İçeriğe geç
Anasayfa » İSLAM MİRAS HUKUKUNDA KADIN-ERKEK HİSSELERİNİN FARKLI OLUŞU ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

İSLAM MİRAS HUKUKUNDA KADIN-ERKEK HİSSELERİNİN FARKLI OLUŞU ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

İnsanoğlunun yapısında dünya malına karşı kuvvetli bir temayülün olduğunu[1] bildiren Allah 9, onun bu tutkusunu yok farz etmemiş, meşruiyet çerçevesinde kalması ve kulluk vazifelerine mâni olmaması şartıyla dilediği kadar servet edinmesine müsaade etmiştir.[2] Ashâb-ı kirâm arasında büyük servet sahipleri bulunmasına rağmen Rasûlullah’ın x, onlara bu konuda herhangi bir yasak veya sınırlama getirmemesi de bunun cevazına en açık delildir. Birçok ayet-i kerime[3] ve hadîs-i şerifte[4] dünya malının zemmedilmesi ise sahibine ahireti unutturması tehlikesine karşı, onun içindeki mal hırsının teskin ve terbiye edilmesi içindir.

Malın gaye değil vasıta olduğu şuurunda olduğu müddetçe, kişinin kendisi için
servet biriktirmesi, bunu kendisinden sonraki vârislerine de bırakma düşüncesinde olması İslam’a ters değildir; hatta tavsiye edilmiştir: Hastalanıp kendinden ümidi kesen Sa‘d b. Ebî Vakkas 4, malının tamamını veya üçte ikisini vasiyet etmek istediğinde Rasûl-i Ekrem x “Senin vârislerine mal bırakman onları başkalarına el açacak şekilde muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır.” buyurarak, malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesine müsaade etmemiştir.[5] Vârislere bırakılan bu malın paylaşımının, bir esasa bağlanmak suretiyle hukukî çerçevesinin belirlenmesi, akrabalıkların arzulanan şekilde devam edip zedelenmemesi açısından toplumsal bir zaruret olarak görülmüştür. Şâri‘ Teâlâ’nın, dinin diğer hükümleri ile karşılaştırıldığında miras paylarını daha ayrıntılı bir şekilde bildirmesi[6], Peygamber Efendimiz’in, “Ferâizi öğrenin ve öğretin, çünkü o ilmin yarısıdır ve ümmetimin ilk unutacağı şeydir.”[7] buyurması, toplumun huzuru için miras paylarının bilinmesi zaruretini açıkça ortaya koymaktadır. Bu hedefe de ancak tespit edilen paylara mirasçıların razı olması ve ilgili hükümlerin uygulanması ile ulaşmanın mümkün olacağı açıktır. Nitekim İslam miras hukukunun bazı hallerde kadına yarım pay vermesinin bir haksızlık olduğu iddialarının da etkisiyle bu hükümleri uygulamayan pek çok Müslüman ailenin miras paylaşımında huzursuzluk yaşadığı gözlenmektedir. “İslâm’da kadına verilen bu pay, o günkü geleneksel Arap toplumunda kadın ve erkeğe biçilen ekonomik roller ve sorumluluklar dikkate alındığında adaleti temin ediyor olsa da zamanla bu rollerde meydana gelen değişimden dolayı, artık günümüz İslam toplumunda ancak paylar eşitlenirse adaletin sağlanabileceği”[8] yönündeki yorum ve yaklaşımlar da eşitlik taleplerini tetikleyici bir zemin hazırlamaktadır.

I. İSLÂM’DA KADININ HİSSESİ

İslâm, kadın hakları alanında pek çok yeni düzenleme getirdiği gibi miras hakkı konusunda da iyileştirici hükümler koymuş ve onu hiç miras almazken -bazı hallerde erkeğe göre yarım da olsa- pay sahibi olma konumuna yükseltmiştir. Önce, “Ana, baba yakınların bıraktıklarından -ister az olsun ister çok- kadınlar için de farz kılınmış bir pay vardır.[9] ayeti indirilerek cahiliye âdetine son verilip kadınlar da mirasa dâhil edilmiş; daha sonra da kadınlar dâhil her hak sahibinin payını belirten miras ayetleri nâzil olmuştur.[10] Buna göre; ölen kişinin malından defin masrafları, varsa vasiyeti ve borçları gibi terikeye taalluk eden haklar yerine getirildikten sonra, kalan mal İslam miras hukukunda belirtilen esaslar çerçevesinde hak sahipleri arasında pay edilir.

