
İslâm, kadın hakları alanında pek çok yeni düzenleme getirdiği gibi miras hakkı konusunda da iyileştirici hükümler koymuş ve onu hiç miras almazken – bazı hallerde erkeğe göre yarım da olsa – pay sahibi olma konumuna yükseltmiştir. Ancak toplumda kökleşmiş ve katmerleşmiş gelenekleri bir anda kaldırma ve yerine ikâme edilecek yeni hükümleri hazmetmedeki güçlükleri dikkate alan Şâri’ Teâlâ, kadının miras payını bir defada ilan etmemiş, içkinin yasaklanmasında olduğu gibi tedric yolunu tercih ederek önce miktar belirtmeden ana, baba ve akrabanın bıraktıklarından erkeğe olduğu gibi kadına da bir pay olduğunu bildirmiştir. Bu konudaki hüküm Evs b. Sâbit’in karısının, kocasının mirasından tamamen mahrum edilmesi üzerine konmuştur. Daha sonra da kadınlar dâhil her hak sahibinin payını belirten miras âyetleri nâzil oldu.[8]
Kur’ân-ı Kerim’de miras payları üç âyette, Nisâ Sûresi’nin on bir, on iki ve yüz yetmiş altıncı âyetlerinde belirtilmiştir. On birinci âyette ölenin çocukları ve ebeveyninin miras durumları ele alınmıştır.
Üç miras âyetindeki sekiz meseleden üçünde kadın erkek paylarının eşit, beşinde ise erkek payının fazla olduğunu görüyoruz.
Mirasta Kadın Payının Az Olmasının Hikmetleri
Âyet-i kerimelerde miras paylarının farklı oluşunun illet ve sebeplerine dair herhangi bir açıklama bulunmadığı gibi, Nisâ Sûresi on birinci âyette ana, baba ve çocukların payları belirtildikten sonra “Bunlardan fayda bakımından size hangisinden daha yakın olduğunu bilemezsiniz.” buyrularak bu konuda akıl ile adil bir sonuca varmanın mümkün olmadığına işaret edilip bir anlamda ta’lil ve tahlil yerine teslimiyet yolu tavsiye edilmiş olmaktadır.
Bu konuda İslam âlimlerinin yaptığı şey, yalnızca İslam ailesi içinde kadın ve erkeğin hak ve sorumlulukları çerçevesinde onlara tanınan miras paylarındaki farkın makul hikmet ve sebeplere dayandığını ortaya koymaktan ibarettir. Bundan maksatları da Hz. İbrahim (as)’in inandığı halde sırf kalbi mutmain olsun diye Cenâb-ı Hak’tan ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istemesi[9] gibi, mirastaki kadın payı konusunda Müslümanların kalplerinin mutmain kalması ve bu husustaki rıza ve teslimiyetin devam etmesini sağlamaktır. Şartlar değiştikçe payların değişmesine zemin hazırlamak değildir.
İslam âlimleri bu hususla ilgili açıklamalarında, kadının neden az aldığından çok, erkeğin neden fazla aldığı üzerinde dururlar. Bu meseledeki yorum ve değerlendirmeler, İslâm’a göre nafakanın erkek üzerine vacip olması ve mehri onun veriyor olması etrafında yoğunlaşır.
Bilindiği üzere, âyet-i kerimelerde yer alan nafaka emrinin muhatabı erkektir. Mirasta erkeğin fazla almasını, nafaka külfeti ve sorumluluğu ile gerekçelendiren Fahruddin er-Râzî, bu yüzden erkeğin masrafının fazla olduğunu, masrafı fazla olanın mala daha çok ihtiyacı olacağını, dolayısıyla mirasta asıl desteklenmesi gereken tarafın erkek olduğunu ifade eder.[10]
Erkeğin mirasta desteklenmesinin sebeplerinden biri de mehir mükellefiyeti olarak gösterilir. Mehir, kadının nikâh akdiyle hak ettiği maldır. “Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin[11]” emrinin muhatabı yine erkektir. Nikâh akdi esnasında mehir tesbiti nikâh akdinin sıhhat şartlarından olmasa da[12] bu, kadına tanınmış bir hak, erkeğe yüklenmiş bir vecibedir.
