İçeriğe geç
Anasayfa » İSTİKAMETE DEVAM

İSTİKAMETE DEVAM

İslâm dini bilindiği üzere fikre tevhid, hayata istikamet vermiştir. Tevhid akidesine sahip olan bir Müslüman için istikamet, dünyada ve ahirette se­lamet demektir.

Allah ve Rasûlünün bahsettiği istikamet, bütün emirlere ve nehiyle- re şamildir. Rabbimiz (c.c)’in: “Sen ve seninle beraber tevbe edenlerle bir­likte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”1 Ayet-i Celîlesi karşısında titreyen Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de: “Beni Hûd Suresi kocalttı.” 2 diye istikame­tin dindeki yerine ve önemine işaret etmiştir. Kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlü, bana bir iş söyle, ona sımsıkı yapışa­yım.” diyen Süfyan b. Abdullah isimli sahabisine cevabı: “Rabbim Allah’dır; de; sonra da dosdoğru ol!” şeklin­dedir.3 O bakımdan insanın sadece iman ettim demekle işi bitmiyor; bi­lakis istikamet üzene yaşamak dikkat ve gayret istiyor.

Namazlarımızda her rekatte Fatiha Suresini okuyoruz ve orada “ihdinessıratal-mustakîm: Bizi dos­doğru yola, kendilerine nimet ver­diğin kimselerin yoluna ilet, gazaba uğramışların ve sapıklığa düşmüşle­rin yoluna değil.” âyetlerini okuyup “Amin” diye de dua ediyoruz. Bu ni­yaz ile Yahudilerin ve Hıristiyanların yolunu değil tâ insanlığın başlangı­cından beri kendilerine nimet veril­miş olan peygamberlerin, şehidlerin ve salihlerin yolunu daima tercih ettiğimizi belirtmiş oluyoruz.4 ina­nıyoruz ki “iman ettik deyip sonra istikamet üzere yaşayanlara melek­ler gelerek; “Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikramı olarak (cennette) ca­nınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindin derler.”5 “Rabbimiz Allah’dır diyenler ve sonra da istikamet üze­re olanlar için ne korku vardır; ne de hüzün. Onlar cennetliktir işle­diklerinin karşılığı olarak cennette ebedi kalacaklardır.”6

Bu sırat-ı müstakim üzene dos­doğru bir hayatın nasıl yaşanacağını da bizzat Rasûlullah (s.a.v) Efendi­mizin ve seçkin ashabının hayatında görüyoruz. Allah’ın Sevgilisi (s.a.v) gönderildiği zaman insanlık ne du­rumdaydı biliyoruz. Beşeri sistemle­rin egemenliği altında güçlü olanlar daima haklı sayılıyor ve zayıfı ezi­yorlardı, beşer yırtıcılıkta sırtlanları geçmişti. Dünya hakkı ve adaleti ge­tirmek için imkânlarını ve gelecek­lerini feda edecek, can, mal, maişet, dünyevi hevesat ve şehevatını teh­likeye atacak, ticaret, meslek ve kazançlarını kesada sokacak mücahid bir kurtarıcı bekliyordu. O devirde dünyaya hükmeden güçler Bizans ve Fars devletlerinde toplaşmışlardı. Fakat ahlaki, sosyal ve iktisadi ko­kuşma sebebiyle onlarda pek ümit yoktu.

İşte öyle bir zaman devresin­de Allah Teâlâ, insanlığa saadet ve istikamet vermek üzere rehber olarak Muhammed Aleyhisselam’ı ve O’nun mücahid ashabını seçti. Allah’ın Rasûlü hayatın bütün şube­lerine hitabeden İslâm dinini tebliğ ederken vazgeçmesi maksadıyla mal, makam, kadın… vs. türün­den gelen bütün teklifleri reddet­ti. Zühd, takva, daima kardeşlerini kendine tercih, maddi şeylerde aza kanaat, davetini tatbik ve yaşamada bizzat örnek oldu, ibadet vazifeleri­ni önce nefsinde ve ailesinde yaşa­dı. Bir şeyi yasaklarsa uygulamaya önce kendi akrabasından başladı, bir şey verirse önce başkalarına verdi. Faiz alma yasağını önce am­cası Abbas’dan, kan davasını iptal hükmünü evvela amcaoğlu Rabia b. Haris b. Abdulmuttalib’e tatbik etti. Haşim oğullarına zekâttan pay almayı yasakladı. Mekke’nin fet­hi günü Kâbe’nin anahtarlarını Hz. Ali’ye değil eskiden beri muhafaza hakkını elinde tutan Şeybe oğullarından Osman b.Talha’ya verdi.