Biz burada, bu payların ayrıntılarına girmeden, miras ayetlerinden sadece kadın-erkek paylarını karşılaştırabileceğimiz örnekleri seçerek aralarındaki farkları göstermeye çalışacağız.

Kur’ân-ı Kerim’de miras payları üç ayette; Nisâ Sûresi’nin on bir, on iki ve yüz yetmiş altıncı ayetlerinde belirtilmiştir. On birinci ayette ölenin çocukları ve ebeveyninin miras durumları ele alınmıştır. Buna göre:

• Ölenin mirasçıları sadece oğlu ve kızı ise mirası kıza yarım, erkeğe bir pay düşecek şekilde taksim ederler. Başka mirasçılar olsa da oğul-kız beraber bulundukça pay oranları değişmez.

• Ölenin mirasçıları sadece ana-babası ise -çocukları yoksa- anası üçte bir, babası kalanı alır.

• Çocukları da varsa ana-babasından her biri altıda bir alır. Kalanı çocuklarınındır.

• Ölenin kardeşi/kardeşleri varsa anası altıda bir, babası asabe olarak kalanı alır. Kardeşler ise hacb olur, mirastan bir şey alamazlar.

On ikinci ayette eşlerin ve ana bir kardeşlerin durumu ele alınmıştır. Buna göre; hanım öldüğünde çocuğu varsa koca, mirasın dörtte birini, çocuğu yoksa yarısını alır. Koca ölürse çocuğu varsa hanım mirasın sekizde birini, çocuğu yoksa dörtte birini alır.
Ölenin mirasçı olarak, sadece ana bir kardeşleri kalmışsa bakılır: İster kız ister erkek olsun tek kardeş ise altıda bir alır. Daha fazla iseler mirasın üçte birini -kız erkek ayrımı yapmadan- eşit olarak paylaşırlar.

Öz veya baba bir kardeşlere gelince; kız ve erkek iseler erkeğin hissesi iki kız
hissesi kadardır.

Üç miras ayetinden, kadın-erkek paylarını karşılaştırmak için örnek olarak seçtiğimiz bu sekiz meseleden üçünde kadın erkek paylarının eşit, beşinde ise erkek payının fazla olduğunu görüyoruz. “Hakîm” olan ve kullarına adil olmayı emreden Yüce Allah’ın miras paylaşımında haksızlık yapması mümkün olmadığına göre bazı hallerde kadına yarım pay vermesinde mutlaka birtakım hikmetler olacaktır.

II. MİRASTA KADIN PAYININ AZ OLMASININ HİKMETLERİ

Ayet-i kerimelerde miras paylarının farklı oluşunun illet ve sebeplerine dair herhangi bir açıklama bulunmadığı gibi, Nisâ Sûresi on birinci ayette ana, baba ve çocukların payları belirtildikten sonra “Bunlardan fayda bakımından size hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz.” buyrularak bu konuda akıl ile adil bir sonuca varmanın mümkün olmadığına işaret edilerek bir anlamda ta‘lil ve tahlil yerine teslimiyet yolu tavsiye edilmiş olmaktadır.

İslam âlimleri bu husus ile ilgili açıklamalarında, kadının neden az aldığından çok, erkeğin neden fazla aldığı üzerinde dururlar. Bu meseledeki yorum ve değerlendirmeler, İslâm’a göre nafakanın erkek üzerine vacip olması ve mehri onun vermesi etrafında yoğunlaşır.

