Zekâtın tarifi:
Zekât; lügatte temizlenme, artma, gelişme demektir. Şeriatta ise; belli şartlara göre, belli bir malı, ona ihtiyacı olan kimsenin mülkiyetine vermektir.
Kitap, sünnet ve icmâ-ı ümmetle sabit bir farz olan zekât, İslâm’ın beş şartından biridir. Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır.
Zekâtın farz kılınmasının hikmetleri:
- Zenginleri, cimrilik hastalığından temizler.
- Yoksulların, fakirlerin sıkıntılarını giderir.
- İşsizlerin, dilencilerin sayılarını azaltır.
- Zenginlerin büyük servetler yığıp, fakir insanları ezmesine yol vermez.
- Bedenî ve malî nimetlerin şükrüdür.
- Allah yolunda savaşanları güçlendirir.
- Bütün bunların yanında zekâtın manası sermayedir, hazır yiyicilik değildir.
Mesela; zengin bütün sene çalışsın, fakir gölgede yatsın, sene sonu olunca zengin kazandığı malın hesabını yapsın, kırkta birini ayırıp, götürsün, o gölgede rahat rahat yatan tembel âdeme (fakire) “zekâtım” diyerek versin. O fakir de “çok şükür” deyip, hiç çalışmadan, hiç emek çekmeden o malı alsın ve yattığı yerde, huzur içinde yemeğe devam etsin.
Diğer ifade ile zekâtını vermiş olan zengin, hiç farkına varmadan, o zekâtı almış bulunan zavallı fakiri tembelliğe sevk etmiş, haylazlığa alıştırmış ve ona büyük bir kötülük etmiş olsun. Hayır, asla böyle bir şey yok!
Çünkü bir yandan ayetlerde zenginlere zekât vermeyi emir buyuran, fakirlerin de o verilen zekâtı almalarına izin veren Allah Azimüşşân, diğer yandan bir ayet-i celilesinde zenginlere, fakirlere, orta hallilere yani bütün insanlara şunu bildiriyor:
“Hakikaten o insan için (kendi) çalıştığından başkası yoktur.”[1]
Ancak, bir fakir katiyen çalışabilecek durumda değilse farz ediniz ki; yatalak (hasta veya sakat) olup, hayatını yatakta geçiren kimse ise, o takdirde iş değişir. Kendisini geçindirecek bir varlığı yoksa varlıklı olan Müslümanlar, o zarurette kalan din kardeşlerine zekât vermeğe o da yattığı yerde onunla geçinmeğe, o verilen zekât ile beslenmeye devam eder.
Aksi halde yani sapasağlam ve çalışabilecek bir durumda ise aldığı zekâtı sermaye yapar ticaret yolunda kullanır. Gelirinden kendini geçindirir, şayet Allah “Yürü kulum!” buyurur da zenginleşirse; işte bu işin nizamı, ahlak ve edebi budur.
Malından başkalarını faydalandırmak:
Zenginin tek önemli vazifesi fakirlere ve hiç geliri olmayanlara yardımdır. Malının zekâtını vermesi farzdır.[2]
Zekât; zenginin vazifesi, fakirin de hakkıdır.
“Onların mallarında isteyenin ve yoksulun bir hakkı vardır.”[3]
“(Ey Muaz bin Cebel!) Onlara (Yemenlilere) bildir:
Hiç şüphe yok Allah, onların üzerine zekâtı farz kılmıştır. Onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir.”[4]
“Ben, zekâtı zenginlerinizden almakla ve onu fakirlerinize vermemle emrolundum.”[5]
Malik zekâtı vermezse ne olur?
“Bir kavim zekâtı men etmeye görsün, mutlaka Allah onlardan (bereket) yağmuru(nu) men eder.”[6]
“Bir mala zekât karışmaya görsün, illâki onu helâk eder.”[7]
Malik zekâtı verebilirse, o verilen zekât malı korur.
“Mallarınızı zekât (vermek suretiy)le koruyun.”[8]
[1] Necm, 53/39
[2] Bkz. Tevbe, 9/60
[3] Zariyat, 51/19
[4] Buhârî, Zekât 41, 63
[5] Elmalılı Tefsiri, 3/2581
[6] Mustedref, 1/18
[7] Camiu’s-Sağir
[8] Camiu’s-Sağir