Çektikleri çileli ve meşakkatli hayattan bunalan ve birazcık rahat­lama rica eden hanımları hakkında hemen ilahi uyan geldi, onlar da Allah ve Rasûlünü, ahiret hayatını tercih ettiler. Rasûlullah’a tabi olan Mekkeli muhacirler ile Medineli Ensar’ın o dönemde ekonomik hayatları sarsıldı, ticaretleri bozuldu, işleri ve aileleri dağıldı. Korku, açlık, maddi ve manevi her türlü sıkıntı ile imtihan olundular; ama dayandı­lar; sabrettiler. Çünkü insanlığın kur­tuluşu onlara bağlı idi. “insanlar hiç imtihan olunmadan sadece ‘inandık’ demekle bırakıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihanlardan geçir­dik. Muhakkak Allah sadık olanları da, yalancı olanları da bilecektir.” hitapları karşısında eğer İslâmi is­tikametten vaz geçerlerse bunun kendileri ve bütün insanlık için fela­ket olacağına inanmışlardı. O ruhla, sağlam bir iman, îsar (kardeşini ken­dine tercih etme), ahireti sevme, maddeyi önemsememe ruhuyla Allah Rasûlü ve sadık ashabı tari­hin mecrasını değiştirdiler; insanlığı kurtardılar Salih amelleri ve üstün cihadları sonucunda “Nihayet Allah onlara dünya nimetlerini, hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi.”

İşte o mübarek harekât netice­sinde Arap yarımadasından başla­yarak yükselen istikametli hayat ni­zamı dünyaya hâkim olunca zulüm, hırsızlık, her tür sarhoşluk, her çeşit fuhuş, insan ticareti, haramzadelik, ihanet… gibi kötülükler ortadan kalktı, insanlık insanca yaşamaya başladı.

Fakat İslâm’ın getirdiği bu isti­kamet anlayışı, her ne zaman geri­lemiş veya kalkmışsa, o zaman da hem Müslümanlar, hem de diğer insanlar maddi ve manevi sıkıntıla­ra, bunalımlara düşmüşlerdir Örnek göstermek için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizin ve Müslü­manların içinde ve dünyanın yaşa­dığı gerçekler, bu istikamet azlığının veya yokluğunun sonucu değil de nedir? İstikamet ahlakından yoksun eğitim alanlarındaki karmaşa, verim­sizlik, hedefsizlik, beyin göçü ortada. Faiz ve tefecilik temeli üzerine ku­rulu ekonomik sistem hem ülkede, hem de dünyada fakirleri ezim ezim eziyor ve canını çıkartıyor. İzzet ve ilerlemeyi islâmi ve milli değerlerin­de değil de inkarcılar yanında ara­yan başlarla yönetilen Müslüman ülkelerin zillet halleri ortada. Sırat-ı müstakimden ayrılmış İslâm dünya­sı darmadağın vaziyette ve dünya ırkçı emperyalizminin insafına ter­kedilmiş. Her alanda suç patlama­sı, gencecik insanlara geçen ahlak bozuklukları, intiharlar; acımasız bir maddecilik, fertler arasında yayılan kin, nefret ve sevgisizlik, gelir dağı­lımında görülen korkunç uçurum, daha rahat ve lüks yaşama, tüketme dışında bir şey düşünmeme ve bu yolda her yolun mubah görülmesi sapkınlığı başka neyin neticesidir ki!