Bilindiği üzere, “Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz evde oturtun… Eğer hamile iseler (boşandıktan sonra) doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin.[11], “İmkânı geniş olanlar, nafakayı imkânlarına göre versin, rızkı daralmış olan da Allah’ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin.[12], “Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi çocukların babası üzerinedir.[13] ayetlerinde yer verilen nafaka emrinin muhatabı erkektir. Mirasta erkeğin fazla almasını, nafaka külfeti ve sorumluluğu ile gerekçelendiren Fahruddin er-Râzî, bu yüzden erkeğin masrafının fazla olduğunu, masrafı fazla olanın mala daha çok ihtiyacı olacağını, dolayısıyla mirasta asıl desteklenmesi gereken tarafın erkek olduğunu ifade eder.[14]
Râzî’nin değerlendirmelerine benzer tahlillerde bulunan merhum Hamdi Yazır da, bu durumda mirasta kadına erkekten fazla veya ona eşit pay vermenin hukukî eşitliği bozacağına, bundan dolayı Şâri‘in bir taraftan erkeklere nafakayı emrederken[15] diğer taraftan ona mirastan iki kadın payı vererek[16] adaleti sağladığına dikkat çeker.[17]

Erkeğin mirasta desteklenmesinin sebeplerinden biri de mehir mükellefiyeti olarak gösterilir. Mehir, kadının nikâh akdiyle hak ettiği maldır.[18]Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin.[19] emrinin muhatabı yine erkektir. Nikâh akdi esnasında mehir tespiti nikâh akdinin sıhhat şartlarından olmasa da[20] bu, kadına tanınmış bir hak, erkeğe yüklenmiş bir vecibedir.

Mehir teâtisinde, netice itibariyle kadının daha avantajlı durumda olacağı açıktır. Şöyle ki; biri kız, diğeri erkek iki kardeş babalarından intikal eden üç bin liralık mirası İslam miras hükümlerine göre taksim edecek olsalar; bin lirasını kız, iki bin lirasını erkek alır. Evlenirken erkek iki bin lira mehir verse, kız iki bin lira mehir alsa, erkeğin elinde bir şey kalmazken kızın elinde üç bin lira olacaktır.[21]

Erkeğin mali külfeti sadece hanımın nafakası ve mehrinden ibaret değildir. Onun askerlik, belli dereceye kadar muhtaç akrabanın nafakasını temin, kaza tazminatı (diyet) ödemesine katılma gibi -kadın için söz konusu olmayan- malî yükümlülükleri de vardır. Bunlar da dikkate alındığında görülecektir ki, kadın mirasın üçte birine malik olduğu halde yararlandığı pay yaklaşık olarak üçte ikiyi bulmaktadır.[22]

Diğer taraftan kocanın, ailesinin sadece maddî ihtiyaçlarından sorumlu olduğu düşünülmemelidir. Aile fertlerinin, özellikle çocukların eğitimi, terbiyesi, yetiştirilmesi, yönlendirilmesi, aile içi düzen ve disiplinin sağlanması gibi, yerine getirilmesi şahsiyet ve otoriteye bağlı sorumluluklar da birinci derecede onun uhdesinde bulunmaktadır. Doğruluğu tartışmalı bir algı olsa da daha iyi maddî imkânlara sahip olmanın, kişinin sözünün etkili olmasında önemli bir ağırlığının olduğu vakıadır. Bunun sonucu olarak, maddî imkân açısından hanımından daha zayıf durumda bulunan bir kocanın, yukarıda belirtilen konularda aile fertleri üzerindeki etkisinin de zayıf olması muhtemeldir. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde buna bağlı huzursuzlukların sıkça görüldüğü de bir başka gerçektir. Dolayısıyla İslam miras hukukunda erkeğe fazla pay ayrılmasındaki hikmet ve sebepler maddî sorumluluklarla sınırlı tutulmamalı, bu hususun ailenin dirlik ve düzeni üzerindeki muhtemel etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır.

