İçeriğe geç
Anasayfa » İSTANBUL’UN MANEVÎ BEKÇİLERİNDEN YAHYÂ EFENDİ HAZRETLERİ

İSTANBUL’UN MANEVÎ BEKÇİLERİNDEN YAHYÂ EFENDİ HAZRETLERİ

“İlimleriyle ruhlarımızı besleyen, bıraktıkları eserler ile yolumuzu aydınlatan, hak-bâtıl mücadelesinde her dâim hakkı savunan ve bu meziyetleriyle bugün dahi aramızda yaşayan âlimlerimizi tanımak ve tanıtmak üzerimize bir vazifedir.”

Bu ay ziyaret edeceğimiz büyüğümüz, zâhirî ve bâtınî ilimleri kendisinde cem’ etmiş, ömrünü insanlığa hizmete adamış bir velî olan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi olacak inşaallah…

Beşiktaşlı Yahyâ Efendi olarak tanıdığımız, yaşadığı dönemin insanları arasında daha çok Mollaşeyhzâde diye bilinen Yahyâ Efendi 900/1495 senesinde Yavuz Sultan Selim Han’ın sancakbeyliğini yaptığı Trabzon’da dünyaya gözlerini açar.

Aynı hafta içerisinde Yavuz Selim Hazretleri’nin de bir şehzadesi dünyaya gelir. İsmini Süleyman koyarlar. O zamanın Trabzon kadısı Şamlı Ömer Efendi’nin zevcesi Afîfe Hanım tarafından emzirilen Şehzâde Süleyman, sütkardeşi Yahyâ Efendi ile küçük yaştan itibaren birlikte olurlar.

Yahyâ Efendi ilk eğitimini pederi Kadı Ömer Efendi’den alır. Memleketi Trabzon’da yaklaşık 30 yaşına kadar tahsilini sürdüren Yahyâ Efendi aynı zamanda manevî eğitimini de ihmal etmez. Sık sık şehrin dışındaki tepelerde inzivâya çekildiği söylenen Yahyâ Efendi, 930/1521 senesinde yeni padişah olan sütkardeşi Sultan Süleyman’ın talebi üzerine vâlidesi Afîfe Hanım ile birlikte İstanbul’a gelir.

Trabzon’da pâye-i mülâzemet’e[1] vâsıl olan Yahyâ Efendi, İstanbul’da Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi’nin rahle-i tedrisinde bulunur. Yirmi üç yıl aralıksız Şeyhülislamlık görevinde bulunan Zenbilli Ali Efendi’den yaklaşık iki yıl feyz aldıktan sonra sırasıyla Canbaziyye, Hacı Hasanzâde, Efdaliyye, Mustafa Paşa ve Mihrimah Sultan medreselerinde müderrislik yapar.

960/1553 tarihinde devletin en yüksek eğitim kurumlarından biri olan Sahn-ı Semân[2] Medresesi’ne müderris olarak atanan Yahyâ Efendi, Sultan ile aralarındaki samimiyete binaen yazdığı bir mektup sebebiyle 962/1554-55’te bu vazifesinden azledilir. (Fakat bu olaydan sonra Sultan ile sık sık görüşmüş olmaları aralarındaki samimiyetin devam ettiğine bir işarettir.)

Sahn-ı Semân Medresesi’nden ayrıldıktan sonra padişahın kendisine bağladığı maaş ile Beşiktaş’ta bir dergâh kuran Yahyâ Efendi, ömrünün geri kalanını bu dergâhta insanlığa hizmet ile geçirir.

Hiçbir zaman yanlışa sessiz kalmayan, kimseden sözünü esirgemeyen; fakat söz söylemeyi de iyi bilen Yahyâ Efendi, devlet ricâlinden saygı gören, halk tarafından sohbetlerine iltifat duyulan bir âlim idi. Dergâhına uğrayan ihtiyaç sahiplerine iltifat edip, ikram da bulunur, müslim olsun gayr-i müslim olsun ma’rûzâtını dinleyip, elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışırdı. Bu davranışı ile birçok gayr-i müslimin İslâm ile şereflenmesine de vesile olmuştur.

