İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden komutan, ne güzel komutandır. Onu fetheden asken ne güzel askerdir.” Hadis-i Şerif İstanbul… Dünyanın en güzel ve stratejik açıdan en mühim şehirlerinden… Avrupalı imparatorlara bile “Dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu.” Dedirtmiş eşsiz bir belde. Nice kavimler bu şehir için yollara düşmüşlerdi. Hun- lar; Gotlar Avarlar; Ruslar; Peçenekler, Bulgarlar Araplar ve son olarak da Türkler… Ancak her seferinde Bizans, kuşatmadan savuşturmayı bilmiştir Ta ki 29. kuşatmada karşısında, o güzel komutan Sultan II. Mehmed’i buluncaya dek.
İmtisâl-i “câhidû fillâh” olubdur niyyetüm,
Dîn-i İslâmun mücerred gayreti- dür gayrettim.
Beytiyle niyetinin Allah yolunda cihad; gayretinin de Din-i Mübin- i İslâm’ın gayreti olduğunu söyleyen Sultan Mehmed’in gönlünde İstanbul, çocukluğuyla birlikte büyüyen goncaydı. Olgunlaşarak açmasını bekliyordu.
Fethin ilk hazırlıkları başlarken Sultan II.Mehmed, “Ya İstanbul beni alır; ya da ben İstanbul’u” der ve bu yoldaki kararlılığını herkese ifşa eder.
Gelin bizler de fetih günlerine gidelim ve Efendimizin methine mazhar olan komutanın, ordusunun bu medhe nail olmak için gösterdikleri gayretlere şahid olalım:
İlk hazırlıklara Yıldırım Bayezid’in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının (Güzelcehisar) karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edilerek başlandı. Burası, 550 metreyle boğazın en dar yeriydi. Planını Musli- hiddin Ağa’nın yaptığı hisar; padişah ve paşaların da bizzat çalışmasıyla 4 ay gibi bir sürede bitirildi. Ayrıca Turhan Bey İmparator’un kardeşi Tomas’ın Despot olduğu Mora’ya gönderildi. Böylece İstanbul’a gelen yardımlar engellenmiş oldu.
Bu arada İmparator da tehlikenin farkına varmış ve bir yandan surları onarırken; diğer yandan, Avrupa’dan yardım temin edebilmek için Kiliselerin (Katolik ve Ortodoks Kiliseleri) birleştirilmesine çaba sarf etmeye başlamıştı. Şehri çevreleyen surlar tamir edilirken, müdafaa bakımından nisbeten zayıf olan Haliç’in ağzına da İmparatorluk tarafından zincir çekiliyordu.
Tarih 23 Mart 1453…
Sultan Mehmed, Edirne’den hareket edip 5 Nisan’da İstanbul önlerine geldi. Teslim teklifinin reddi üzerine 6 Nisan günü cuma namazından sonra muhasara başladı. 18 Nisan’a kadar dövülen surlarda açılan gediklere yürürkulelerle yapılan ilk hücumdan bir fayda sağlanamadı. İki gün sonra Papa tarafından gönderilen donanma engellenememiş, şehre yardıma muvaffak olmuştu. Bu durum şehirdekilere büyük bir moral verdi. Sultan Mehmed, bu başarısızlık üzerine Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey’i azledip yerine Hazma Bey’i tayin etti.
Sultan Mehmed donanmanı kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu. İstanbul’un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç’e indirilmesi kesin olarak gerekliydi. Sultan Mehmed, İstanbul’un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi. Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç’e indirilecekti. Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya kadar ulaşan bir güzergâh üzerine kızaklar yerleştirilip yağlandı.
21-22 Nisan gecesi 67 (ya da 72) parça “çekdiri” (kürekli gemi) Haliç’e indirildi. Böylece imparator kara surlarındaki bir kısım askerini Haliç’e kaydırmaya mecbur oldu. Haliç’e bir de köprü kurularak donanma ile birlikte surlar dövüldü. 28 Nisan’da karşı taarruz yapılarak donanma yakılmak istenmiş ise de, Osmanlı topçusunun başarısı üzerine donanma geri çekilmek zorunda kalmıştı.
6 ve 12 Mayıs hücumlarında da başarı elde edilememesine rağmen surlar iyice yıpranmıştı. Muhasaranın uzaması, Osmanlı ordugâhında, Batı hükümdarlarının birleştikleri, Macar kralı Hunyad’ın şehri kurtarmak üzere kuvvetli bir ordu ile yolda olduğu ve büyük bir Haçlı donanmasının Ağnboz’a veya Sakız Adası’na ulaştığı şayiaları yayılıp büyük bir endişeye sebep oldu. Çandarlı Halil Paşa’nın kuşatmayı kaldırma fikri haklı çıkacak gibiydi. Bu sırada Macar elçileri Orduy-u Hümayun’da görüldüler
Bu olaylar üzerine Sultan Mehmed, 27 Mayıs akşamı bir meclis toplayarak vaziyeti görüşür Vezir Halil Pasa, daha önce görmüş olduğu üç Haçlı seferinin tehlikelerini yakından bildiği için imparatorun ağır bir vergiye bağlanarak muhasaranın kaldırılmasını teklif eder Buna karşılık Zağanos Paşa, İstanbul’a yardım yapılamayacağını, Avrupa devletleri arasındaki rekabetin bu yardıma engel olacağını, yardım yapılsa bile önemli olamayacağını söyler Onun bu görüşüne bazı ümera ile ulema ve Akşemseddin de iştirak ediyorlardı.