III. FARKLI BİR YAKLAŞIM ve DEĞERLENDİRİLMESİ

Yukarıda ifade edildiği üzere İslam âlimlerinin miras hükümlerine, pay farklılıklarına karşı tavrı onların hikmet ve sebeplerini ortaya koymaktan ibaret olagelmiştir. Buna rağmen, tevârüs edilen bu ilmî ittifakı nadir de olsa göz ardı ederek, zaman içerisinde kadın ve erkeğe yüklenen yeni ekonomik rollere bağlı olarak miras paylarının da değişmesi gerektiğini ileri sürenlerin bulunduğu görülmektedir. Nitekim çeşitli İslamî konularda bazı genel kabullere karşı çıkışları ve eleştirel yaklaşımları ile dikkat çeken Pakistan asıllı Fazlurrahman, değişik açılardan İslâm’da kadının konumunu incelediği bir makalesinde, İslam toplumlarında kadının ekonomik haksızlıklara maruz kaldığını dile getirirken “ekonomik eşitsizlikle bağlantılı diğer bir mesele olarak, kadının, erkeğin yarısı kadar olan miras payına” dikkati çekmekte ve bunu bir adaletsizlik olarak değerlendirmektedir.[23] Ona göre İslâm’da kadın-erkek paylarının farklı olması, -geleneksel toplumlarda olduğu gibi- onlara atfedilmiş ekonomik değerler ve sorumluluklar gibi fiilî rollerin bir sonucudur. Yazar bu rollerin değişebileceğini hatta adalet bunu gerektiriyorsa İslamî açıdan da bu değişimin zorunlu olduğunu ileri sürer. Böyle bir sebep-sonuç ilişkisi başka toplumlar için geçerli olsa da İslam toplumu için birkaç açıdan geçerli değildir.

Her şeyden önce, ilk Müslümanların içinden süzülüp geldiği cahiliye toplumu tam anlamıyla geleneksel bir yapı arz etse de İslâm’ı seçtikten sonra oluşturdukları toplumu geleneksellikle tanımlamak, İslâm’ın insan hayatına getirdiği köklü değişim ve dönüşümü inkâr etmek, bu tarihi gerçeği görmemek olur. Zira bizatihi kavramın da kendisini tarif ettiği gibi “geleneksel toplum”, büyük ölçüde geleneklerin, örf ve âdetlerin hayata yön verdiği, yazılı hukuka sahip olmayan bir toplum modelini ifade eder. Bu yönüyle İslam toplumunu “geleneksel toplum” grubunda görmek gerçeğe uymaz. Çünkü İslâm, doğumundan ölümüne insanın hemen tüm davranışlarının çerçevesini çizmiş, imandan ibadete, ahlâktan muâmelâta genel ölçü ve esaslarını koymuştur. Evlenme, boşanma, nafaka, özellikle de miras gibi şahsî hak ve sorumlulukları daha ayrıntılı şekilde bildirmiştir. Bundan dolayı İslam toplumunu mutlak olarak “geleneksel toplum” diye tanımlamak yerine belki gelenek ve görenekleri, örf ve âdetleri Kur’an ve Sünnet çerçevesinde şekillenmiş hukukî bir nizama sahip bir toplum olarak tanımlamak daha doğru olur. Dolayısıyla İslam toplumunu diğer geleneksel toplumlarla karşılaştırarak miras paylarının değişmesini savunmak yerinde bir kıyas değildir.