Yahya Efendi Dergâhı’nı ziyaret edenler ziyade idi, bilhassa Karadeniz’e çıkan gemiciler üstâdın hayır duasını almadan yola koyulmazlardı. Zira onlar Yahyâ Efendi’yi İstanbul’un dört manevî bekçisinden biri olarak kabul ederlerdi.

Devrinin ulemâ sınıfından olan ve aynı zamanda marifet ehlinden sayılan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi, 978/1570 senesinin Kurban Bayramı gecesinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir.

Şeyhülislâm Müfti’l-enâm Ebussuud Efendi’nin Süleymaniye Camii’nde binlerce insana kıldırdığı cenaze namazının ardından Beşiktaş’a defn edilen Yahyâ Efendi, Sultan II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı türbede yatmaktadır.

Vefatı üzerine hakkında “İrtihal eyledi kutbu’l-ulemâ” cümlesiyle tarih düşülen Yahyâ Efendi, tıp ilmi yanında astronomi, hendese[3] ve riyâziyât[4] gibi fennî ilimlere de vâkıftı.

Yûşa (as)’ın makâmını Yahyâ Efendi’nin keşf ettiği söylenmektedir. Ayrıca kendisinin, herhangi bir tarîkata mensup olmayıp üveysî[5] tarîk ile feyz aldığı bilinmektedir. Kendisinden sonra tekkesinde Nakşî geleneği üzere hizmet sürmüştür.

Devletin siyasî işleri hakkında zaman zaman görüş bildirmiş, özellikle şarkta yapılan Şiî faaliyetlerine dikkat çekerek meselenin ehemmiyetine vurgu yapmıştır. İran Şah’ının faaliyetlerine karşı Sultan’ı ikaz eden Yahyâ Efendi, bu konuda gereken şiddete başvurulabileceğini dile getirmiştir.

Devrin Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi’nin “Seyyâh-ı sıhâr-ı hikmet ve sebbâh-ı bihâr-ı ma’rifet, hâzık-ı muhâzık, meârif-i ilâhî ve hâfız-ı esrâr-ı kemâlât-ı nâmütenâhî, ulemâ ve hükemânın mercii ve mesnedi” ifadeleri ile vasfettiği Mollaşeyhzâde Yahyâ Efendi, dergâhına gelen herkese ikramda bulunacak kadar cömert, şarkın ve garbın önünde tir tir titrediği cihan padişahı Sultan Süleyman’a karşı dahi sözünü esirgemeyecek kadar cesur ve dürüst, sultanların hürmet ve saygı göstermesine rağmen her türlü ziynetten uzak yaşayacak kadar mütevazı idi.

“Müderris” mahlasıyla yazdığı şiirler ile insanların gönlüne seslenen Yahyâ Efendi, muhataplarına “Âşık” diye hitap ederdi. Evliya Çelebi’nin ifade ettiğine göre birçok kez Hızır (as) ile görüşmüş ve ondan feyz almıştır.

İnsanlara hem maddî hem de manevî açıdan hizmette bulunmuş bu kıymetli âlimimizin kabr-i şerîfi Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden sahil yolu üzerindeki Çırağan Sarayı’nın karşısında dar ve dik bir yokuşun zirvesindeki dergâhının hazîresinde bulunmaktadır.

Allah Teâlâ kendisine rahmet, bizleri de şefaatlerine nâil eyleye.

 

[1] Bügünkü tabirle stajyerlik.

[2] Fatih Medreseleri.

[3] Geometri.

[4] Matematik.

[5] Zâhirde herhangi bir mürşide/şeyhe bağlı olmaksızın, daha önce yaşamış ve vefât etmiş kâmil ve mükemmil bir mürşidin rûhâniyeti tarafından irşad ve terbiye edilmiş.