Akşemseddin; fethin, Müslümanların 850 senelik en büyük rüyası olduğunu, Bizans’ın mânen çürüdüğünü, maddeten de hiç bir gücünün kalmadığını, Rum halkının büyük bir kısmı ile bazı ileri gelenlerin Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak kabul ettiklerini, İstanbul’a hâkim olan devletin hem İslâm, hem de Hıristiyan dünyasında büyük bir manevî nüfuza sahip olacağını, bu sebeple kesin neticenin alınmasına kadar muhasaraya devam edilmesini tavsiye etti. Hz. Peygamberin ashabından ve hicret esnasında kendisini Medine’de evinde misafir etme şerefine nail olan Ebu Eyyüb el-Ensarînin kabrini keşfettiği gibi, Kur’an’da İstanbul’a işaret ettiği kabul edilen “beldetün tayyibetün” lafzının ebced hesabı ile içinde bulunduktan 857 hicrî senesini işaret ettiğini söyleyen Akşemseddin, bu sebeple “feth-i mübin”in muhakkak bulunduğunu, dile getirin Bütün bu görüşmelerden sonra meclis muhasaraya devama ve 29 Mayıs’ta genel hücuma karar verdi.
28 Mayıs gecesi orduda mum donanması yapıldı. Tüm ordu ışıl ışıl iken ulema, meşayih ve gazi dervişler Akşemseddin’in müjdeleriyle ordunun maneviyatını attırdılar.
27 Mayıs’ta başlayıp üç gün süren bombardımanda surlar yer yer yıkıldığı gibi üç büyük gedik açılmıştı. 29 Mayıs sabaha karşı ordu dalga dalga hücuma geçti. İki hücumu durduran müdafiler; üçüncü hücumda yeniçerilere karşı koyamamış, Ulubatlı Haşan ve 30 kadar arkadaşının surlara çıkışına engel olamamışlardı. Bu askerlerin ok ve taşlarla şehid edilmelerine rağmen arkadan gelenler; surları işgal ederek müdafileri püskürttüler Surların birinci ve ikinci kısımları arası temizlenerek müdafaasız kalan iç surlar ele geçirildi. Şehre giren askerler Topkapı’yı içeriden kırarak Osmanlı Ordusunun şehre girmesini sağladılar
Daha sonra Edirnekapı, Silivrikapı, Eğrikapı ve Haliç’teki Odun kapısından da şehre girişler başlamıştı. Tan yeri ağarmadan başlayan genel hücum sonunda şehir; güneş doğmadan fethedilmişti. Şehir içindeki mukavemetlerin bitmesiyle, 21 yaşındaki genç sultan, Fatih Sultan Mehmed unvanını almıştı. Öğleden sonra maiyetiyle birlikte Topkapı’dan (ya da Edirnekapı’dan) şehre giren Fatih, doğruca Ayasofya’ya gitmişti. Burada korkudan bekleşen halkın canlarını bağışladıktan sonra bu yüce mabedi ziyaret edip orada namaz kılarak burasını camie tahvil etti ve burasının cuma namazı için hazırlanmasını emretti. Ardından eski imparatorluk sarayını ziyaret etti. Saray 1204’deki Latin işgali sebebiyle bütün şehir gibi harabe halindeydi. Sultan Fatih şehrin harap vaziyetini görüp aşağıdaki Farsça beyti okudu:
Bûm nevbet mî-zenet ber törem-/’ Efrasiyab
Perde-dârî mîküned der kasr-ı Kayser ankebût
(Efrasiyab’ın damında baykuş nevbet vuruyor,
Kayser’in sarayında örümcek perdedarlık yapıyor.)
Bu fetih, Osmanlı padişahının merkezi otoritesini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda İslâm âlemindeki ağırlığını da arttırdı. İstanbul’un fethi, zafernâmelerle İslâm dünyasına bildirilmişti. Resülullah (s.a.v.)’in medhettiği Fatih Sultan Mehmed ve ordusu, büyük bir tebcile layık görülmüşlerdi. Mısır; Şam, Bağdat gibi İslâm beldelerinde merasimler yapılmıştı. Kahire’de bulunan Abbasî halifesinin emriyle camilerde Müslüman Türk şehidlerine dua edilmiş ve Fatih’in ismi hutbelerde zikredilmişti. Bu fetihle 14 asırlık Roma İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu. Osmanlıların Avrupa ve Asya toprakları birbirine bağlandı. İstanbul gibi müthiş tarihi geçmişi olan, İmparatorluk kültürüne sahip, iki kıtanın birleştiği stratejik bir merkez olan İstanbul, Osmanlıların yeni başkenti oldu.