Aynı mülahazalar “kadın ve erkeğin ekonomik rollerinin değiştiği” iddiası için de geçerlidir. Şöyle ki; erkek ve kadının miras paylarının farklı oluşunda asıl olan, fiilî olarak aile bütçesine yaptıkları ekonomik katkılar değil, ekonomik sorumluluklardır. Hiçbir toplumda kadının, aile bütçesine ekonomik katkı yaptığı inkâr olunamaz. Hatta şartlara göre evin maddî yükü evin hanımının omuzlarında olabilir. Ancak burada önemli olan hukuk karşısındaki sorumluluktur. İslam ailesinde bu sorumluluk erkeğe yüklenmiştir. Naslardaki nafaka emrinin muhatabı kocadır. Maruf vechile bu görevini yapmazsa kazâen ve diyâneten sorumlu odur. Günümüz mevzuatında da olduğu üzere nafaka davasını koca karısına karşı değil, karısı kocasına karşı açar. Çünkü nafakadan o sorumludur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Netice olarak diyebiliriz ki, ekonomik katkılar konusunda fiili durum zamanla değişiklik arz etse de İslam aile yapısı içerisinde sorumluluk değişmemiştir. Peygamber Efendimiz x döneminde, vahyin nüzûl ortamında bu sorumluluk kimde idiyse bugün de ondadır. Müslüman toplum yapısını bu değişmez naslar şekillendirdikçe de değişmeyecektir. “Erkekler kadınlar üzerine kavvâmdır.[24] ilâhî hükmü “Kavmin efendisi hizmet edenidir.[25] anlayışı ile tefsir edildikçe erkeğin üzerindeki bu sorumluluk devam edecektir. Dolayısıyla toplumdaki fiili duruma bakıp da yükümlüsü şer‘an belirlenen nafaka sorumluluğunu göz ardı ederek miras paylarında değişimi savunmak İslâm’ın sadece miras sistemini değil, aile yapısını da temelinden sarsar.

Diğer taraftan, böyle bir düşünce usûl açısından da yanlıştır. Zira bilindiği gibi hâss lafzın manaya delâleti kat‘îdir.[26] Sayılar da bu türdendir.[27] Zina cezasındaki 100 celde[28], kazf cezasındaki 80 celde[29], zıhâr kefaretindeki 60 fakir[30], yemin kefaretindeki 10 fakir[31] sayılarının delâleti nasıl kat‘î ise, bunları daha azına veya daha çoğuna yorumlamak aklen mümkün olmadığı gibi dinen de caiz değilse, miras paylarındaki dörtte bir, altıda bir, sekizde bir şeklindeki belirlemeler de öyledir. Hangi gerekçe ile olursa olsun, sayıları delâletlerinden çıkarıp kişisel yorumlara açık hale getirmenin hukuk düzenini alt-üst edeceği açıktır.

SONUÇ

İslam miras hukukunda payların tamamına yakını bizatihi Allah Teâlâ tarafından, pek azı da sünnet ile tespit edilmiştir. Bu konuda temel paylarda ictihâda yer bırakılmamıştır.[32] Çünkü aklî meleke ve idrakler farklı olduğundan sonuçlar da farklı olacak ve miras gibi herkesi ilgilendiren hukukî bir konuda toplumda birlik sağlanamayacaktır. Bu sebepledir ki, hukuk tarihinde birbirinden çok farklı miras sistemleri ortaya çıkmıştır. Esasen bunları ortaya koyanların hepsi akıl ve idrak sahibi insanlardır ve hepsi de kanunlarının adalete uygunluğunu iddia ederler. Ancak biri hukuken kadını erkekle eşit tutarken diğeri tutmaz, birinin miras hakkı tanıdığına diğeri tanımaz.

“Aklın yolu bir” olması gerekirken, özellikle mirasta böyle olmayışının sebebi, pay miktarları belirlenirken dikkate alınan kriterlerin farklı oluşudur. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ, payların tespitini akıllara bırakmamış ve sonunda da “Bunların hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz.[33] buyurarak miras paylarının tespitinde adaletin akla değil, ancak O’nun 9 hükümlerine teslimiyetle gerçekleşebileceğini açıkça ifade buyurmuştur.

Ayrıca Allah Azze ve Celle miras ayetlerinin sonunda “Bunlar Allah tarafından konulmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.[34], “Şaşırmamanız için Allah size bunları açıklıyor, Allah her şeyi bilmektedir.[35] buyurarak miras hükümlerinin asıl sahibinin kendisi olduğunu bildirir: “İşte bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur.[36]Kim de Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.[37] buyurarak da miras hükümlerini kabul edip etmemeyi Allah ve Rasûlü’ne itaat veya isyan temeline oturtmakta, bu yolun sonunun da cennet veya cehenneme varacağını bildirmek suretiyle kullarını uyarmaktadır.