İslâm’ın gösterdiği istikamet­ten ayrılmak en büyük zarardır “Ey iman edenler; eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzere geri çevirirler de siz kayba uğrayanlara dönersiniz.” Yerli ve yabancı kanal­lar vasıtası ile Müslümanlara yaptırılmak istenen nedir? Diyorlar ki: “Gelin şu kültür farklılığınızdan vaz geçin, yani Müslümanlığınızdan vaz geçin. Zinayı, eşcinselliği suç sayma­yın, faizi ve kumarı hayatın bir ger­çeği olarak benimseyin, kadınlarınızı açın, içkiyi, uyuşturucuyu normal kabul edin, batı uygarlığını galip sa­yın…”Yani gazaba uğrayan Yahudilerin yaptıkları Allah’a isyan, Allah’a iftira, peygamberlere ihanet, fuhuş, hırsızlık, hakkı gizleme, ateşle insan­ları yakarak işkence etme gibi suçla­n çağdaş metotlarla tekrarlayanların yolu çeşitli kılıflar altında dayatılıyor iman, İslâm, kitap, peygamber; iffet, namus, izzet, adalet, doğruluk, sada­kat gibi kelimeleri hayatından çıka­ran ve yerine bunların zıddını koya­rak insanları sapıtanların yolu örnek olarak gösteriliyor. Yetkililer Avrupa Birliğine girebilmek için bu türden vermedik taviz bırakmıyorlar; ama yine de kapılarda bekletiliyorlar; içe­ri alınmıyorlar Şayet onların dedik­lerini kabul edersek, islâmımızdan ve istikametimizden uzaklaşacak olursak elimize ne geçecek? Dün­yada ve ahirette zillet, hüsran, ziyan, kayıp. Zira tarih sadece maddi lükse kapılmış olan, aralarında cahiliyet ve eski çağ ahlaksızlıklar yayılmış olan kavimlerin vahşi bir hücuma, yaban­cı saldırısına maruz kaldıklarını çok açık örneklerle ispat ediyor. Allah’ın geçmiş milletler hakkındaki kanunu böyledir. Allah’ın kanununda bir de­ğişiklik bulamazsın.”

Firavun’un ülkesinde ona kul köle olarak, onun koyduğu kanun­lara uyarak kendi şahsiyetini yok etmektense, çölde Allah’a kul olup istikamet üzere hür olarak yaşamayı tercih eden Musa (a.s) ve bağlılarını Allah (c.c) bu dünyada da mükâfat­landırdı, bulundukları yerin doğu­suna ve batısına Allah’ın kanunlar ile hükmedip adalet dağıttılar. Pey­gamberlerin hepsine iman eden ve resullerin şahı olan Hz. Muhammed (s.a.s)’e bağlı olan bu ümmet de çağdaş firavunlara boyun eğmez, istikamet üzere kalıp yalnız Allah’ın kanunlarına göre hareket ederlerse, şiddetli bir imtihandan sonra fira­vunların zulme dayalı saltanatlarına son verirler. Bunda asla şüphe yok­tur. “Eğer Allah size yardım eder; za­fer verirse, artık sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü­minler ancak Allah’a tevekkül etsin­ler.”

Görevimiz bıkmadan, usan­madan Allah’ın kullarını Allah’ın ke­lamıyla, Rasûlullah’ın kutlu yoluyla buluşturmaya devam etmek olacak. Çünkü tebliğimiz bir kişinin hidaye­tine sebep olursa bu bizim için yer­yüzü dolusu altına sahip olmaktan daha hayırlı olacaktır Bu anlayış bazılarına ters gelebilir Yeryüzü insan için yaratılmıştır ama yeryüzünün tamamı insanın haksız yere akıtıl­mış bir damla kanına denk değildir. Rabbimiz haksız yere herhangi bir kişiyi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu haber verir; öldürülenin Müslüman veya gayr-ı Müslim olmasını ayırt etmez. Fakat uygar Avrupalının ve Amerikalının gözünde bir varil petrol, Hıristiyan olmayan milyarlarca insandan daha değerlidir işte böyleleriyle aynı saf­ta, aynı kulüpte, aynı paktta olma­mak için istikametten ayrılmamaya dikkat edeceğiz, “Bizi kendilerine nimet verdiklerinin dosdoğru yo­luna eriştir; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil Yarabbi” diye duaya devam edeceğiz.

l-Hûd Suresi, I 12 2-Tirmizi, Tefsir 56/6 3- Tirmizi, Zühd, 61 4-Nisa Suresi, 69 5-Fussı- let Suresi, 30-32 6-Ahkaf Suresi, 13-14