Mehir teâtisinde, netice itibariyle kadının daha avantajlı durumda olacağı açıktır. Şöyle ki; biri kız, diğeri erkek iki kardeş babalarından intikal eden üç bin liralık mirası İslam miras hükümlerine göre taksim edecek olsalar, bin lirasını kız, iki bin lirasını erkek alır. Evlenirken erkek iki bin lira mehir verse, kız iki bin lira mehir alsa, erkeğin elinde bir şey kalmazken kızın elinde üç bin lira olacaktır[13].
Erkeğin mali külfeti sadece hanımın nafakası ve mehrinden ibaret değildir. Onun askerlik, belli dereceye kadar muhtaç akrabanın nafakasını temin, kaza tazminatı (diyet) ödemesine katılma gibi – kadın için söz konusu olmayan – mali yükümlülükleri de vardır. Bunlar da dikkate alındığında görülecektir ki, kadın mirasın üçte birine malik olduğu halde yararlandığı pay yaklaşık olarak üçte ikiyi bulmaktadır[14].
Sonuç
İslam miras hukukunda payların tamamına yakını bizatihi Allah (cc) tarafından, pek azı da Sünnet ile tesbit edilmiştir. Bu konuda temel paylarda ictihâda yer bırakılmamıştır[15]. Çünkü aklî meleke ve idrakler farklı olduğundan sonuçlar da farklı olacak ve miras gibi herkesi ilgilendiren hukukî bir konuda toplumda birlik sağlanamayacaktır.
İslâm’ın miras sistemi konusundaki genel tutum ve yaklaşım yukarıda tasvir edildiği şekilde olmakla birlikte miras, mahza kul hakları cümlesinden olması hasebiyle -hak sahiplerinin taksimin nasıl olacağında anlaşmaları halinde- tamamen terk edilebildiği gibi[16] ferâiz bahislerinde “tehâruc” olarak bilinen usule göre, vârislerden bazılarının diğerleriyle anlaşarak mirastan bir miktar alıp taksimden çekilmesi de caizdir[17]. Yine kul hakkı olmasının bir sonucu olmak üzere vârislerin -tamamının razı olması şartıyla- mirası diledikleri şekilde taksim etmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Ancak içlerinden birinin rızası olmazsa o takdirde taksimi İslam miras hukukuna göre yapmaları farz olur. Miras taksiminde, hak sahibine hakkının verilmemesi ne kadar vebal ise, yürürlükteki mevzuata sığınarak hakkı olmayanı almak da o kadar vebaldir. Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı[18] çetin bir hesap gününden sakınmak mü’minin şânındandır.[19]
[1] Âdiyât, 100/8
[2] Ârâf, 7/32; Câsiye, 45/13.
[3] Hadîd, 57/20; Kehf, 18/46.
[4] Buhârî, “Rikâk”, 10; Müslim, “Zekât”, 116, 117, 118.
[5] Nisâ, 4/11,12,176.
[6] İbn Mâce, “Ferâiz”, 1; Tirmizî, “Ferâiz”, 2.
[7] Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s. 359, 360.
[8] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1967, V, 46.
[9] Bakara, 2/260.
[10] Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, IX, 214.
[11] Nisâ, 4/4.
[12] İbn Kudâme, el-Muğnî, Riyad ts., VI, 80.
[13] Muhammed Ali Sâbûnî, el-Mevârîs, y.y. 1985, s. 18.
[14] Hayreddin Karaman ve dğr., Kuran Yolu: Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara 2006, II, 27.
[15] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühü, Dımaşk 1989, VIII, 244.
[16] İbn Nüceym, Resâilü İbn Nüceym, Beyrut 1980, s. 141.
[17] Zeylaî, Tebyinul-Hakâik, Beyrut ts., VI, 252; İbn Âbidîn, Reddul-Muhtar, Beyrut ts., V, 518.
[18] Müslim, “Birr”, 61; Tirmizî, “Kıyâme”, 2.
[19] Bu konuda daha geniş malumat için bkz. : Yrd. Doç. Dr. Ahmet EFE, “İslam Miras Hukukunda Kadın-Erkek Hisselerinin Farklı Oluşu Üzerine Bir Değerlendirme”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 18, 2011, s. 157-168.