İslâm’ın miras sistemi konusundaki genel tutum ve yaklaşım yukarıda tasvir
edildiği şekilde olmakla birlikte miras, mahza kul hakları cümlesinden olması hasebiyle -hak sahiplerinin taksimin nasıl olacağında anlaşmaları halinde- tamamen terk edilebildiği gibi[38] ferâiz bahislerinde “tehâruc” olarak bilinen usule göre, vârislerden bazılarının diğerleriyle anlaşarak mirastan bir miktar alıp taksimden çekilmesi de caizdir.[39] Yine kul hakkı olmasının bir sonucu olmak üzere vârislerin -tamamının razı olması şartıyla- mirası diledikleri şekilde taksim etmelerinde dinen bir sakınca yoktur. Ancak içlerinden birinin rızası olmazsa o takdirde taksimi İslam miras hukukuna göre yapmaları farz olur. Miras taksiminde, hak sahibine hakkının verilmemesi ne kadar vebal ise, yürürlükteki mevzuata sığınarak hakkı olmayanı almak da o kadar vebaldir. Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı[40] çetin bir hesap gününden sakınmak mü’minin şânındandır.*


* Dr.

[1] Âdiyât, 100/8.

[2] A‘râf, 7/32; Câsiye, 45/13.

[3] Hadîd, 57/20; Kehf, 18/ 46.

[4] Buhârî, “Rikâk”, 10; Müslim, “Zekât”, 116, 117, 118.

[5] Buhârî, “Vesâyâ”, 2, 3.

[6] Nisâ, 4/11, 12, 176.

[7] İbn Mâce, “Ferâiz”, 1; Tirmizî, “Ferâiz”, 2.

[8] Fazlurrahman, İslami Yenilenme, Makaleler II (çev. Adil Çiftçi), Ankara 2004, s. 138, 139.

[9] Nisâ, 4/7.

[10]  Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1967, V, 46.

[11] Talâk, 65/6.

[12] Talâk, 65/7.

[13]  Bakara, 2/233.

[14] Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, IX, 214.

[15] Talâk, 65/6.

[16] Nisâ, 4/11.

[17] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1970, II, 1302.

[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1968, II, 10.
28 Nisâ (4), 4

[19] İbn Kudâme, el-Muğnî, Riyad ts., VI, 80.

[20] Muhammed Ali Sâbûnî, el-Mevârîs, y.y. 1985, s. 18.

[21] Muhammed Ali Sâbûnî, el-Mevârîs, y.y. 1985, s. 18.

[22] Hayreddin Karaman ve dğr., Kur’an Yolu: Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara 2006, II, 27.

[23] Fazlurrahman, İslami Yenilenme, Makaleler II, s. 138.

[24] Nisâ, 4/34.

[25] Aclûnî, Keşfül-Hâfâ, Beyrut 1932, I, 462.

[26] Sadru’ş-Şerîa, et-Telvîh ale’t-Tevdîh, Beyrut ts., I, 35.

[27] Sadru’ş-Şeria, et-Telvîh ale’t-Tevdîh, I, 33.

[28] Nûr, 24/2.

[29] Nûr, 24/4.

[30] Mücâdile, 58/4.

[31] Mâide, 5/89.

[32] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletühü, Dımaşk 1989, VIII, 244.

[33] Nisâ, 4/11.

[34] Nisâ, 4/11.

[35] Nisâ, 4/176.

[36] Nisâ, 4/13.

[37] Nisâ, 4/14.

[38] İbn Nüceym, Resâilü İbn Nüceym, Beyrut 1980, s. 141.

[39] Zeylaî, Tebyinü’l-Hakâik, Beyrut ts., VI, 252; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar, Beyrut ts., V, 518.

[40] Müslim, “Birr”, 61; Tirmizî, “Kıyâme”, 2.

* İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi’nde (sy. 18, 2011, s. 157 – 168), aynı başlıkta yayımlanmış makaleden ihtisar edilmiştir.